Güncelleme Tarihi:
Son günlerde yazılı basında cumhurbaşkanının ABD ziyareti nedeni ile gezilere katılan kimi yazarlar köşelerine bilimin yararları ile ilgili makaleler yansıttılar. Bu vesile ile silikon vadisi ve CERN Türk kamu oyunun gündemine çok küçük de olsa yer aldı. Çok sayıda iyi niyetli insan, silikon vadisinde gerçekleştirilen bilimsel ve teknolojik başarılardan haberdar olunca, haklı olarak bizde niye böyle bir vadi yok veya CERN'E niye üye değiliz diye hayıflandılar. Bu makalemizde ülkemizde böyle bir vadinin olmayışının nedenleri ile ne yaparsak böyle bir vadiye sahip olabiliriz sorusunun yanıtları verilmeye çalışılacaktır.
Copernicus,Galileo,Kepler.Newton gibi yaşadıkları çağı derinden etkileyen dehalar ile başlayan bilimsel devrim kısa bir süre sonra dünyanın sosyal siyasal ve ekonomik coğrafyasını değiştiren endüstriyel devrime dönüşmüştür.Buhar kuvvetinin keşfi,termodinamik kanunlarına dayandırılarak üretilen makinelerin kol kuvvetinin yerini alması,üretim şeklini değiştirmiş, devrim mantığını kavrayan Avrupa'ya zenginlik,refah, siyasi güç, bunu kavrayamayan Osmanlı imparatorluğuna ise, tarihe kayıt düşen duraklama ve gerileme dönemleri getirmiştir. Avrupa ortaçağ karanlığından kurtulup refah toplumu haline gelirken, Osmanlı fakirleşmiştir .Orta Avrupa'ya kadar uzanan Balkan topraklarını kayıp etmiş, bu yenilgilerin sonucu olarak Anadolu'ya göç eden ecdadımız büyük acılar çekmiştir. Bunun nedeni, kimi tarihçiler ve sosyal bilimciler kızacak, Osmanlı imparatorluğunun bilim özürlü olmasıdır.Osmanlı medreseleri bir üçgenin iç açılarının 180 derece olduğunu bilmeyen ulamalar yetiştirmiştir. Avrupa'nın 400 senede başardığı bu sosyal değişimi, Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet Türkiye'si seksen senelik kısacık ömrüne sığdırmaya çalışmıştır. Ne kadar başarılı olduk ortadadır. Şimdi gelelim günümüze. Dünya bilimsel ve endüstriyel devrime benzer yeni bir devrimin, nano-teknoloji devriminin eşiğindedir.Türkiye ise enerjisini gereksiz konular üzerinde harcamaktadır.
Sayın cumhurbaşkanım, SİLİKON VADİSİ gibi isimler ile anılan bilim köylerinde, üniversite yerleşkelerinde, tekno-parklarda, araştırma merkezlerinde, atom ve atom altı boyutlarda maddeyi kontrol altına alan nano-teknoloji geliştirilmektedir. Fransa'nın Akdeniz kıyılarındaki Sophia Antipolis bilim şehrinde temel ve uygulamalı bilimlerde doktora yapmış on binlerce uzman Fransa'yı bu yeni teknolojiye hazırlamaktadır. Nasıl Stanford üniversitesi Silikon vadisindeki girişimcilere bilgi üreterek destek veriyorsa, Nice Üniversitesi de Antipolis de gerekli bilimsel desteği girişimcilere vermektedir.Etkinlik alanı İtalya'dan İspanya'ya kadar uzanan bu bölge de TELECOM VADİSİ olarak bilinir. Benzer kuruluşlar Almanya İngiltere ve Rusya da faaliyet halindedir. Bir ülkenin bilimsel kalitesi, özellikle temel bilimlerdeki kalite, yani fizik kimya matematik ve biyolojideki kalite, uluslar arası düzeyde değilse, maalesef ülkemiz bu durumdadır, vadi kurmamız Tanzimat döneminden beri uyguladığımız taklitçilikten öte bir anlam ifade etmez.
Nano bir fiziksel büyüklüğün milyarda biri demektir; örneğim nano saniye saniyenin, nano metre metrenin, milyarda biri anlamını taşır. Maddenin bu boyutlardaki, yani atomik ve moleküler boyutlardaki dinamiklerini, kuantum mekaniği açıklar. Nanoteknoloji bir kuantum mühendisliğidir. Bilimsel ve endüstriyel devrimlerde olduğu gibi, dünyanın sosyal,ekonomik,kültürel ve politik yapısını değiştirecektir. Ülkemizin bu yarışta yer almasının sorumluluğunu, YÖK, üniversitelerimizin ve araştırma kurumlarımız taşımaktadır. TÜBİTAK,TAEK,TÜBA, KOÇ; SABANCI gibi büyük şirketlerimizin ve en önemlisi siyaseti bu sorumluluktan soyutlamak mümkün değildir. Gezegenin geleceğinde hiç bir etkinlik nanoteknoloji kadar önem taşımamaktadır.
Bu yarışta yer almak istiyorsak önce gençlerimize kuantum fiziğini öğretmemiz gerekir; bilgi çağının kapısını ancak öyle açabiliriz. Nasıl klasik mekanik, elektrik, termodinamik ve optik bilinmeden mühendis olunmaz ise kuantum fizik bilmeden katma değeri yüksek nanoteknoloji üretimi yapılamaz sadece taklit edilir Nanoteknoloji veya bilgi teknolojileri ekonomi literatürüne, Bilgi Kaynaklı Üretim Ekonomisi (Knowladge Base Economy) kavramını sokmuştur; katma değeri yüksek üretim yapan ekonomi anlamına gelmektedir. Silikon vadisi veya benzeri araştırma geliştirme merkezleri, üniversiteler ile etkileşim halinde bu yeni ekonomiye, tablet bilgisayar benzeri katma değeri yüksek yeni ürün tasarlarlar, biz ise sadece satın alırız.
Åžimdi gelelim ülkemiz üniversitelerine, Sayın cumhurbaÅŸkanım, inanın bu satırları üzülerek yazıyorum; Türkiye'de sayısı yüzü elliyi aÅŸkın devlet ve vakıf üniversitesi var. Bunlar arasındaÂODTÃœ,BÄ°LKENT, BOÄžAZİÇİ, KOÇ, SABANCI, Ä°TÃœ, AÃœFF, Ä°ÃœFFÂgibi çok az sayıda üniversitede Kuantum fiziÄŸi öğretilmektedir. Mühendis yetiÅŸtiren çok sayıda üniversitede, fizik bazılarında matematik bölümü dahi yoktur. Fizik ve matematik eÄŸitimi almadan nasıl mühendis olunabilir, taktirinize bırakıyorum. Bu çakma üniversitelerden mezun olan gençlerimiz gemilerini, küreselleÅŸen dünyanın açık denizlerinde nasıl yüzdürecekler. GeliÅŸmiÅŸ ülke üniversitelerinden mezun olmuÅŸ gençler ile nasıl rekabet edecekler. Amerika'da özellikle silikon vadisinde veya CERN laboratuarlarında Türkler ile karşılaÅŸabilirsiniz, bazıları öğrencim olmuÅŸtur, bu olgu sizi yanıltmasın, onları çok yakından tanıyorum kendi öz kabiliyetleri ile oralara gelmiÅŸlerdir.EÄŸitim sisteminin amacı ise orta kabiliyetli öğrencileri onların seviyesine çıkartmaktır.
Bilgi çağının mimarı, yani toplumun kültürel yapısındaki dönüşümleri saÄŸlayacak özgün bilgi üreten üniversiteler ve araÅŸtırma merkezleridir. Åžimdi kendimize ÅŸu soruyu yöneltelim ve dürüstçe yanıt verelim, bilim ve teknoloji sistemimiz toplumda bu deÄŸiÅŸimi saÄŸlayacak kaliteye sahip midir? Ãœlkemiz üniversitelerimizin uyguladıkları programlar ve ürettikleri özgün bilgi, uluslar arası pazarda deÄŸer ifade edebiliyor mu?  Bu soruya evet demek mümkün deÄŸildir. DeÄŸiÅŸimi saÄŸlayan nanoteknoloji, dijital teknoloji ve bilgi teknolojileri iç içe geçmiÅŸ bir bütündür; hem ekonomik deÄŸer üretiyor hem de bu ekonomik deÄŸeri siyasi güce dönüştürüyor. Åžimdi soralım bizde böyle bir güç var mı?Â
Â
 Kendi HERONUNU, kendi PRETODORUNU, kendi iletişim sistemini, kendi yongasını, kendi uydusunu kendisi yapamayan Türkiye’ye bir gerçek olarak karşımızdadır. Mayınları temizleyip Mehmetçiklerin şehit olasını önleyemiyoruz.Amerikalı askerler hiç mayına basmıyor. Kendi elektronik istihbaratımızı kendimiz yapamadığımız için Uludere’de 34 vatandaşımız öldü. Kimse sesini çıkaramıyor. Önceki komutanlardan birisi Kandil ‘i kast ederek biri bizi gözetliyor haline geldi diye dış kaynaklı optik istihbaratı övdü. Bunların nedenleri üzerinde düşünmek zorundayız. Kurda sormuşlar boynun neden kalın ‘kendi işimi kendim görürüm de ondan’ diye yanıt vermiş. Lafa bakarsan etraf kurt dolu ancak boyunları kalın değil. Fatih Sultan Mehmet, Kostantinopolusu zapt edip İstanbul yaptığında, Amerika kıtası keşfedilmemişti. Ne oldu da 1946 yılında kurulan İsrail’in HERONUNA muhtaç olduk.
Siyasi gücün kaynağı eÄŸitilmiÅŸ toplum eÄŸitilmiÅŸ kuÅŸaklar, yani insan sermayesidir.Â
Önümüzdeki yıllarda ülkelerin gücü ve siyasi etkinliği, nanoteknoloji, bilgi teknolojileri ve dijital teknoloji kulvarlarında ne kadar hızlı koşmalarına bağlı olacaktır. Dünya bilenler bilgi üretenler ve bunları yapamayanlar olarak ikiye ayrılacaktır. Umarım, pek umudum yok ama, Türkiye bilenler kategorisinde yerini alır.