Güncelleme Tarihi:
Penguen. Bir Rönesans kuşu. Çizgide altın oran, mizahta bir orantısız zekâ. 15 yıl boyunca kılıktan kılığa girmiş, memleketin derdini, sıkıntısını kanatlarında taşımış ‘Penguen’ bu kez Da Vinci pozuyla karşılıyor insanı derginin ofisinde. İçeride sanılanın aksine, ağır ve boğucu bir hava hâkim değil. Dergiyi kapatmanın üzücü ve buruk bir tarafı var, kabul. Kimse Penguen’in cenazesini kaldırma hazırlığında değil; devin, dönemin değiştiğinin çok farkında, “çizerliği bırakmıyoruz sonuçta, sadece kullandığımız platform değişiyor” mantığında. ‘Neden’ ve ‘nasıl’a dair tüm merak edilenleri bir kalemde özetledikleri, son sayılarında okurlarıyla paylaştıkları ‘edito’ yazılarındaki o cümleyle başlamalı: “Keşke Facebook like’larıyla dergi çıkarılabilseydi.” Sosyal medya efekti, sadece ekonomik şartlarını zorlamıyor, derginin dokunduğu kitleyi de değiştiriyor, farklı sorunlar yaratıyor. ‘Yönetici’ odasında, Erdil Yaşaroğlu ve Selçuk Erdem, birbirlerinin sözlerini tamamlayarak özetliyor son durumu. Erdil’in “Sosyal medya kullanımın artmasıyla beraber bizi ve dilimizi bilmeyen, bizim de onların dillerini bilmediğimiz bir kitle çıktı” lafına karşı ‘durum tespiti’ Selçuk’tan: “Sözleşmemiz olmayan bir okuyucu kitlesi çıktı.”
Herkes görmek istediğini görüyor
Üzerine değişen Türkiye, gittikçe kutuplaşan toplum faktörü de ekleniyor: “Bir karikatür koyuyorsun Facebook’a, altı milyon kişi görüyor. Bir bakıma iyi bir şey. Fakat bunun çoğunluğu karikatür okuma pratiği olmadığı için yanlış okuyabiliyor. Facebook hesabımızda, iki tavşanın havuç üzerine şakalar yaptığı bir karikatür paylaşıyoruz mesela. Daha dördüncü iletiye kalmadan, politik tartışmalar, ‘ocusun bucusun’ muhabbetleri başlıyor. Alt tarafı iki tane tavşan çizdik ya, durun arkadaşlar, ne yapıyorsunuz? Herkes görmek istediğini görüyor çünkü.”
15 yıl öncesi, sonrası
2000’lerin başları... Leman’dan ayrılan bir grup çizer (Metin Üstündağ, Selçuk Erdem, Erdil Yaşaroğlu ve Bahadır Baruter) daha ‘taze’ bir şeyler söylemek için kendilerine yeni bir dergi kurar. “Öğretmen gibi olmayacağız” gibi demeçler verilir, “didaktik olmadan, sade ve komik bir şekilde derdini anlatabilen bir dergi” hayalleri kurulur. 2002 sonrası Türkiye, sert iklimlerle, davalara tanık olmaya başlar. Okuyucu gözünde, bir tek mizah dergilerinin ‘muhalefet’ yaptığı bir döneme kadar dayanır. Erdil’e göre okuyucuların Penguen’in kanatlarına yüklediği bir muhalefet bu: “Hiçbir hırsı, hedefi olmayan bir muhalefet türü bu aynı zamanda. Bizimki ‘yanlış’a karşı yapılan bir eleştiri. İktidar neyse bizim derdimiz o. Çizmeye, lise sıralarında, Kadıköy Anadolu Lisesi’nin ‘Martı’ dergisinde başlamıştım. O zaman benim için iktidar müdürdü; ben de müdürü çizer, onunla dalga geçerdim.”
Son sayımız da adam gibi olsun istedik
‘Son 3 sayı’ açıklaması sonrası etrafında dönen “ekonomik sorunlar” başlığına dair teknik sorular: Ne kadardır böyle? Ve nasıl çözülür? İlk sorunun yanıtı Erdil’den: “3-4 sene önce dergi kendini döndürememeye başladı. Sonuçta bağımsız bir medya grubuyuz. Kendi cebimizden dergi çıkaracak gücümüz de yoktu. Bundan sonra olabilecekleri sezmeye başladık. Gidecek yolu da görüyorsun. İçeriğe dokunacak, bazı yazarlarla vedalaşmak zorunda kalacaksın. 16 sene düzgün düzgün çıkarmışız istediğimiz dergiyi. En gitmek istemediğimiz yoldu o. Son sayılarımızı da adam gibi, istediğimiz gibi yapalım, öyle kapatalım istedik. Yakışıklı bitirelim yani.” İkinci soruya gelince... “Sonuçta çizerliği bırakmıyoruz. Çizmeye, paylaşmaya devam” diyor ekip, heyecanla yenilenen Penguen App’inden bahsediyor, günlük ve anlık güncellemelerini hatırlatıyor. Penguen kapanmasın diye her gün üçer-beşer Penguen alanların, kampanyalar düzenleyenlerin dikkatine...
Ağır ve gizli bir depresyonun meyveleri bunlar
Penguen ekibinin, komedi dizilerinin ekrandan silindiği, ‘stand up’ şov sayılarının azaldığı, mizah dergilerinin bayideki en görünür rafı bölünerek çoğalan kentli, dertli, edebiyat dergilerine bıraktığı bir dönemde dergiyi kapaması tesadüf değil. Selçuk’un tespiti ağır, gerçek ve ciddi: “Bence depresyondayız. Hem de baya ağır ve gizli bir depresyon... Hafif versiyonunda canın gülmek ister. Bu böyle değil. Eskiden kriz zamanı mizah dergilerinin satışları patlardı, artık böyle bir ‘mecal’ bile kalmadı. Artık gülecek halinizin kalmadığı, kolunuzu bile kaldıracak enerjiyi bulamadığınız anları düşünün, toplayın.” Ne kadar tanıdık, ne kadar hislere tercüman...
Güleriz ağlanacak halimize
Oysa Türk toplumunun mizaha olan düşkünlüğü, Erdil’in deyimiyle “başka hiçbir toplumda kolay kolay görülmeyen bir yatkınlığa ayrı bir paragraf açmalı. ‘Gülerek ağlanacak halimize’ ile ‘karı gibi gülme’ arasında gidip gelen bir toplum bu, mizahla olan ilişkisine dair söylenecek laf çok. Selçuk’un: “Türk halkı olarak mizahı her zaman çok sevdik” tespitini Erdil ‘rakamlarla’ destekliyor: “Bizim ve diğer karikatüristlerin Twitter hesabına bak... Ortalama 3 milyon takipçi! Dünyada böyle bir örnek, bir ülke yok. Baskı olan yerden mizah fışkırır. Gezi’de de bunu gördük. Söylemek istediğin rahatça, özgürce söyleyemeyince bunun dolambaçlı yollarını arıyorsun. Osmanlı’dan beri bu böyle.”
Gezi mizahı aslında hep vardı, hep var olacak
“Dergi mizahı, sokak mizahı, internet mizahı... Gezi mizahı denilen kültür, tüm bunların toplamı aslında ve bir süredir vardı, yaşıyordu. Gezi sırasında insanlarla beraber o da sokağa çıktı.” – Erdil
Selçuk, “Çok çizer çıkardık. Bu da bizi çok mutlu ediyor” derken o mutluluğa katılmamak elde değil. Sayalım: Uğur Gürsoy, Yiğit Özgür, Cem Dinlenmiş, Serkan Altuniğne, Özer Aydoğan, Umut Sarıkaya, İlker Altıngök...
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR