GAZETELERDE okuyunca önce inanamadım. İnanamamakta da yerden göğe kadar haklıyım.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bugüne kadar gelmiş geçmiş başbakanlarının hiçbiri böyle bir davranış içinde bulunmadı.
Tayyip Erdoğan’ın MAN Otobüs Fabrikası’nı ziyareti sırasında Başbakanlığa bir otobüs armağan edilmesini istemesinden söz ediyorum.
İnanamadığım buydu.
Olayı izleyen Ekonomi Müdürü Vahap Munyar’a bunun doğru olup olmadığını sordum.
‘Kulaklarımla duydum’ diye olayı anlattı. Ben de size özetleyeyim.
Fabrika yöneticileri Başbakan’a üretilen otomobillerin bir maketini hediye etmişler. O da ‘Ben de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na bunun hakikisinin verileceğini düşünmüştüm’ demiş.
O sırada Tayyip Bey’e çevirmenlik yapan görevli başka bir şeyle meşgul olduğu için Başbakan’ın söylediklerini duymamış, bu nedenle de Almanlara çevirememiş.
Ama hemen uyarmışlar yöneticileri.
Başbakan fabrikadan ayrılırken gri renkli bir otobüsü göstererek bunu kendisine hediye ettiklerini söylemişler.
* * *
Durun bitmedi.
Başbakan bakmış ama pek memnun olmamış.
‘Bu renk olmaz. Beyaz daha iyi.’
‘Emredersiniz’ demişler ve ‘Bir tane yeter mi?’ diye sormuşlar.
Başbakan ‘Yetmez ama ikincisini biz parayla alırız’ diye yanıtlamış.
Başbakan’ın bu otobüsü ne yapacağını çok merak ettim. Vahap’a onu da sordum.
O da aynı şeyi merak etmiş, onun için sormuş. Meğer Başbakan bazı yurt gezilerini otobüsle yapmayı düşünüyormuş.
Başbakan olarak gittiği illerde parti otobüsünü kullanmayı istemiyormuş.
Ve de sanki koca Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlığı’nın bir otobüs alacak gücü kalmamış gibi MAN yöneticilerinden böyle bir istekte bulunmakta bir sakınca görmemiş.
Ne diyelim, Sayın Başbakan bu konularda gerçekten epeyce geniş bir insan. Almanya’dan ve Güney Kore’den hediye edilen Mercedes ve Hundai limuzinleri de kabul etmekte bir sakınca görmemişti.
Çocuklarını bir işadamının okutmasını da olağan karşılamıştı.
Demek ki Başbakan’ın içine bu tip jestler siniyor.
Ama Sayın Başbakan bilsin ki milyonlarca Türk vatandaşının içine bu işler hiç ama hiç sinmiyor.
NOT YORUM
Benim meslek anlayışıma göre içindeki kin birikimlerine tutsak olarak gazetecilik yapılması son derece yanlıştır.
Hele kin duydukları kişi ve kuruluşları karalayacağım diye kendi meslektaşlarını karalamak yanlışın da ötesinde çirkindir.
Umur Talu ile Hıncal Uluç’a Viyana’da cezaevine girip Alaattin Çakıcı ile röportaj yapmayı başaran gazeteci arkadaşımız Muammer Elveren’i karalamalarını hiç yakıştıramadım.
Muammer tam bir basın emekçisidir.
Bugün bulunduğu yere, kimseye kin beslemeden, kimseyi karalamadan, kimsenin koltuğunun altına sığınmadan emeğiyle, çabasıyla gelmiştir.
Varlıklı insanların masalarında, otellerinde ağırlanarak gazetecilik de yapmamıştır.
Hıncal Uluç’un gazeteciliğin bittiğine dair değerlendirmesine gelince...
Benim kendisine önereceğim şudur: Bunun nedenini bulmak için meslektaşlarını haksız yere karalayacağına kendi vicdanı ile hesaplaşsın.