Aşkın Nur Yengi’nin ilk albümündeki unutulmaz Sezen Aksu baladlarından biridir Bile Bile.
Sözlerini anımsatayım biraz, ki cuma cuma hüzün ormanlarında kaybolun: "Bir arada olabilmek ne mümkün, birarada kalabilmek imkansız / Seneler alıp gitmiş, ne var ne yoksa her şeyi".
Şarkının nakaratını Harun Kolçak seslendirmişti o zaman.
Bir kez de Sezen Aksu "Düş Bahçeleri" albümünde Yaşar Gaga’yla beraber söylemişti.
Önümüzdeki yıl ise bu şarkı tüm Avrupa, hatta Amerika’da dinlenecek.
Çünkü İtalya’nın son yıllardaki en başarılı tenoru Alessandro Safina mart ayında çıkacak yeni albümü Sognami’de "Bile Bile"yi seslendiriyor. Tabii Sezen Aksu’yla beraber...
Düeti ilk kez dinlettiklerinde şaşırmıştım, "Nakaratı arya gibi söyleyen bu adam kim?" diye.
Meğer o adam Safina’ymış... Hatırlarsınız, George Clooney havasındaki ünlü tenor yaz aylarında Ferhat Göçer ve Patrizio Buanne’yle sahne almıştı.
Hatta o konserde söylediği "Uzun İnce Bir Yoldayım" çok beğenilmişti.
Bay Alessandro, o günden beri Sezen’in peşindeymiş.
Çünkü yeni albümünde mutlaka bir Sezen Aksu şarkısı okumak istiyormuş.
Sezen’le tanışmış ve bir sürü şarkı arasından "Bile Bile" seçilmiş nihayet.
Bu arada Safina, ünü sadece Avrupa’yla sınırlı bir şahsiyet değil. Zamanında, "Moulin Rouge" filminin bazı şarkılarını seslendirmiş, hatta filmin oyuncusu Ewan McGregor’la düet yapmıştı. Albümleri ise pop opera denen tarzda. Bu da zaten ülkesinin bir diğer ünlü tenoru Andrea Bocelli’ninyolunu açtığı, tüm dünyada ilgi görmüş bir kulvar.
Son olarak: Safina, "Bile Bile"nin ya da İtalyancasıyla "Sapendo"nun bazı dizelerini Türkçe okumuş.
Cibalikapı’nın ahtapotuna tutuldum
Arada bir Anadolu Yakası’na, daha doğrusu Bağdat Caddesi civarına uğradığımda beni en çok dumura uğratan Cadde çocuklarının birbirine benzerlikleri.
Neredeyse hepsi sözleşmiş gibi aynı tarzda: Erkekler istisnasız beyaz gömlek, üzerine siyah kazak, açık mavi bir jean ve altına beyaz spor ayakkabı giyiyor.
Kızlar ise Demet Akalın tipi az biraz sarışın ve şu mevsim itibariyle hepsi (seksi) çizmeli.
Bu tek tip halet-i ruhiyenin hissedilmediği, hatta erişemediği yerler de var tabii.
Günlerden bir gün Moda’daki Cibalikapı Balıkçısı’na gittim mesela.
Öyle kendine özgü, bağımlılık yaratan, küçük ama iddialı bir yer ki...
En başta ahtapot ızgarasına tutuldum! Hiçbir meyhane ya da balıkçıda bu kadar çok ahtapot yediğimi hatırlamıyorum. Çerez gibi yendikçe yendi, çok lezizdi...
Biraz daha ağzınızı sulandırmak gerekirse, Cibalikapı’nın 25 çeşit mezesi içinden şu iki mezeyi tek geçerim: Levrekli sarma ve yine arasına levrek sıkıştırılmış domates. Ama kurutulmuşu...
Bir de meşhur tatlısı var Cibalikapı’nın. Yedikten sonra insanı duvarlara tırmandıracak kadar şehvetengiz. Muhteviyatında tahin, pekmez, fıstık ve nar mevcut.
Yetmedi, üzerine dondurma bile koymuşlar. Yedikçe beni anımsayın diyeyim, o kadar...
Kişi başı ortalama 50 YTL’ye çıkılan Cibalikapı Balıkçısı, Moda İskelesi yolunda.