İstanbul'da yaşamayın, İstanbul'u yaşayın
Başarı budur.
İşini tutkuyla yapmak, kendini inşa etmek budur.
10 yıl önce sıradan, normal bir rehberdi.
Hürriyet’in Seyahat ilavesinde yazmaya başladı.
10 yıl boyunca yazdı, yazdı, yazdı...
Beş kuruş para almadı.
İnsanlar, “Ne kadar boş işlerle uğraşıyorsun! Bedava yazı yazılır mı? Bir de ardından tura çıkıyorsun, yazık değil mi sana?” dediler.
Aldırmadı.
Ama son gülen o oldu.
İstanbul’da yaşamayın
İstanbul’u yaşayın!
O 10 yıllık yazıların sonunda dokuz kitabı oldu.
Onca emeğin sonucunda...
En çok gezen rehber...
En çok kitap yazan rehber...
En çok ödül alan rehber...
En çok tanınan rehber...
Ve en çok kazanan rehber...
Artık ona rehber denmiyor!
O bir İstanbul uzmanı!
BİRİNCİLİKLE BİTİRİYOR
Robert Redford’tan Madeleine Albright’a, Colin Powell’dan Oprah Winfrey’ye, Calvin Klein’dan Google’ın CEO’suna, Michael Kors’dan prenseslere, Pulitzer ödüllü yazarlara kadar...
Ne kadar ünlü yabancı geldiyse İstanbul’a, hepsini o gezdirdi.
Saffet Emre Tonguç olmak kolay zannediyorsanız, yanılıyorsunuz!
Arkasında sıkı bir eğitim, sıkı bir birikim var.
Önce Şişli Terakki.
Sonra Boğaziçi’ne giriyor.
Beş yılda tam üç bölüm bitiriyor.
Turizm, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler.
Turizm bölümünü de birincilikle bitiyor.
Ardından, tarih yüksek lisansı yapıyor.
Tez konusu da Osmanlı Musevileri.
Bugün müşterilerinin yüzde 95’i de Musevi.
Bu da yetmiyor, kalkıyor Viyana’ya gidiyor, doktora yapıyor.
HİKAYE ARASI TARİH
Ben galiba onu en çok ‘bilgi-satar’ olmadığı için seviyorum.
“Ben biliyorum” diye her şeyin altını çizmediği, eğitimini, birikimini kimsenin gözüne sokmadığı için.
Tamamen normal bir şeymiş gibi anlatıyor.
Erguvan ağaçlarını görüyoruz mesela, hikayesini anlatıyor, ilginç sokak isimlerinin hikayesini anlatıyor, Taksim’e neden Taksim dendiğini anlatıyor, Boğaz’daki yalıların hikayesini, sırlarını anlatıyor, Karaköy’deki çatı katlarındaki Rus kiliselerini anlatıyor, Çengelköy’ün tarihini anlatıyor...
Noel Baba diye bildiğimiz o kırmızı montlu ve şapkalı amcanın, gerçek Noel Baba’yla ilgisinin olmadığını anlatıyor.
Sırrı şu: Saffet hikaye anlatıyor, araya da tarih sıkıştırıyor.
Seni anlattıklarıyla gebertmiyor, boğmuyor.
Nerede susacak, nerede konuşacak biliyor.
Ben hiç susmasın istedim!
Son kitabı, ‘Boğaz Hakkında Her Şey’.
110 yalının hikayesi var, 25 tanesinin de iç mekan fotoğrafları.
Fotoğrafları da o çekiyor.
Bir de Boğaz turları yapıyor, denk gelirse gidin.
Bu adamın 24 tane daha kitap projesi var.
Ve müthiş bir enerjisi...
Azmi...
O benim için İstanbul’un prensi!
Hadi anlat, nesi benzersiz bu şehrin?
- Dünyada üç imparatorluğa başkentlik etmiş başka hiçbir şehir yok! Hepsi de çok önemli imparatorluklar: Roma, Bizans, Osmanlı. Napolyon’nun çok güzel bir lafı var diyor ki, “Eğer dünya tek bir devlet olsaydı, başkenti kesinlikle İstanbul olurdu!” Bir de her köşesinden bir başka sürpriz fışkırıyor bu şehrin. İyi ya da kötü. Durağan ve olağan değil İstanbul. Madrid de çok güzel. Ama sokaklarında dolaşırken, bir sonraki sokakta aşağı yukarı seni neyin beklediğin bilirsin.
Bu kadar mı?
- Ortasında deniz geçen tek şehir! Bir de her medeniyetten izler taşıyor. Şaka gibi! Bir tarafta 376’da yapılmış su kemerlerini görüyorsun, diğer tarafta 1600 yıllık şehir surlarını, öteki tarafta 1700 yıllık Konstantin surları ve tabii 1500 yıllık muhteşem Ayasofya. Benim dünyada üzerinde gördüğüm en görkemli yapı. “1500 yıldır ayakta duran bu kadar iyi konumda kaç bina biliyorsunuz?” diyorum yabancılara. Susuyorlar. Ben bir piramitleri biliyorum bir Roma’daki Panteon’u.
Başka?
- Bir de Osmanlı var, Osmanlı’nın izleri: Süleymaniye, Sultanahmet, Topkapı... Olağanüstü yapılar. 20’den fazla saray var bu şehirde. Boğaz’da 366 tane tarihi yalı var. Hepsi ayrı ayrı değerler. Eskiden, “Aman turlarımız steril olsun, kötü şeyler görmesinler” diye düşünürdüm. Artık öyle yapmıyorum, “Burada her şey var” diyorum, “İstanbul kontrastlar şehri...” Bir turum var, şaşkınlıktan küçük dillerini yutuyorlar.
Anlatsana...
- N’apıyorum biliyor musun? Önce Kariye’ye götürüyorum. Hayran kalıyorlar. Oradan aşağıya yürütüyorum, Salma Tomruk diye bir semt var, karşılarına ahşap bir sinegog çıkıyor. Bayılıyorlar. Oradan ver elini Fethiye Camii, aslında eski bir kilise: Pamma Kristos. En güzel Bizans eserlerinden biri. Bir tarafı cami, bir tarafı muhteşem mozaiklerle dolu. Oradan İsmail Ağa Cemaati’ne gidiyoruz. “Yalnız başörtüsü takmadan giremezsiniz” diyorum. Sonra Selim Camii, onun yanında 1500 yıllık Çukurbostan, eski bir Bizans sarnıcı. Artık spor sahası olarak kullanılıyor. Oradan kendimizi aşağıya vuruyorum: Sol tarafta Moğolların Meryemi Kilisesi var. Bizans zamanından kalan, camiye çevrilmemiş yegane kilise. İnanamıyor adamlar. Hala kilise olarak kullanılıyor. Hemen yanında Fener Rum Erkek Lisesi var. Oradan Fener Rum Ordotoks Patrikhanesi’ne giriyoruz. Bir keresinde Bartholomeos ayin yapıyordu. “Burası Ortadoks Rumların Vatikanı” diyorum. Şu iki kilometrelik alanda ne kadar çok şey gördüklerini düşünebiliyor musun? Sarıklı, cübbeli erkeklerden tut, Bizans eserlerine, sinegoglara, kiliselere, camilere kadar. Nerede görülmüş bu kadar zenginlik!
Gittikçe artıyor mu İstanbul’a ilgi, yoksa biz kendi kendimizi mi gaza getiriyoruz?
- Yok, yok gaz-maz yok, ilgi hızla artıyor. Geçenlerde New York Times’da bir yazı yayınladı: ‘2013’te Gidilecek 46 Yer’... 10’uncu sırada İstanbul, 46’ıncı sırada Paris. Artık oraların pabucu dama atıldı. Bu arada, İstanbul’da 140 yeni otel açılacak, bütün büyük isimler İstanbul’a geliyor. Gerçekten yükselen değer. Şehrin ünü, yabancılar arasında ağızdan ağza dolaşıyor, duyan geliyor hayran oluyor, gidip anlatıyor.
Konstantinapolis ve İstanbul aynı yer mi?
- Kavram karmaşası var. İnsanlar Konstantinopolis lafına tepkili. Zannediyorlar ki Yunanca’dan geliyor. Alakası yok. Konstantinopolis, Konstantin’in şehri demek, sadece Tarihi Yarımada’daki 20 kilometrekarelik alanı kapsayan bir yer. İstanbul ise bütün bu coğrafya, Boğaz da var, adalar da. İnsanların tepki göstermesi gereken isim İstanbul. Çünkü asıl İstanbul Rumcadan geliyor ‘Stimpolis’, yani ‘to the city’, ‘şehre doğru’.... Bazen neye karşı çıktığımızı bile bilmiyoruz.
İyiye mi gidiyor İstanbul kötüye mi?
- Artıları da var, eksileri de. Trafik felaket, çözüm bulmamız gerek. Robert Redford’la Kapalıçarşı’ya gittik, dönüşte çakıldık kaldık, trafik kilit. Otele iki saatte dönseydik, İstanbul dünyanın en muhteşem şehri de olsa, iyi hatıraları olamayacaktı! Anında deniz taksiyi aradım. Sahilde indik, onu deniz taksiye attım, 10 dakikada oteldeydik. Kesinlikle trafiğe bir çözüm bulamamız lazım. Bir gün İstanbul dünyanın en büyük açık otoparkı olacak diye korkuyorum.Bir gün öyle sıkışacak ki, millet kontağı kapatıp, arabasını bırakıp çekip gidecek...
ERGUVAN AĞACININ HİKAYESİ
Bizans’ın simgesi erguvanın ilginç bir hikayesi var. Batı dillerinde adı ‘Judas Tree’. Judas, Hz. İsa’ya ihanet eden 13. havari. Sonradan pişman oluyor ve kendini bir erguvan ağacına asıyor. O güne kadar ağacın beyaz olan çiçekleri o günden sonra utancından kızarıyor.
“İstanbul benim için güzel, aristokrat bir kadın. İlk koca muhteşemmiş, tam bir İstanbul beyefendisi, o ölüyor. İkinci koca, sonradan görme bir Hacı Ağa. O Hacı Ağa’ya rağmen yine de kadının geçmişimdeki görkemi görebiliyorsun!”
Sevgiliyle İstanbul’u keşfetmenin tüyoları...
Sevgiliyle bu şehir en iyi nasıl keşfedilir?
- Yürüyerek tabii. Dünyanın her yerinde, bir şehri keşfetmenin en güzel yolu, sokaklarında kaybolmak. İstanbul için de öyle. Sabah erken, gece geç, hafta sonu o deli kalabalıkta, hiç fark etmez, her hali baştan çıkarıcı. Pratik olun, birbirine yakın yerleri aynı gün gezin. Depar atayım derken sevgiliyi hırpalamayın! Aşşk ve Mangerie gibi Boğaz manzaralı kafelerde soluklanmayı ihmal etmeyin.
Dur, dur! İyi de ne kadarı araba, ne kadarı metro, vapur?
- Az araba, bol yürüyüş, en çok da vapur. Siz İstanbul’a dokunun, o da size sırlarını fısıldasın. Yürüyün, koklayın, görün, duyun ve hissedin.
Peki kadınlar nasıl bir rota izlesinler? Sevgiliyi/ kocayı nerelere götürsünler?
- Hmmmm, Balat civarında bir gezinti fena olmaz. Sonrasında mutlaka Rahmi Koç Müzesi. İçindeki klasik arabalarla ve bahçesindeki uçaklar tam ‘toys for big boys’. Yani büyük çocuklar için yeryüzü cenneti. Alışveriş gibi erkekleri delirtecek bir şey de yok. Üstelik güzel yemek de yiyebilirsiniz bahçesinde...
Bir tüyo daha ver kadınlara...
- Bebek’te yemek yiyip, Emirgan’dan motorla Kanlıca’daki Aji’a oteline götürebilirler. Sabahında da Rumelihisarı’nda kahvaltı. Ya da Boğazkesen’den Çukurcuma’ya ele ele çıkabilirler. ‘Sıfır’da geçmişe dokunulabilirler. Benim en sevdiğim antikacılardan. Ya da Kamer Kıraç’ın müthiş tasarımlarına göz atabilirler. E oraya kadar gelmişken, Kemal Basmacı’nın takıntılı aşkını anlatan’“Masumiyet Müzesi’ni de neden görmesinler? Hadi bir tüyo daha: Günü Cafe 49’da pizza, şarap ve caz eşliğinde bitirsinler.
Ya erkekler? Onlar nasıl bir rota izlesin? Sevgiliyi/eşi nereye götürsünler?
- Götürdüğü semtle ilgili hikayeler anlatabilen bir erkekle her yere gidilir ama öyle adamları bulmak kolay değil! Mısır Çarşısı 51 numaradaki Ucuzcular’da Bilge Hanım’ın yağları adeta gençlik iksiri. Bence bütün kadınlar bayılır, güne oradan başlanabilir. Sonraki durak, dünyada alışverişin en eski ve en büyük mabetlerinden biri olan Kapalıçarşı.
Yaşasın! Kapalıçarşı’da mutlaka dalınması gereken dükkanlar...
- Ottomano mesela. Paşminaları muhteşem. Mavi Köşe ve Ümit Berksoy’dan mücevher, Erdun Collection’dan antik fener, Yazzma’dan ikat yastık kılıfı, Mourath Pasha’dan peştemal, Sivaslı Yazmacı’dan kumaş, Nur Halıcılık’tan kilim, Armaggan’dan hediyelik eşya... Sonra da Sultanahmet’teki Four Seasons veya İbrahim Paşa Hoteli’nin terasında Ayasofya manzarası eşliğinde bir içki... Nasıl?
Süpermiş valla! Gay çiftler ne yapsın?
- Tanıdığım tüm gay’ler son derece sofistike ve rafine insanlar. İyi yemek ve alışveriş neredeyse, onlar orada. Sanata bayıldıkları için İstanbul Modern’le başlayabilirler. Kafesinde kahvelerini içerken Boğaz’ı seyredebilirler. Sonraki istikamet: Galata’daki Hiç, Plusone ve İroni. İlla alışveriş da yapacaklar çünkü. Bu üç mekan da onların bayılacağı yerler. Gece çıkmak için de Sıraserviler’deki Tekyön veya Harbiye’deki Love alternatif olabilir.
Yurt dışından biri geldiğinden İstanbul’da yemeğe nereye götürmeli?
- Changa, Maya, Karaköy Lokantası ve Mikla’dan keyif alabilirler. Meze by Lemon Tree ve Sıdıka da her zevke hitap eder.
Peki bir gurmeyi nereye götürmeli?
- Nuruosmaniye’de bulunan Vedat Başaran’ın yönetimindeki Nar Lokantası. Duvarlarında milyon dolarlık tablolar bulunan bu şık mekanın öğle yemeğindeki açık büfesi muhteşem. Şu anda ‘bahar lezzetleri’ var. Parmaklarını yersin. Kadıköy’de Çiya, Güneydoğu bölgesinin sıra dışı lezzetlerini aynı çatı altında bulabileceğin bir yer. Şişhane’deki X Restaurant’ın ilginç bir deneyim olacağını düşünüyorum, Haliç manzarası dudak uçuklatıcı. Madeleine Albright ve Robert Redford’u götürdüğüm Pandeli ise şehrin klasiklerinden. Sevmeyeni döverler! Kuruçeşme Kydonia’da ise Girit lezzetleri olağanüstü. Nişantaşı Kantin’e gelince, Türk mutfağının rafine bir yorumu. Bir de muhakkak Şampiyon’da kokoreç gibi arka sokak lezzetlerini tattırmak gerek.
Çocukla en iyi nasıl keşfedilir bu şehir? Nerelere gitmeli?
- İstanbul Akvaryum ve Miniatürk. Mısır Çarşısı’nın yanında hayvanları gösterdikten sonra vapurla Kadıköy... Vapurda da kaptanın yanına götürmeli, çocuklar bayılıyor. Moda’da dolaşıp Ali’de dondurma ısmarlamalı. Üç kup yeter, abartmasınlar! Sonra Üsküdar’a gidip çarşıda gezilebilir ve Kanaat’te akşam yemeği yiyebilirler. Çocuklarla Tarihi Yarımada, Adalar, Belgrad Ormanı, Polonezköy ve Kilyos da güzel olur.
Heyecan duyuyorum sen bunları anlatırken. Bir an evvel sokağa fırlamak istiyorum. Peki en erotizm kokan nokta?
- Ooooooo! Kesinlikle Pera Palas. Kim bilir 120 yıl boyunca ne erotik yaşanmışlıklara şahit olmuştur o bina. Galata, Serdar-ı Ekrem Sokak, 24 numaradaki Georges Hotel’in tepesindeki loş ışıklı restorana gidip, aşağıda bir odanın seni beklediğini bilmek de baştan çıkarıcı olur.
Açık havada nerede sevişsek, başımız belaya girmez? Var mı öyle yerler?
- Bu ülkede ben böyle bir şeye cesaret edemem. Ama şimdi sen zorlarsın beni. Tünel ve Galata civarındaki köhne binaların birinin terası olabilir. Ya da en iyisi tekneyle Adalar’a doğru açılmak. Bir de Anadolu yakasındaki Sahil Yolu’nda dalgakıranların orada ışıkların pek yanmadığı bazı yerler var!
Kendi kendine kalıp, ‘kahpe kader’ yapmak için en uygun nokta...
- Rakı olmadan olmaz! Haliç’in başındaki Akın Balık bu iş için ideal. Gecenin sonuna doğru bir şeyin kalmaz. Fonda Sezen’in ‘Ah İstanbul’u çalsa iyi olur tabii. Ya da Boğaz’a tepeden bakan bir yer olabilir. Çekersin arabayı bir kenara, dalarsın manzaraya, o zaman rakıya da gerek yok, yalnız olacaksın ama...
Evlenme nerede teklif edilir?
- Kuruçeşme La Mancha’nın süper manzaralı barında olabilir. Çengelköy Sumahan Hotel veya Galata Kulesi’nde de. Veya kıtaları birleştiren Boğaz’da. Kalpleri de birleştirsin diye. Ha bir de bindiğin tekneden köprüye projektörle “Benimle evlenir misin?” yazdırılabiliyor. Benim için fazla kitsch ama eğlenceli.
“Seni seviyorum” demek için en şahane yer...
- Burgaz Ada, Kalpazankaya olabilir. Veya 70’lerin mekanı, yenilenen Grand Tarabya Hoteli. Tabii aslında yeri değil, söylenmesi mühim! Ama artık kimse sevme peşinde değil, olay daha ziyade birbirinin tadına bakıp ortadan kaybolmak üzerine kurulu!
“Bu ilişkiyi daha fazla sürdüremeyeceğim, yanlış anlama, hata sende değil, bende...” demek için en uygun yer?
- Tüymek için mi? Karşı taraf ağlayacağı ve bir ihtimal saldırganlaşacağı için kalabalık, gürültülü bir yer: Mesela Babylon. Gündüz vaktiyse Nişantaşı Biber. Her şeyin üstüne tuz biber eker! Hem çıkınca kendini alışverişe verir bu da iyi gelir!
Kayınvalideyi nereye götürürsen göze girersin?
- Kayınvalideyi şöyle şık bir yere götürmek lazım. Pahalı da olmalı, cimri demesin, İstinye Park’taki Masa alternatiflerden biri. Sunset ve Bebek Balıkçı da olabilir. Four Seasons at the Bosphorus Aqua Restaurant’ın terası da... Hem gelene gidene bakar. Kandilli Adile Sultan’daki Borsa Lokantası diğer bir seçenek. Kesin ya gençliğinden kalma bir hatırası vardır ya da gençliğinin filmlerini yad ederek mutlu olur! Muhteşem yemekler de cabası! Amaaaa kötüyse ve kurtulmak istiyorsam, manzara gösterme bahanesiyle korkuluksuz merdivenlerden Rumelihisarı veya Yedikule’ye çıkarırım!
Türkiye içinde mutlaka gitmemiz gereken üç rüya yer... Ve nerede kalınacak?
- Uçhisar’daki Argos Hotel. Özellikle de havuzlu süit. Gerçekten rüya. Sonra mavi yolculuk, kamarada değil uyku tulumunda yıldızların altında yatmak kaydıyla! Rota, tercihen Göcek’ten Antalya’ya olacak. Ve Midyat’ta 1000 yaşını devirmiş bir konakta yer alan Shmayaa Hotel. Sahibi Bedri Sincar kandırılıp Anıtlı’daki 1900 yıllık Meryem Ana Kilisesi ve Yezidi köyleri gezilecek.
Önümüz yaz, unutulmayacak üç tatil programı...
- Birincisi, Como Gölü’nden St. Moritz’e gidip, dönüşte Bellagio’daki Villa Serbelloni’de konaklamak. İkinicisi, Dalmaçya kıyıları. Üçüncüsüyse Amsterdam’dan Basel’e kadar gemiyle Ren Nehri turu. Gemiyle yolculuğun en güzel yanı, sadece bir defa valizinizi boşaltmanız. Bir odaya yerleşiyorsunuz ve bir daha valiz toplamak zorunda kalmadan birçok şehir önünüzden geçiyor. Üstelik gemiler hiç de sanıldığı gibi sıkıcı değil. Eğlence ve aktivitelerde sınır tanımıyorlar.
ERGUVAN ZAMANI BOĞAZ
Saffet Emre Tonguç’la bir tur yapmak istiyorsanız 20-21 Nisan ile 5-11-18 ve 19 Mayıs’ta gerçekleşecek olan ’Erguvan Zamanı Boğaz’ turlarına katılabilirsiniz. 2012’nin en iyi gezi kitabı ödülü alan ‘Boğaz Hakkında Her Şey’de yazanları yazarının ağzından dinlemek için www.saffetemretonguc.com’u tıklayın.
,