Güncelleme Tarihi:
"Kimlik", bir kişi veya grubun kendisini tanımlamaya ve kendini diğer kişi veya gruplar arasında konumlamaya yarayan bir resim veya adrestir. Bizim kendimiz olduğuna inandığımızı şeyle onların bizi nasıl gördüklerine dair etkileşimleri ve gerilimleri içeren bir resim; bizimle başkaları arasındaki mesafeleri, çekişmeleri, düşmanlıkları, dostlukları gösteren psiko-sosyal bir yere işaret eden bir adres… Şüphesiz resim ve adres bir kimlikte yan yana, iç içedir; resmimiz adresimize adresimiz resmimize ilişkin yanlar içerir. Kimlikle ilgili bunları söylüyor, ülkemizin önemli sosyal psikologu Prof. Nuri Bilgin, "Kimlik İnşası" kitabında.
Herkes bir kimliğe mecbur, insan için en imkansız şey, fark edilmeden bir kenarda yaşamaktır. Bireysel kimliğimizin yanı sıra bir de toplumsal kimliğimiz var. Kimliğimizin toplumsal boyutu çok karışık, birçok farklı isim altında karşımıza çıkabiliyor. Etnik, dinsel, ulusal kimlikler, toplumsal kimliğin değişik versiyonları.
Toplumsal kimlik, bireysel kimliğin oluşum süreci içinde ortaya çıkar. Zaten "ben kimim?" sorusuna verilen cevap her zaman "biz kimiz?" sorusuna verilen cevapla bağlantılıdır. "Ben kimim?" sorusuna bireyin toplulukla bağlantısını gösteren mensubiyet ve aidiyet duygularını içermeyen bir cevap verilemez. Her durumda bir grubun içine doğan insanın yapısı gereği aidiyet ve mensubiyet duygularından arınmış bir kimlik söz konusu olamaz. Aidiyet ve mensubiyet unsurları bir tutunum çerçevesi sağlayamamışsa bireysel kimlik de kırılgan ve parçalanmaya hazır hale gelir.
Nasıl ki insan hayatında "sen kimsin?" ya da "ben kimim?" sorusunun birçok cevabı varsa, "biz kimiz?" sorusuna da verilebilecek birçok cevap vardır. İnsanın bireysel varlığının bebeklikten, bebeklik nefsinden çıkarak şekillenmesi ve tutarlı bir kimliğe doğru yol alması gibi grup-varlığı da çeşitli şekillenme aşamalarından geçerek ilkel amorf yapısından örgütlü ve düzenli bir yapıya doğru ilerler.
İnsanın grup olarak varoluşsal kipleriyle de ulusal kimliğin birbirine karıştırılması, bugünlerde çok sık rastlanan bir yanlıştır. İnsanın en amorf, spontan, örgütsüz büyük grup yapılarına, kalabalık, kitle, sürü, yığın gibi adlar verilebilir. Ankara'nın Kızılay Meydanı'na helikopterle ya da uçakla tepeden bakılsa görülen şey insanın grup-varlığının amorf yapısıdır ve ilk bakışta bu yığın, henüz bir grup örgütlülüğünden uzaktır. Ama hayat bu tepeden bakışta göründüğünden çok farklıdır. İnsanların birlikte yaşamak için gerekli asgari müştereklere; bir dile, ortak inançlara, ortak bir ahlak telakkisine, ortak bir kozmoloji ve kozmogoniye (evrenin ve insanın nasıl ortaya çıkıp varoldukarı hakkında fikirlere) ihtiyaçları vardır.
"Ne işimiz var burada? Bu nasıl bir dünya? Şu parlayan güneş neyin nesidir; nereden geliyor bu ışık, niye gece ve gündüz var? Niye kadınlar ve erkekler farklı? Nasıl ve neden ürüyoruz? Çocuklarımızı nasıl evlendirmeliyiz? Ölülerimizi nasıl gömmeliyiz? vs…" Yaşayan herkes, her varlık bu sorulara bir cevap bulmak zorundadır ve üstelik bir grup, bir topluluk olabilmek için, bu cevaplarda kişiler için önemli ölçüde bir ortaklık olması icap eder. Bu ortak cevaplara göre de, toplumsal yaşamın gerekleri; ölüm, evlenme, doğum ritüelleri düzenlenir. Bunları yapabilen gruplar -ki her grup yapabilir- kalabalık olmaktan, sürü olmaktan çıkar ve "topluluk" olur. İşte bu topluluğa, yani ortak bir dil, müşterek kadim inançlar, kozmoloji-kozmogoni ve ortak yaşam ritüelleri etrafında kendisini organize edebilmiş insan grubuna, "etnisite" denir. Bazı araştırmacılar, etnisitenin yaptığı organizasyon etkinliklerini ve bu etkinlik için gereken zihinsel işleyişi "kültür" olarak adlandırır. Bu noktada, "etnisite"nin, insanın yaşamını sürdürebilmek için grup olarak ilk yapabildiği etkinliklerin toplamından oluştuğu söylenebilir. Bu durumda bizim "Türk grup davranışı" adı altında incelediğimiz, Türklerin tarih boyunca nispeten değişmeden kalmış davranışları, aslında Türklerin etnik (kültürel) özellikleri olmaktadır.
Etnisite, kimlik tartışmalarında en yanlış anlaşılan kavramların başında gelir. Bazı cahiller onu bir ırk özelliği sanırlar, bazıları ise biraz sonra ele alacağımız ulusal kimlikle karıştırırlar. Onlar, bir etnik oluşumun özelliklerini sanki ulusal kimliğin unsurları gibi ele alırlar. Oysa etnik özelliklerin senteziyle ortaya çıkmış oluşuma yukarıda değindiğimiz gibi "kültür" ya da "etnik kimlik" denir. Etnisitenin bir ulusal kimlik edinmesi, ulusal kimliğe kavuşabilmesi için nasıl bireysel kimlik oluşumu sırasında zor ve meşakkatli yollardan geçiliyorsa, etnik topluluğun da buna benzer yollardan geçmesi gereklidir. Bakalım:
Büyük insan grupları, organizasyon yeteneklerini geliştirdikçe, grup-varlık kipleri başka adlar alırlar. Bu oluşumlarına, mesela "birlik" (association) ya da "cemaat" (community) denir. Birlik, daha çok lonca, ahilik, sendika gibi meslek ve iş temelli örgütlenmelerdir. Cemaat ise, inanç merkezli organizasyonu esas alır; dost-düşman ayrımı inanca göre yapılır. Bu nedenle grup psikolojisi açısından baktığımızda bir tarikata mensup olmak ile bir parti üyesi olmak yahut da bir spor kulübü taraftarlığı arasında fark yoktur. Hepsinin ortak yanı, inanç temelli organizasyonlar olmaları, inanç temelinde bir araya gelinmesiyle oluşmalarıdır.
İnsan gruplarının organizasyonlarının en gelişmiş şekli ise "devlet", yani "siyasal toplum"dur. Devlet kurabilmiş bir topluluk, bir hukuk üstünde ittifak edebildiği içindir ki, insanın grup-varlığının en organize biçimidir. Bu topluluk, gücü kullanma ve yönetme yetkisini içlerinden birilerine devredebilmiştir ve işbölümünü gerçekleştirmiştir. Ulusal kimlik diye konuştuğumuz kavram, son derece yetkin olan bu üst organizasyonla yani devlet ile ilgilidir. Bu seviyeye varmış bir topluluk, artık daha önce saydığımız etnisite, birlik, cemaat gibi mefhumların çerçevesinden çıkar ve daha geniş bir ihata çemberi içinde "ulus" rütbesine liyakat kazanır. Devlet kurmuş halka "ulus" denir. Devleti oluşturan ulusun kimliğine de -ki; o devleti kurmuş olmakla zaten kimliğini ifşa etmektedir- "ulusal kimlik" adı verilir.