Güncelleme Tarihi:
2000-2006 yılları arasında işlenen bu cinayetlerin failleri yıllarca bulunamadı.
4 Kasım 2011 tarihinde bir karavanın içinde intihar eden iki NSU’lu teröristin şu anda yargılanmakta olan Beate Zschaepe ile birlikte bu cinayetleri planlayıp işledikleri tesadüfen ortaya çıktı.
***
Evet aradan tam 4 yıl geçti.
Ama hala bir arpa boyu yol kat edilemedi.
Federal Hükümet’in Göç, Sığınmacılar ve Uyumdan Sorumlu Devlet Bakanı Aydan Özoğuz öncülüğünde önceki gün başbakanlıkta bir nevi kurbanları anma etkinliği düzenlendi.
Katılımcıların çoğu 4 yıl önce olduğu gibi yine aynı şeyleri soruyordu.
“Bu cinayetlerin kim veya kimler tarafından işlendiği 10 yılı aşkın süre nasıl oldu da ortaya çıkarılamadı?”
“Emniyet birimlerinin kayıtlarına ‘döner cinayeti’ veya ‘Boğaziçi (Bosphorus) cinayet dizisi’ olarak geçen bu cinayetlerin yabancı düşmanlığı boyutu niye gözardı edildi?”
“Bu cinayetlerin arkasında kimler vardı?”
“Savcılar soruşturmaları niye çok yönlü yürütmedi?”
“Emniyet birimleri içinde veya Anayasa Koruma Teşkilatı’nda bu teröristleri ‘koruyanlar’ mı vardı?”
Ve benzer başka sorular da.
***
Konuşmacıları dinlerken aklıma 23 Şubat 2012 tarihinde NSU kurbanları anısına başkent Berlin’deki Konzerthaus’da (Konser Evi) düzenlenen resmi tören geldi.
Ve Başbakan Angela Merkel’in sözleri.
Başbakan Merkel, “Almanya Başbakanı olarak bu cinayetlerin aydınlatılması, bunların arkasındaki kişilerin ortaya çıkartılması ve yargılanması konusunda her türlü çabayı hükümet olarak göstereceğimize söz veriyorum” sözleri.
Evet, bu sözlerin üzerinden de 3 yıl 9 ay geçti.
Şimdiye kadar 250 duruşma yapıldı.
Devam edip gidiyor.
Kısa sürede biteceğe de benzemiyor.
***
Bu günlerde, NSU kurbanları avukatlarından Mehmet Daimagüler’in haftalık Die Zeit gazetesinde yayınlanan bir yazısı dikkatimi çekti.
“Bir akşam metroda yolculuk ediyorum. Cep telefonum çaldı. Tutuk sesli genç bir kadın, babasının NSU teröristleri tarafından öldürüldüğünü söyledi. Annesi ve kendisinin yıllardır çıkmazda olduğunu söyledi. Kendilerine şüpheli gözüyle bakıldığını da. Hatta komşularının, yakınlarının, akrabalarının, dostlarının ve polisin kendilerini suçladığını bile. Onların avukatlığını üstlenmemi istedi.
‘Niye ben?’ diye sordum.
‘Bu günlerde güzel bir ülke değil’ başlıklı kitabımı okuduğunu ve o kitapta kendisini bulduğunu söyledi.
O zamana kadar ceza davalarıyla pek ilgilenmediğim için biraz düşünmem gerektiğini söyledim” satırlarına yer veriyor Mehmet Daimagüler.
1995-2005 yılları arasında Hür Demokrat Parti (FDP) Yönetim Kurulu Üyeliği yapan Mehmet Daimagüler, “Bu cinayetlerin ırkçılık boyutunu FDP içinde gündeme getirebilirdim. Ama parti içinde suçlamalara hedef olmamak için getirmedim” diyerek hatasını da itiraf ediyor.
Çok açık bir biçimde “Kendi çıkarım için sustum” itirafında da bulunuyor.
Mehmet Daimagüler, “Ülkemizin tepesindekiler, Başbakan’dan Adalet Bakanı’na kadar herkes bu cinayetlerin aydınlatılması sözü verdi. Ama Federal Savcılık, onların verdiği bu sözün yerine getirilmesi için yeterli çabayı göstermiyor” diyor.
Yani çok açık bir biçimde Federal Savcılık’ı soruşturmaları titiz ve kararlı bir şekilde sürdürmemekle suçluyor.
Mehmet Daimagüler, “Birçok mail, mektup alıyorum. Telefon edenler var. Pulsuz gönderilen mektuplar var. Kapımın altından içeri atılan mektuplar da var. Bazıları kafama kurşun sıkma, bazıları diri diri yakma tehdidinde bulunuyorlar. Şiddet içermeyenler de var. Ama hepsinin içeriği hemen hemen aynı: Sen farklısın. Sen Alman değilsin. Sen Türksün. Sen asla bizden biri olamayacaksın” diyor.
Mehmet Daimagüler, yazısında polise ve hukuk organlarına tam güven duymadığına da yer veriyor.
Almanya’da doğup büyüdüğü halde, kendisini evinde, vatanında hissedemediğini de.
Evet, “Almanya’da doğmak. Liseyi birle bitirmek. Bunların hiçbiri de bir şey ifade etmiyor. Ben Alman pasaportlu bir Türküm” satırlarına yer veriyor.
Bu da Almanya’da kafaların değişmesi gerektiğini göstermektedir.