Güncelleme Tarihi:
İstanbul’a ilk kez tek başıma ayak bastığım günü hatırlıyorum. O gün ne giydiğimi, İstiklal Caddesi’nde kendi kendime yürüdüğümü, Gümüşsuyu’ndan inip Ortaköy’e kadar gittiğimi... Lise yeni bitmişti, bir yaz günüydü ve lisedeki en yakın arkadaşımla hayatımızda ilk kez bir müzik festivaline gidecektik. Artık İzmir’den İstanbul’a üniversite için taşınacağımızı biliyor ve onun gururu ve büyümüşlük hissiyle Beyoğlu’nda akşamları turluyorduk. İstanbul denilen koskoca şehrin bir parçası olmak için, hala en çok turladığım semt olan Beyoğlu’na ayak bastığım o günü çok iyi hatırlarım.
O yazdan bu yaza tam 12 sene geçti. Bu 12 senenin 10’nunda İstanbul’da yaşadım ve rahat yarısında ara ara geçirdiğim hezeyanlarda, bu şehirde ne halt ettiğimi, kendimi neden gereksiz streslere soktuğumu sorgulayıp durdum. İzmir’de olabilirdim, şehir merkezindeki evimizden işe hiç trafik çekmeden 10 dakikada gidebilirdim, kira vermek zorunda kalmaz, annemlerin güvencesi altında kaygısız yaşardım, çevremde bu kadar rekabetçi ve bin bir türlü insan olmazdı, en güzeli de hafta sonu güzel bir havada deniz kenarında kahvaltı etmek için bile trafikte çürüdüğüm, sıra beklediğim, bir ton hesap ödediğim Ortaköy-Emirgan hattı yerine Cuma akşamüstü 5 dedin mi basıp Çeşme’ye gidebilirdim. Ama gitmedim. Ve artık gidemiyorum. Çünkü İstanbul dediğin bu şehir, durmuyor. Bazen çirkince bazen de güzelliğine güzellik katarak büyülüyor, yeni yeni insanlarla, binalarla dolup taşıyor, kendi kültürünü yaratıyor ama değişimi, çekim gücü hep aynı kalıyor.
Benim gibi toplam 10 sene İstanbul’da yaşayan Ahmet Polat, 2013’te başladığı ve halen üzerinde çalışmaya devam ettiği A Bridge Too Far serisinden fotoğraflar ile Galeri x-ist’te İstanbul’a odaklanıyor. Ahmet Polat, terk etmeye kıyamadığım İstanbul’u sürekli değişen, kendi başına bir ülke olarak tanımlıyor. Yaşadığım hezeyanlarda kendime neden katlandığımı sorduğum bu şehirdeki rekabet ortamını, sanatçı o kadar iyi anlatıyor ki, fotoğraflara bakarken bu şehirde yaşadığınız hayattan birebir parçalar buluyorsunuz:
“Örneğin bomboş bir köprüde yan yana neredeyse birbirlerinin omuzlarına değecek kadar yakın bir şekilde dikilmekte olan iki gencin fotoğrafı... Tüm o koca alana rağmen birbirlerinin dibindeler. Bu şehirde insanlar baskın olmak istiyorlar; koskocaman boşluk içindeki o küçücük alan üzerinde tek hâkim olmak istediklerinden dip dibeler.”
Ahmet Polat’ı başarılı kılan, derinini görebildiği hikayelerden, yüzüne baktığı insanların hislerini yakalayabildiği fotoğraflarıyla kendi hikayesini yaratması. Polat’ın sergi konularından örnek vermek gerekirse; Hollanda’da doğan Türk asıllı sanatçı, bir sergisi için köklerini aramak üzere Gaziantep’e giderek Türk akrabalarını bulmuş, hatta kendi adını taşıyan beş Ahmet Polat ile tanışmış, bir ay onlarla yaşayarak fotoğraflarını çekmiş. Başka bir sergisinde ise, Lahey’in bir bölgesinde yoğun olarak Türklerin ve diğer yabancıların yaşadığı bir mahalledeki restorasyon çalışmalarının insanların yaşamlarındaki etkisini fotoğraflamak için bölgede bir yılı aşkın bir süre yaşayarak, eski binaların yıkılıp yerine yeni binaların yapılmasını, semtlerin yok oluşunu ve gençlerin asimile olmaya zorlanmasını gözlemlemiş. Sanatçının bu gibi uzun soluklu çalışmalarla her biri izlerken sizi o dünyanın ve hikayenin içine çeken başarılı fotoğrafları, Kimsin Sen?, Kemal’s Dream, Depremi Düşünmek, Gurbetçiler, Evim Rüyalarımı Bıraktığım Yerdir, Old Country, New Country, Sadece Davetliler gibi birçok etkileyici sergiyle izleyicilerle buluşmuş ve dünyanın en önemli fotoğrafçılık kurumu olan International Center of Photography’nin (Uluslararası Fotoğraf Merkezi) "Genç Fotoğrafçı" ödülü ve Hollanda’da ülke çapında düzenlenen FOTOWEEK Fotoğraf Festivali tarafından “Hollanda’nın Fotoğraf Elçisi” unvanı gibi ödüllerle de otoriteler tarafından da taçlandırılmış.
Ahmet Polat, bu kez İstanbul’un değişimini portreler üzerinden fotoğrafladığı serginin adını “A Bridge Too Far” koyarken, hem o sürekli konuştuğumuz üçüncü köprüden hem de 1977 yapımı, Gene Hackman & Anthony Hopkins filminden esinlenmiş. 2. Dünya Savaşı’ndaki gerçek bir hikâyeyi konu alan film, zamanında eleştirmenler tarafından gerçeklere dayanmadığı iddia edilerek eleştirilmiş. Ahmet Polat, İstanbul’da Koç Üniversitesi’nde çalıştığı yıllarda 3. köprünün yapımını sürekli uzaktan izlemiş ve köprünün şehre neler katacağını, şehirden neler götüreceğine kafa yorarken filmden de etkilenerek tarihin ne kadar subjektif olduğunu ve onu yazan kişinin bakış açısını barındırdığını düşünmüş. Tarih yazımındaki gerçeklik ile öznellik ilişkisinden yola çıkarak, kendi çektiği İstanbul fotoğraflarının da şehrin tarih yazımında kişisel yaklaşımını bu sergi ile ortaya koymuş. Polat’ın bu karmaşık, devinimli ama vazgeçilmez şehir ile ilgini fotoğraf kaydını 2 Nisan’a kadar Nişantaşı’ndaki Galeri x-ist’i ziyaret edebilirsiniz.
*Yazıyı yazarken Artful Living ve Banu Çarmıklı'nın sanatçı ile röportajlarından faydalanılmıştır.
irmakozer.com tarafından hazırlanmıştır.