‘‘UZUN süreden beri Türkiye'nin geleceğinin Avrupa'da olduğunu düşünmekteyiz. Türkiye ve AB'nin mümkün olan en yakın ilişkiyi geliştirmeleri hem ABD'nin, hem de Avrupa Birliği'nin stratejik yararınadır.
Ankara ile üyelik görüşmelerinin en yakın sürede başlatılacağını umuyoruz.
Ülkemiz, Aralık ayındaki Kopenhag Zirvesi'ne kadar, konuya ilişkin olarak Topluluk başkentleriyle temas içinde olacaktır’’.
* * *
YUKARIDAKİ sözler önceki gün Washington'da ve Birleşik Amerika Dışişleri Bakanlığı resmi sözcüsü Richard Boucher tarafından telaffuz edildi.
Bu tür bir açıklamaya ihtiyaç duymasının nedenini de, Brüksel Komisyonu tarafından yayınlanan ‘‘İlerleme Raporu’’nda Türkiye için müzakere tarihi verilmemiş olması oluşturdu.
Konunun üzerinde durmamız gerekiyor.
* * *
DURMAMIZ gerekiyor, çünkü dünyadaki tek ‘‘ultra süper güç’’ün sözcüsü böyle bir açıklamayı ‘‘haybeden’’ yapmaz.. Ankara'nın ‘‘gözüne girmek’’ için de yapmaz.
Üstelik dikkat, duyuru hem raporun yayınlandığı aynı gün, hem de hiçbir karar yetkisi bulunmayan AB yürütme organının kaleme aldığı bir ‘‘yönlendirme’’ metni için yapıldı.
Yani Boucher'in deklarasyonu demektir ki, ‘‘Sam Amca’’ Türkiye için Avrupa'yı bayağı bayağı sıkıştıracak. Sıkıştıracak ve de işin peşini kolay kolay bırakmayacak.
Tıpkı Helsinki kararı öncesinde olduğu gibi, ABD diplomasisi ‘‘pres’’ uygulayacak ve 12 Aralık Zirve'sinde Ankara'ya tarihi verilmesi için Topluluk'a cidden ‘‘bastıracak’’.
Hatta çok muhtemeldir ki, konu George W. Bush'un en üst düzey Avrupalı liderle gerçekletireceği temaslarda bile özellikle gündeme getirilecek.
O halde, sırtımızın ‘‘pek’’ olduğunu şimdiden söyleyebiliriz.
* * *
TAMAM söyleyebiliriz ve ‘‘Sam Amca’’nın bize böylesine ‘‘koltuk çıkması’’ tabii ki hiç yabana atılacak bir şey değil ama, bir de madalyonun öteki yüzünü görmek gerekiyor.
En önce, Washington'un Türkiye'yi pek bir kollaması, onun Ankara'nın kara kaşına ve kara gözüne sevdalı olmasından falan kaynaklanmıyor. Bunu düşünmek enayiliktir.
Şansımız ve şu kesin ki, Beyaz Saray'da hangi yönetim ve hangi kanat ağırlıkta olursa olsun, ABD bizim ülkemizi en stratejik eksene oturtuyor ve kendisi için ‘‘hayati’’ addediyor.
Üstelik, Irak harekatının eli kulağında ve Türkiye burada da belirleyicilik taşıyacak.
Dolayısıyla, Boucher'in açıklaması bir ‘‘al gülüm, ver gülüm’’ politikasına oturuyor.
* * *
İYİ güzel de, Birleşik Amerika'nın her forumda Ankara'yı bu derece ‘‘sırtlaması’’, aynı zamanda bizim ona her gün daha fazla ‘‘gebe kalmamız’’ anlamına gelmiyor mu?
Her ABD girişimi, Türkiye'yi aynı ABD'ye daha da fazla bağımlı kılmıyor mu?
Ötesi, Atlantik'in karşı yakasıyla arasında mevcut uçurum hızla derinleşen bir Avrupa, Washington'un, zaten daima onun bir ‘‘Truva atı’’ olmasından şüphelendiği Ankara için bu denli ‘‘bastırması’’ karşısında nasıl bir tutum alacak? Hangi tepkiyi gösterecek?
‘‘N'eyleyeyim süper güçtür ve öte yakayla göbek bağım var. Metazori, Türkiye için de ABD'nin gönlünü hoş tutmam gerekiyor’’ mu diyecek; yoksa ‘‘yetti billah, kendi kıtamda ben öter, ben karar veririm. Sen ne karışıyorsun’’ diye rest mi çekecek?
Bu soruların cevabını bilmiyoruz ve ikinci olasılığı da asla göz ardı edemeyiz.
Tıpkı, Washington'daki bir dışişleri sözcüsünün açıklamasına güvenip, aslında her şeyi Ankara'daki gelişmelerin belirleyeceği gerçeğini görmezden gelemeyeceğimiz gibi...