Hüseyin YURTTAŞ
Son Güncelleme:
Issızlıktaki ses BOZCAADA
Varalım hele, görelim hele...
Karanlık zamanları, korsan günlerini düşünüp kendinizi ürküntüye vuracak olursanız yalnız Bozcaada’da değil, hiçbir adada işiniz olamaz! Ada yalnızlık demektir çünkü. Ada ıssızlık demektir. Fırtınanın ufukları tuttuğu, bulutların oynaş kaynaş olduğu günlerde unutulmak demektir, "ıssızlığın ortasında" tek başına kalmak demektir. Tersinden bakacak olursanız, ada, ıssızlıktaki ses demektir. Tıpkı Bozcaada gibi. O ıssızlığa varmanızı ve uzak seslerin tadına bakmanızı dilerim.
Eğri gün, doğru gün demeyip adından ve tadından söz edilen Bozcaada’ya varıverdim bir gün.
Başka yol isteseniz de yok: İzmir-Çanakkale yolunun Ezine dolaylarındaki sapaklarından birinden sapıverdiniz mi, Geyikli’desiniz. Geyikli Yükyeri iskelesinden feribot yarım saatte sizi Bozcaada’nın küçük limanına taşıyacaktır.
Bozcaada küçücük bir limana sahip. Feribot yanaşırken, "Bu zırıltı şu minik limana sığacak mı?" diye düşünmeden edemiyor insan. Ama ilerledikçe, gemi daha iskeleye kapak atmaya hazırlanırken Bozcaada’nın yüreğinin ne kadar geniş ve nasıl ferah olduğunu görüyorsunuz.
Hoşbulduk Bozcaada!
Sanki korsanlarla dolu masallardan kalma bir yer: Kale!
Kaleyi kim yaptırmış, bilinmiyor. Tarihler diyor ki, gittiği her yere kendi surlarını diken Fatih Sultan Mehmed Han bu kaleyi onartmış ve eklerle berkitmiş.
Etrafında on metre eninde bir derin çukur. Bugün kupkuru ama, zamanında suyla doluymuş. "Kalenin bedenleri" hálá sağlam, hálá dimdik ayakta.
Ben orada yüzyıllar boyunca kimlerin yaşadığını ve neler yaptıklarını düşünüyorum.
Bozcaada Kalesi anlaşılmaz bir suskunluk içinde ama beni anladığı belli.
Onu gömemeyen tarihleri gömdüğü için memnun ve mağrur gülümsüyor. "Mutluluğun resmi" belki bu.
Deklanşöre basıyorum.
FOTOĞRAF ÇEKTİRMEYEN MACUNCU
Şimdi sanki Ortaçağ’ın bir yerlerinde kalmış gibi gelen çocukluk görüntüleri içinde "macuncu"nun bize sunduğu tadın yeri ayrıdır. Bölmelerdeki macunların renk renk güzelliği bir eleğimsağma yaratma isteğinden miydi? Şekerden yumuşak, sakızdan katı macuna Bozcaada’da çataçat rastgelmeyeyim mi? İnsanın inanası gelmiyor.
Çocuk yanımı bastırmasam, gözyaşlarım boşanıverecek.
Macuncuyla konuşmak güzel. Çanakkaleliymiş. Her yaz gelirmiş buraya ama bu yaz sonmuş. Artık kendini emekli ediyormuş.
Bir resim alsak iyi olacak. Hayır. Macuncu amcamız resim çekilmesine izin vermiyor. "Burada bir olay oldu, işe polis bile karıştı," diyor, "Yemin ettim, bir daha resim çektirmem. Buyrun tezgáhı çekin."
Yana çekiliyor. Tezgáhı çekiyorum. Bu görüntüye son olarak sahip olanlardan biriyim.
Bu, mutluluk olamaz.
KARGACIK BURGACIK SOKAKLAR
Ege kıyı kasabalarının birçoğundaki gibi sokaklar Bozcaada’da da daracık. Daracık olduğu gibi, kargacık burgacık. Sokaklara sinen sessizliği bozan yalnızca birkaç gölge. Hepsi bu.
Ama evler konuşuyor. Kimi eski zaman masallarından birini anlatıyor, kimi günün sevdalı çiçeklerinden dem vuruyor.
Meryemana Kilisesi hemen şuracıkta, arka sokakta. Saat Kulesi ile dimdik ayakta. Bir başka sokağın ucu Alaybey Camii’ne çıkıyor. Namazgáh Meydanı’ndaki Namazgáh Çeşmesi ile Köprülü Mehmet Paşa Camii önemli tarihi miraslardan. Tarihin hoşgörü dolu birikimi onlar. Orada dokunulmazlıklarıyla ne güzel duruyorlar.
Bozcaada sokaklarında yürürken burnunuza gelen şarap kokusu sizi yoldan çıkarabilir. Bozcaada’da bildik zeytinyağlı yemekler ve balık yemekleri başattır. Balığın yanında tercihiniz rakı olabilir ama Bozcaada’nın şaraplarının tadına bakmadan olmaz.
Belediye Başkanı Mustafa Mutay ile konuşurken de buna değinildi: Fiyatlar adamın boğazında düğüm oluşturmayacak hale gelsin. Otellerde de, lokantalarda da. Sofraya kurulmadan bunu da söyleyelim.
Bir de dikkatimi çeken şu: Bozcaada’da neden bir tane olsun şarapevi yok? Bence şarapevleri olmalı ve şaraba yakışan mezeler eşliğinde isteyene bardakla, isteyene şişeyle şarap verilmeli oralarda. Bozcaada’ya gelenlerin bira yerine şarap içmelerinin önü belki böyle daha kolay açılır.
ÖZEL MÜZEYİ GÖRMEDEN OLMAZ
Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi, ilginç bir bireysel girişim sonucu ortaya çıkmış. Kurucusu, Hakan Gürüney. İstanbul’dan kalkıp gelmiş, küçük deniz kabukları toplayayım derken işi müze kurmaya kadar vardırmış ve bunu başarmış.
Bozcaada’daki özel müzeyi gezerken, nice bin birikimin kadir bilmez ellerde hunharca yok edildiğini düşünmeden edemedim.
Bize (eşimle bana) müzeyi kurucunun babası Naci Gürüney gezdirdi. Bu incelikli, has insan, her odadan çıkışımızı sabırla bekledikten sonra yeni bölümle ilgili bilgi veriyordu. Müzeye giriş ücreti kişi başına beş lira ya; inanın, bu beş lira o güzel insanın size anlattıklarının ve döktüğü dilin karşılığı olamaz. Öbür gördükleriniz düpedüz bedava! Ne güzel emek, ne güzel sunum, ne güzel bir birikim değerlendirmesi bu!
Bu dikkate ve emeğe ne kadar teşekkür etsek azdır.
ADANIN ŞARAPLIK ÜZÜMLERİ
Bozcaada bağları arasında ilerleyerek batıya doğru gidiyorum. Benim hedefim Ayazma. Ayazma’da, o turkuvaz sularda denize girmeyi akşamüzerine erteliyoruz.
Bağlar göz alıcı güzellikleriyle sağımızda, solumuzda. Durup bir bağda salkımları inceliyorum.
Bağlarda büyümüş bir insan olarak bir şeyin burada altını çizmek istiyorum: Şaraplık üzümler öncelikle iyi birer yemeklik üzüm. İnce kabuklu, sulu ve tatlı.
Bozcaada’nın karasakız (kuntra), vasilaki, çavuşüzümü, karalahna gibi üzümleri var. Çavuşüzümü bizim (Foça’daki) bağımızda da vardı ve babam bir bağ tutkunu olarak ona ayrı bir değer verirdi.
Bizim gençliğimizde içtiğimiz Dimitrokopulo şarapları artık yok. Tıpkı oradaki Rumlar gibi tarihe sığınmayı seçmiş. Talay şimdi başı çekiyor. Ataol da eskilerden. Yunatçılar, Çamlıbağ ve Corvus da öteki fabrikalar. Adadaki şarap üreticilerinin düzenledikleri "Şarap Tadım Günleri", aslında Bozcaada’nın tadına bakmak anlamına da geliyor.
ÇINARALTI’NDA ÇAY MOLASI
Bozcaada küçük bir yerleşim birimi. İlçe merkezi tek gerçek yerleşim alanı. Türkiye’de köyü olmayan tek ilçe. Özellikle Ayazma’ya doğru giderken insan oralarda Ada’nın ortasında ya da batı kesiminde bir köy olabileceğini düşünüyor ama yok.
Bozcaada’daki Zübeyde Hanım Parkı, bir buluşma yeri. Öyle başka küçük yerler de var. Bunların başında Çınaraltı geliyor. Çınaraltı, Bozcaada’nın çekim merkezi. Herkes sanki oradan geçmek ya da orada oturmak zorunda. Çünkü Bozcaada’da bir insanın gidebileceği hemen hemen tüm yerlere gitmek için yol oraya düşüyor.
Genç ve gür yapraklı çınar ağacının gölgesi serin. Gelsin o zaman çaylar, limonatalar.
Çınaraltı, Bozcaada’da, yaz sıcağında ayrı bir soluk alınacak yer. Orada otururken kendinizi İstanbul’un ermişler gibi susar görünen ama kulağınıza menkıbeler fısıldayan çınarlarından birinin altında sanabilirsiniz; Anadolu köylerinin veya derelerinin birinde kendi "teşviş"ine dalmış, erenler evliyalar gibi sizi süzen çınarlarından birinin altında da.
DAR ALANDA KISA PASLAR
Ada’nın küçük bir yer olması, insanların sık sık yüz yüze gelmesine neden oluyor. Biz iki gün kaldığımız Bozcaada’da bazı kişileri üç kez gördük. Tanıdıklarımıza da rastladık. Örneğin, yazar arkadaşım Vecdi Çıracıoğlu’na ve şair Tezer Cem’e. Onlarla ve arkadaşlarıyla karşılaşmasak, Ayazma’daki o suyunu içiveresiniz gelen camgöbeği mavisinden tirşeye, oradan turkuvaza kadar değişen renkleriyle eşsiz berrak sularda yüzecektik. Bunun için hayıflanıyor değiliz. Sanatın soluk alıp verdiği mekánlarla dolu olan ve sanatçıların uğrağı olan Bozcaada’da bizim geçirdiğimiz o saatler de sanatla yüklüydü ve bunun için de olağanüstüydü.
Sergiler, Bozcaada’nın sürüp giden etkinliklerinden. Ressamlar, plastik sanatların çeşitli kollarında ürün veren sanatçılar Ada’daki birkaç galeride bunları sergileme olanağı bulabiliyorlar. Ozanın Günlüğü ve İlyada Okumaları’nda çağrılı ozanlar çeşitli dillerde şiirler(ini) okuyorlar. Türk-Yunan Dostluk Gecesi içten bir yakınlaşmanın ilginç gösterilerine sahne oluyor. Her yıl 26 Temmuz’da Hıristiyanların bir azizeyi anmak için düzenledikleri dini tören olan Ayazma Panayırı, çok katılımlı konserler ve folklor gösterileriyle Türk ve Yunan halklarının kaynaşma kapılarını açıyor. Bağbozumu Şenliği ile ekim ayında düzenlenen Dağ Bisikleti Festivali de ilgiyle karşılanıyor, temmuzda düzenlenen yat yarışı da.
Bozcaada, oradan, ıssızlığın içinden bize sesleniyor. Tertemiz havası, dalınası denizi, içilesi şarabıyla, içtenlikli merhabasıyla!
Başka yol isteseniz de yok: İzmir-Çanakkale yolunun Ezine dolaylarındaki sapaklarından birinden sapıverdiniz mi, Geyikli’desiniz. Geyikli Yükyeri iskelesinden feribot yarım saatte sizi Bozcaada’nın küçük limanına taşıyacaktır.
Bozcaada küçücük bir limana sahip. Feribot yanaşırken, "Bu zırıltı şu minik limana sığacak mı?" diye düşünmeden edemiyor insan. Ama ilerledikçe, gemi daha iskeleye kapak atmaya hazırlanırken Bozcaada’nın yüreğinin ne kadar geniş ve nasıl ferah olduğunu görüyorsunuz.
Hoşbulduk Bozcaada!
Sanki korsanlarla dolu masallardan kalma bir yer: Kale!
Kaleyi kim yaptırmış, bilinmiyor. Tarihler diyor ki, gittiği her yere kendi surlarını diken Fatih Sultan Mehmed Han bu kaleyi onartmış ve eklerle berkitmiş.
Etrafında on metre eninde bir derin çukur. Bugün kupkuru ama, zamanında suyla doluymuş. "Kalenin bedenleri" hálá sağlam, hálá dimdik ayakta.
Ben orada yüzyıllar boyunca kimlerin yaşadığını ve neler yaptıklarını düşünüyorum.
Bozcaada Kalesi anlaşılmaz bir suskunluk içinde ama beni anladığı belli.
Onu gömemeyen tarihleri gömdüğü için memnun ve mağrur gülümsüyor. "Mutluluğun resmi" belki bu.
Deklanşöre basıyorum.
FOTOĞRAF ÇEKTİRMEYEN MACUNCU
Şimdi sanki Ortaçağ’ın bir yerlerinde kalmış gibi gelen çocukluk görüntüleri içinde "macuncu"nun bize sunduğu tadın yeri ayrıdır. Bölmelerdeki macunların renk renk güzelliği bir eleğimsağma yaratma isteğinden miydi? Şekerden yumuşak, sakızdan katı macuna Bozcaada’da çataçat rastgelmeyeyim mi? İnsanın inanası gelmiyor.
Çocuk yanımı bastırmasam, gözyaşlarım boşanıverecek.
Macuncuyla konuşmak güzel. Çanakkaleliymiş. Her yaz gelirmiş buraya ama bu yaz sonmuş. Artık kendini emekli ediyormuş.
Bir resim alsak iyi olacak. Hayır. Macuncu amcamız resim çekilmesine izin vermiyor. "Burada bir olay oldu, işe polis bile karıştı," diyor, "Yemin ettim, bir daha resim çektirmem. Buyrun tezgáhı çekin."
Yana çekiliyor. Tezgáhı çekiyorum. Bu görüntüye son olarak sahip olanlardan biriyim.
Bu, mutluluk olamaz.
KARGACIK BURGACIK SOKAKLAR
Ege kıyı kasabalarının birçoğundaki gibi sokaklar Bozcaada’da da daracık. Daracık olduğu gibi, kargacık burgacık. Sokaklara sinen sessizliği bozan yalnızca birkaç gölge. Hepsi bu.
Ama evler konuşuyor. Kimi eski zaman masallarından birini anlatıyor, kimi günün sevdalı çiçeklerinden dem vuruyor.
Meryemana Kilisesi hemen şuracıkta, arka sokakta. Saat Kulesi ile dimdik ayakta. Bir başka sokağın ucu Alaybey Camii’ne çıkıyor. Namazgáh Meydanı’ndaki Namazgáh Çeşmesi ile Köprülü Mehmet Paşa Camii önemli tarihi miraslardan. Tarihin hoşgörü dolu birikimi onlar. Orada dokunulmazlıklarıyla ne güzel duruyorlar.
Bozcaada sokaklarında yürürken burnunuza gelen şarap kokusu sizi yoldan çıkarabilir. Bozcaada’da bildik zeytinyağlı yemekler ve balık yemekleri başattır. Balığın yanında tercihiniz rakı olabilir ama Bozcaada’nın şaraplarının tadına bakmadan olmaz.
Belediye Başkanı Mustafa Mutay ile konuşurken de buna değinildi: Fiyatlar adamın boğazında düğüm oluşturmayacak hale gelsin. Otellerde de, lokantalarda da. Sofraya kurulmadan bunu da söyleyelim.
Bir de dikkatimi çeken şu: Bozcaada’da neden bir tane olsun şarapevi yok? Bence şarapevleri olmalı ve şaraba yakışan mezeler eşliğinde isteyene bardakla, isteyene şişeyle şarap verilmeli oralarda. Bozcaada’ya gelenlerin bira yerine şarap içmelerinin önü belki böyle daha kolay açılır.
ÖZEL MÜZEYİ GÖRMEDEN OLMAZ
Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi, ilginç bir bireysel girişim sonucu ortaya çıkmış. Kurucusu, Hakan Gürüney. İstanbul’dan kalkıp gelmiş, küçük deniz kabukları toplayayım derken işi müze kurmaya kadar vardırmış ve bunu başarmış.
Bozcaada’daki özel müzeyi gezerken, nice bin birikimin kadir bilmez ellerde hunharca yok edildiğini düşünmeden edemedim.
Bize (eşimle bana) müzeyi kurucunun babası Naci Gürüney gezdirdi. Bu incelikli, has insan, her odadan çıkışımızı sabırla bekledikten sonra yeni bölümle ilgili bilgi veriyordu. Müzeye giriş ücreti kişi başına beş lira ya; inanın, bu beş lira o güzel insanın size anlattıklarının ve döktüğü dilin karşılığı olamaz. Öbür gördükleriniz düpedüz bedava! Ne güzel emek, ne güzel sunum, ne güzel bir birikim değerlendirmesi bu!
Bu dikkate ve emeğe ne kadar teşekkür etsek azdır.
ADANIN ŞARAPLIK ÜZÜMLERİ
Bozcaada bağları arasında ilerleyerek batıya doğru gidiyorum. Benim hedefim Ayazma. Ayazma’da, o turkuvaz sularda denize girmeyi akşamüzerine erteliyoruz.
Bağlar göz alıcı güzellikleriyle sağımızda, solumuzda. Durup bir bağda salkımları inceliyorum.
Bağlarda büyümüş bir insan olarak bir şeyin burada altını çizmek istiyorum: Şaraplık üzümler öncelikle iyi birer yemeklik üzüm. İnce kabuklu, sulu ve tatlı.
Bozcaada’nın karasakız (kuntra), vasilaki, çavuşüzümü, karalahna gibi üzümleri var. Çavuşüzümü bizim (Foça’daki) bağımızda da vardı ve babam bir bağ tutkunu olarak ona ayrı bir değer verirdi.
Bizim gençliğimizde içtiğimiz Dimitrokopulo şarapları artık yok. Tıpkı oradaki Rumlar gibi tarihe sığınmayı seçmiş. Talay şimdi başı çekiyor. Ataol da eskilerden. Yunatçılar, Çamlıbağ ve Corvus da öteki fabrikalar. Adadaki şarap üreticilerinin düzenledikleri "Şarap Tadım Günleri", aslında Bozcaada’nın tadına bakmak anlamına da geliyor.
ÇINARALTI’NDA ÇAY MOLASI
Bozcaada küçük bir yerleşim birimi. İlçe merkezi tek gerçek yerleşim alanı. Türkiye’de köyü olmayan tek ilçe. Özellikle Ayazma’ya doğru giderken insan oralarda Ada’nın ortasında ya da batı kesiminde bir köy olabileceğini düşünüyor ama yok.
Bozcaada’daki Zübeyde Hanım Parkı, bir buluşma yeri. Öyle başka küçük yerler de var. Bunların başında Çınaraltı geliyor. Çınaraltı, Bozcaada’nın çekim merkezi. Herkes sanki oradan geçmek ya da orada oturmak zorunda. Çünkü Bozcaada’da bir insanın gidebileceği hemen hemen tüm yerlere gitmek için yol oraya düşüyor.
Genç ve gür yapraklı çınar ağacının gölgesi serin. Gelsin o zaman çaylar, limonatalar.
Çınaraltı, Bozcaada’da, yaz sıcağında ayrı bir soluk alınacak yer. Orada otururken kendinizi İstanbul’un ermişler gibi susar görünen ama kulağınıza menkıbeler fısıldayan çınarlarından birinin altında sanabilirsiniz; Anadolu köylerinin veya derelerinin birinde kendi "teşviş"ine dalmış, erenler evliyalar gibi sizi süzen çınarlarından birinin altında da.
DAR ALANDA KISA PASLAR
Ada’nın küçük bir yer olması, insanların sık sık yüz yüze gelmesine neden oluyor. Biz iki gün kaldığımız Bozcaada’da bazı kişileri üç kez gördük. Tanıdıklarımıza da rastladık. Örneğin, yazar arkadaşım Vecdi Çıracıoğlu’na ve şair Tezer Cem’e. Onlarla ve arkadaşlarıyla karşılaşmasak, Ayazma’daki o suyunu içiveresiniz gelen camgöbeği mavisinden tirşeye, oradan turkuvaza kadar değişen renkleriyle eşsiz berrak sularda yüzecektik. Bunun için hayıflanıyor değiliz. Sanatın soluk alıp verdiği mekánlarla dolu olan ve sanatçıların uğrağı olan Bozcaada’da bizim geçirdiğimiz o saatler de sanatla yüklüydü ve bunun için de olağanüstüydü.
Sergiler, Bozcaada’nın sürüp giden etkinliklerinden. Ressamlar, plastik sanatların çeşitli kollarında ürün veren sanatçılar Ada’daki birkaç galeride bunları sergileme olanağı bulabiliyorlar. Ozanın Günlüğü ve İlyada Okumaları’nda çağrılı ozanlar çeşitli dillerde şiirler(ini) okuyorlar. Türk-Yunan Dostluk Gecesi içten bir yakınlaşmanın ilginç gösterilerine sahne oluyor. Her yıl 26 Temmuz’da Hıristiyanların bir azizeyi anmak için düzenledikleri dini tören olan Ayazma Panayırı, çok katılımlı konserler ve folklor gösterileriyle Türk ve Yunan halklarının kaynaşma kapılarını açıyor. Bağbozumu Şenliği ile ekim ayında düzenlenen Dağ Bisikleti Festivali de ilgiyle karşılanıyor, temmuzda düzenlenen yat yarışı da.
Bozcaada, oradan, ıssızlığın içinden bize sesleniyor. Tertemiz havası, dalınası denizi, içilesi şarabıyla, içtenlikli merhabasıyla!