Mehmet Şüküroğlu
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 21, 2007 17:11
Son günlerin gözde konusu "Küresel Isınma" ve beraberinde insanlığa getirmesi muhtemel zararlar. Hayati önemdeki bu konuya dair haberleri, hepimizi ilgilendirdiği için dikkatle izliyoruz.
Tehlike olarak tüm uluslararası toplantılarda işlenen husus şu; her geçen gün artan karbon gazı salınımı, bizleri güneş ışınlarının zararlarından koruyan atmosfer tabakasının incelmesine yol açıyor. Isınma arttıkça da buzulların erimesi, suların yükselmesi sonucu kara parçalarının ciddi bir bölümünün yakın bir gelecekte sular altında kalacağından endişe ediliyor.
Bu aniden hızlanan uyarıları, Küreselleşme aktörlerinin; biz yeterince dünyayı kirlettik, bundan sonra siz kirletmeyin, yeni teknolojilerimizi satın alın demesi olarak da izah edenler var. Küreselleşmeye ısınamayanların dile getirdiği bu görüşe göre yeni güçlerin ortaya çıkması istenmediği için küresel ısınma ve iklimsel değişim adı altında yeni bir yüksek güvenlik kavramı dikte ettirilmek isteniyor.
Ancak benzer bir şekilde ve daha yakın bir gelecekte toprak kayıplarına yol açmasından korkulan, bir o kadar daha hayati bir tartışma konusu da bizim yerli gündemimizi sarmış durumda. Bize hayat veren, koruyan atmosfer tabakamız, yani devlet anlayışımız da ne yazık ki her geçen gün inceliyor, zayıflıyor.
Hem de güneş gibi bizi aydınlatması, ısıtması beklenen aydın tartışmalarından başlayarak iç ve dış politikamıza bıraktığı gölgesine uzanacak kadar. Devleti zayıflatma pahasına çevre kirliliği gibi bilgi ve
haber kirliliğine yol açan bu salınımların vermeye başladığı zarara, bu gelinen duruma da "Yerel Isınma" diyebiliriz.
Batının tarafsızlığını yitirdiğini bugün herkes kabul ediyor ancak "Batıya inanma ama Batısız kalma" oyununu oynuyoruz. Güneşimiz doğudan doğmuş olsa da dünya batana kadar yüzümüzü batıya çevirmişiz, pozisyonumuz bu, bu değişmez gerçeğimiz bizim, güneşimizi bu yönde izliyoruz.
Ancak sigortasız girilen uyum çabaları ile geldiğimiz nokta her alanda salınımlarla bizi baş başa bıraktı. Salınımların başında vizyon ve büyük değişim adı altında dünyaya entegre olma yürüyüşünün karşısına sanki dünyadan kopma anlayışı konuyormuş gibi gösterilmesi geliyor.
Hukuk devleti mi yoksa kanun devleti miyiz tartışmaları bir diğer gel git. Negatif-pozitif milliyetçilik tartışmaları da benzer bir başka karışıklık. Devleti bireyin, bireyi devletin önüne koyma salınımı başka bir kafa karışıklığı. Bir de derin devlet karmaşası var zihinlerde. Aslına bakarsanız, derin olması gereken endişe, çünkü mademki bireyiz, Hepimiz Devletiz ! Devlet hepimize lazım.
Ne değişti de bu noktaya geldik, buz dağları mı eridi yoksa bu top yekun bir sulanma, sular altında kalma hali mi? Değişen şu, hepimiz değişime, mutasyona uğruyor, uğratılıyoruz. Güneşin böyle de bir etkisi var. Güneş ışınlarının zararlı olacak ihtiyaç fazlasını yansıtıp tekrar atmosferden dışarı yollamadığınız ve salınımlarınızı makul seviyenin üzerine taşırdığınız sürece ısınma artıyor, atmosferinizi daha da inceltiyor, devletinizi yıpratıyor, dışarıya karşı görüntü kirlenmesine yol açıyor, ısınıyor, gittikçe nefes alamaz hale getiriliyorsunuz. Artık dışarıdan birinin, serçe parmağı ile dokunması kalıyor bu zayıf muhafazaya.
Dünyaya kapanmak gibi bir amaç olamaz şüphesiz, güneşin fayda ve zararlarını ayrıştırmamız, korunağımızı sağlam ve güçlü tutup, küreselleşmeye bu uyanıklıkla ısınmamız gerekiyor, atmosfer kadar ince bir çizgiye mecburuz sadece, o da kendi dünyamızı koruyarak evrende var olabilmek için. Küresel Isınmanın o sevimli kutup ayıcıklarını uyutmuyor oluşuna niçin üzülüyoruz ki, onlar bize uyanık durma huzursuzluğunu işaret ediyor !