Paylaş
Roma döneminden kalma bir mezarlıktayım. Birkaç kilometre ötede Kızkalesi güneşi yansıtıyor. Limon bahçelerinin arasında onlarca lahit var. Tonlarca ağırlıkta kapaklar hafifçe kenara itilmiş... Belli ki değerli bir eşya olup olmadığını kontrol etmişler. Mezarlığın sonunda bahçeden ‘göz hakkı’ birkaç limon alırken ağaçların gölgesindeki kadınları gördüm. Topladıkları zeytinler çuvallarda... Öğle yemeği arasındalar… Önlerinde birkaç kap yemek, nefis kokuyor… Kalabalık bir gruptuk. Herkesin gitmesini bekledim. Dayanamadım, biraz istedim. Sanırım hayatımın en lezzetli yemeklerinden biriydi.
Neden bilmem, üç günlük Mersin gezisi sırasında en çok aklımda bu sahne kaldı. Lahitlerin gizeminden mi, limonların mis kokusundan mı, açlığımı bastıran nefis yörük yemeğinde miydi bilemedim. Çok sayıda tarihi şehirleri, 15 kazı alanı, 321 kilometrelik sahili ve el değmemiş doğasına rağmen üstelik...
Mersin, medeniyetlerin doğduğu, bir zamanlar Büyük İskender’in yürüdüğü, Aziz Paul’ün, Karacaoğlan’ın yaşadığı, ‘Yedi Uyurlar’dan ‘Üç Güzeller’e her yerinden tarih fışkıran renkli ve zengin bir şehir.
Uzun bir aradan sonra yeniden bu güzel şehirdeydim. Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde üç gün boyunca şehrin en önemli yerlerine gittim.
Metropollerde kışın geldiği yavaş yavaş hissediliyor. Ama Mersin farklıydı, -bölge sakinlerinin dediği gibi- ‘güneşin ülkesi’ne gelmiştim. Yılda güneşsiz gün sayısının 70 olduğu kentte hava sıcaklığı İstanbul’dan tam 12 derece daha fazlaydı (28). İçim ısındı...
Sonbahar güzel mevsim ama yazın sıcaktan dışarıda durmanın dahi zor olduğu Akdeniz’de, Mersin de daha da güzel...
İster mandalina bahçelerine dalın, ister Tarsus’da Çanakkale’nin hatırası Nusret Mayın Gemisi’ni ziyaret edin, isterseniz Narlıkuyu’da denize girin... Ya da şu sıralar yapayalnız Akdeniz’i bekleyen Kızkalesi’nin önünde paçalarınızı sıvayıp kumların üzerinde yürüyüp günbatımını izleyin, negatif enerjinizi boşaltın. Çünkü bu kadim şehri gezmenin şimdi tam zamanı...
Aziz Paul’ün suyundan içtim
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocaman, Vatikan’a davet edildiğinde kardinallere şunu söylemiş: “Sizler Hıristiyansınız, bense Müslümanım. Ama hayatını Hıristiyanlığı yaymaya adayan Aziz Paul’e sizden daha yakınım. Neden mi? Onun bir nüfus cüzdanı olsaydı, doğduğu yerle benim doğduğum yer aynı olacaktı...”
Evet gerçekten de doğru. İlk Hıristiyan topluluklarını oluşmasını sağlayan Aziz Paul Tarsus’ta doğmuştu. Bugün UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne aday olan Aziz Paul’ün su içtiği kuyusu ve doğduğu ev her yıl binlerce yerli yabancı turistin ziyaretçi akınına uğruyor. 38 metredeki kuyunun yaz kış suyu hiç eksik olmuyor. Tadı çok güzel değil ama bu sudan içmek için dünyanın öbür ucundan gelenler var. Elbette ben de içtim. Hem de kana kana... Cam bir koruma altındaki evini ve yürüme mesafesi uzaklıktatı Paul Müzesi’ni de gezmeyi ihmal etmeyin. Bir bilgi daha; Brezilya’daki São Paulo şehrinin adı da Aziz Paul’den geliyor.
Nusret’in hak ettiği değer verildi ama...
Çanakkalene’nin asıl kahramanı O’dur; asıl adı Nusrat olan ama sonradan Nusret diye dillendirilen geminin Tarsus’da omasının ilginç bir hikâyesi var. Bir gece tüm ışıklarını söndürüp büyük bir sessizlik içinde son 26 mayınını boğazın sularına bırakması bir ülkenin kaderini değiştirdi. Bu kadar tarihi bir misyonu olan gemi1962’de hurdaya ayrıldı. Daha sonra adı Kaptan Nusret olarak yük gemisine dönüştürüldü. Gazimağusa’ya yük taşıdığı 1989’da Mersin açıklarında battı.
Bir grup gönüllü tarafından 10 yıl sonra çıkarıldı. Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından hak ettiği değer verildi. 2003’te Tarsus’a üç ayrı parça halinde tırlarla taşınan Nusret, bugün Tarsus’daki Çanakkale Parkı’nda tüm ihtişamıyla ziyaretçilerini bekliyor. Üstelik şu sıralar içinde özel gözlüklerle gezilen üç boyutlu resim sergisi ve Çanakkale’den getirilen askerlerin kullandığı orjinal eserler var. Nusret Mayın Gemi’si bugün Tarsus’ta. Hak ettiği değeri verenlere ‘teşekkür’ etmek gerekir elbette, ama içimizi burkan şu soruyu da sormamak olmaz: “Neden gerçek yerinde değil...”
Büyük İskender’in yürüdüğü yol...
Tarsus gerçekten çok ilginç bir yer. Nereye bir kazma vursanız oradan tarih fışkırıyor.
1993’de ilçenin bisiklete binilen meydanında iki katlı yeraltı otoparkı yapmak için iş makineleri çalışmaya başladı. Bir anda 2250 yıllık bir şehrin kalıntıları ortaya çıktı. Roma dönemi şehrin sadece bir bölümüydü bu üstelik... Bazalt taşlardan ‘Antik Yol’ ortaya çıktı. Yol aslında daha da devam ediyor, şehir dört bir yana uzanıyor. Ancak kazılar yapılamıyor. Her yerde yerleşim var. Sadece bir kısmı ortaya çıkarılan bu muazzam yerde bir zamanlar Büyük İskender’in yürüdüğü düşünmek bile insanın tüylerini ürpertiyor. Aynı bazalt taşların üzerinde, bir hafta önce benim de yürüdüğüm o taşlarda... Güzel bir haber… Bu alanın yanı başındaki adliye binası boşaltılmış, müze olması için hazırlıklar yapılıyor. Sabırsızlıkla bekliyoruz...
Batıda kilise yokken Kanlı Divane’de vardı
Yerel tarihçi Ali Murat Merzeci’nin verdiği bilgilere göre, Mersin’de yaklaşık 400’e yakın Bizans Köyü var. Birlikte gezdiğimiz duraklardan biri de Kanlı Divane’ydi. Burası Kutsal Haç Yolu üzerindeki duraklardan biri. Tarihi şehirdeki 8 kiliseden hâlâ 4’ü ayakta. Merzeci’nin anlatımlarına göre, batıda henüz kilise yokken Hıristiyan mimarisinin en güzel örneklerinden biri Kanlı Divane’ye yapılmıştı... Bir obruğun etrafındaki kentteki kiliselerin duvarlarının büyük kısmı hala ayakta. Son iki yıl içinde yürüyüş yolları yapılmış. 200 yıllık demiryolu traversleri kullanılmış. Güzel bir çalışma olmuş, umarım diğer restorasyonlar ve kazı çalışmaları da aynı titizlikle sürdürülür...
Memleketin en güzel mağaraları...
Aslında mağara değil obruk demek daha doğru... Çöküntü sonucu oluşmuş. Sanırım Türkiye’deki en güzel doğal oluşumların başında geliyor Cennet ve Cehennem. Yıllar önce gittiğimde aşağıya inmeye üşenmiştim. Bu kez Cennet’in 455 basamadığını türküler söyleyerek bir grup arkadaşla indik. Ama çıkışı inişimiz gibi olmadı. Dedikleri gibi varmış... “Zor iş...”
Cennet’in en dibinde bir zamanlar sular varmış, ben gittiğimde sadece çamur vardı. 300. basamakta Kutsal Meryem’e ithafen 5. yy’da yapılmış küçük bir kilise var. Üstü hiç bir zaman örtülmeyen şapel tamamen doğanın koruması altında...
Kızkalesi manzarasında kahve keyfi
Yazın çok kalabalık Kızkalesi’nin önü. Ama bu mevsimde sanki tüm sahil size tahsis edilmiş gibi... Birkaç kişinin dışında pek fazla insan yok. Kumsal boş... Denize girenlerse tüm Mersin’de olduğu gibi burada da var. Çünkü hava ve deniz suyu sıcak... Kızkalesi’nin rivayetlere göre hikayesi, tıpkı İstanbul’daki Kız Kulesi ve batıdaki bazı örneklerindeki ile aynı... Sepete giren yılan kralın kızını öldürür... Hikâye aynı olsa da manzara ve keyif Akdeniz’e özgü... Tek kelime ile muhteşem...
Yörük kadınlar ve Roma mezarlığı
Kızkalesi’nin sırtlarında Elaiussa-Sebaste var. Bir Roma mezarlığı... Mezarnlık kısma limon bahçelerinin arasında. Tüm yerlerde olduğu gibi 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı. Ancak henüz herhangi bir çalışma yapılmamış alanda. Yıllar önce nasıl bulunduysa o şekilde duruyor. Lahitlerin kapakları kenara itilmiş, içlerinde varsa bişey onlarca yıl önce çoktan alınmış. Bölgede hasat zamanı, bu tarihi yerlerde gezerken, limon, portakal, mandalina ya da zeytin toplayan yörüklere rastlayabilirsiniz. Ben rastladım. Ayşe Ersoy, Gülsüme Gök ve Fatma Erden’in bir öğle yemeği sofrasına dahil oldum. Siz de gittiğinizde onları bir zeytin ağacının gölgesinde bulabilirsiniz. Görürseniz Hürriyet Seyahat’in selamını iletin... Güzel yörük yemeklerine eşlikt edin. Pişman olmazsınız... Benden söylemesi...
Paylaş