Silikonsuz dudaklar

Güncelleme Tarihi:

Silikonsuz dudaklar
Oluşturulma Tarihi: Kasım 29, 1998 00:00

Haberin Devamı

Selma Güneri'nin Türk Sinemasındaki yerini tanımlamak zor. Ne dört büyüklerin (Türkan, Hülya, Fatma, Filiz) arasında yer aldı, ne esas kadınların yanında rol bulan komik kızların ya da kötü kadınların. Mesafeli duruşu, yönetmenlerin hemfikir olduğu oyunculuk yeteneği, bugün ortaya çıkmış olsa silikonsuz olduğuna kimseyi inandıramayacağı dolgun dudakları ve hokka gibi burnu ile kendine özgü bir oyuncu oldu. Selma Güneri 47 yaşında. Eski havasından pek bir şey kaybetmiş değil. Tam tersine, geçen yıllar sinemaya olan özlemini büyütmüş. Sinema dışında uzun yıllar emek verdiği sahne hayatını da rafa kaldırmamış. Sahneye çıkabileceğini, hatta kaset de yapabileceğini söylüyor. Kesin konuşmuyor, ama boş durmayacağı kesin.

rtistlerin hayatı neden filmlere benzer? Nasıl olur da, komşu kızı artist yarışmasına giderken peşine takılan iki örgülü küçük kız, bir anda herkesin dikkatini çekip kendini yarışmacılar arasında bulur? Üstelik bununla da kalmayıp birinci olur? Ama iyi ki de böyle olur. Çünkü seyirciler, yani bizler istiyoruz ki, filmlerdeki renk gerçek yaşama da taşsın. Artist, bize renkli hikayeler anlatsın. Selma Güneri anlatıyor: ‘‘14 yaşındaydım. Mahallemizden Nurten Abla, Perde Mecmuası'nın düzenlediği bir yarışmaya katılacaktı. Gelmem için çok ısrar etti. Çünkü o zamanlar güzel resim yapıyordum, makyajına filan yardım edecektim. Okuldan çıktığım gibi yarışmaya gittim.'' Sonrası tam da beklediğimiz gibi. Selma Güneri'nin duru güzelliği o kadar insanın içinde kaybolmaz, Perde'nin sahibi Lütfü Gökmen'in dikkatini çeker. Gökmen, zaten babası Lütfü Güneri'nin arkadaşıdır. Orada ayak üstü ısrarlar başlar. Anne Neriman Güneri, babanın izni olmadan böyle bir şeyin gerçekleşemeyeceğini söylese de, işler olacağına varır. Selma Güneri o günden ‘‘sinemanın yeni yüzü'' olarak ayrılır.

İLK AZARLA GELEN TATİL

1951 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Selma Güneri, sanat dünyasının içine doğdu aslında. Babası bir dönemin ünlü müzisyenlerinden Lütfü Güneri idi. Müzik çalışmalarına Amerika'da devam etmek isteyince, önce kendisi sonra karısı Neriman ve kızı Selma Amerika'ya gitti. Selma o zaman üç yaşındaydı. İlkokula Amerika'da başladı, aynı zamanda bale okuluna devam etti. Ortaokul yıllarında annesiyle birlikte Türkiye'ye döndü. Kandilli Kız Lisesi'nde ve Şişli Koleji'nde yatılı okudu. 14 yaşında girdiği yarışmayı kazanana kadar oyuncu olmak aklının ucundan bile geçmiyordu. Aslında yarışmayı izleyen bir kaç yılda da sinemayı düşünmedi: ‘‘Ben yarışmayı bir anı olarak kabul edip okul hayatıma eskisi gibi devam ettim. O zaman yönetmen Halit Refiğ ile evli olan Nilüfer Aydan, beni Amerika'dan tanıyordu. Refiğ'in çekeceği ‘‘İstanbul'un Kızları'' filminde benim de rol almamı istemiş. Ötesini çok da fazla düşünmeden kabul ettim.''

Bugün, ilk filmine ilişkin bir anısını anlatırken gülüyor, ama belli ki o zaman bayağı azap çekmiş: ‘‘Kamera karşısında hiç zorlanmadım. Ancak Halit Refiğ sert bir yönetmendi. Hatırlamadığım bir sebepten beni herkesin ortasında azarladı. O anda bütün vücudum kasıldı, dudaklarımda uçuklar çıktı. Set 15 gün tatil edildi. Bayağı bir titremiştim o zaman.''

Hayatının bundan sonrası hızlandırılmış bir film gibi. İlk aşkı Yusuf Sezgin'le 1966'da yaptığı evlilik, aynı yıl 3. Antalya Film Festivali'nde Son Kuşlar ve Ben Öldükçe Yaşarım filmleriyle aldığı en iyi kadın oyuncu ödülü, sinemanın seks filmlerinden dolayı girdiği krize kadar çektiği 100'e yakın film, 1975'te dünyaya gelen oğlu Umut...

İlk aşkı ve 1978'e kadar evli kaldığı ilk kocası Yusuf Sezgin'in hayatındaki yerini herşeyden ayrı tutuyor: ‘‘Yusuf benim gönlümün prensiydi. Hakikaten de prens gibiydi. Annemin ve sinema çevresinin itirazlarına, engellemelerine rağmen evlendik. Yürütemedik, ama bu evlilikten hiç pişman olmadım. Herşeyden önce, Umut oldu bu evlilikten, Allah'a şükür.'' İkinci evliliğini, daha önce Zeynep Özal'la evli olan davulcu Asım Ekren ile yaptı.

Selma Güneri, sinemaya bakışını değiştiren kişinin Yılmaz Güney olduğunu söylüyor: ‘‘Ben Öldükçe Yaşarım filmi ile sinema hayatımda Yılmaz Güney dönemi başladı. Ondan sonra ben sinema nedir, oyunculuk nedir, bunların farkına vardım. Bu işe ne kadar ciddi bakılması gerektiğini anladım. Birlikte bir çok film yaptık. Aile dostu olduk. Yılmaz çok dost bir insandı. Tanıdığım en yumuşak yürekli erkeklerden biriydi. Kendinden başka herkese iyiliği dokunurdu.''

SEZEN AKSU DESTEK OLDU

70'lerde sinema malum filmlerden dolayı sinema krize girince, sahneye ilk çıkanlardan biri Selma Güneri oldu. Uzunca bir süre, İngilizce, ispanyolca, İtalyanca, Türkçe batı müziği söyledi. Daha sonra babasının dayısı müzisyen Ahmet Üstün'ün ısrarıyla alaturka okumaya başladı. Assolist olarak sahneye çıkmadan önce iki yıl dayısından ders aldı. 1984 yılında Baküs Gazinosu'nda ilk assolistlik deneyimini yaşarken, Sezen Aksu'dan aldığı manevi desteği unutmuyor.

Selma Güneri'nin bugün taşıdığı enerji, yoğun bir iş ve sanat yaşamını kaldırabilecek ölçüde. İşte bundan sonrası: ‘‘Geçtiğimiz yıllarda Marmaris'te bir pizzacı dükkanı ve bir Fransız restoranı işletmiştim. Şimdi benzer bir şeyi İstanbul'da yapmayı, kendi çevremi oraya toplamayı planlıyorum. Bir de gazeteci Ergun Hiçyılmaz'la sanat, spor, aktüelite konularını içeren bir magazin programı projemiz var, bir kanalla görüşüyoruz. Koyu alaturkayı kaldırabilecek bir yer bulursam sahneye çıkabilirim.'' Ya sinema? Sözlerinden anlaşılıyor ki, Selma Güneri sinemaya her zamankinden daha hazır.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!