Davud’un yanıbaşından kuşbakışı Floransa
Michelangelo Meydanı, Arno Nehri’nin güney kıyısında yükselen küçük bir tepede. Floransa’nın en ünlü manzara terası şehre 60 metre yüksekten bakıyor.
Floransa sokaklarında Michelangelo, Dante, Da Vinci’nin ayakizinden yürüyen, heykeller, bina ve köprülerin güzelliğiyle başı dönen turistleri son şok için bu meydana çıkarıyorlar. Bronz Davud Heykeli’nin yanıbaşından şehre bakanlar, bu manzarayı kolay kolay unutamıyor.
Grazzie Köprüsü’nden Arno Nehri’ni geçen minibüsümüz, kentin güneyindeki Fatthucia Tepesi’ne kıvrılarak tırmanan yoldan hızla yükseldi. Ilık bir nisan ikindisiydi. Yemyeşil koruların içinden, eflatun konfeti gibi patlamış erguvanların, morsalkımla süslenmiş tarihi taş duvarların arasından geçip otoparkı andıran geniş meydana vardı. Meydanın kıyısına turist otobüsleri sıralanmıştı. Ortasında bronz Davud heykeli, dört köşesinde ise Michelangelo’nun diğer eserlerinden alınmış birer figür yükseliyordu. Kentin en talihsiz Davud’u olmalıydı bu. Mermer replikasını Signoria Meydanı’nda, aslını Akademi’de görenler yanından hiç ilgilenmeden geçiyordu.
Nehrin yanıbaşındaki meydan boşluğa balkon gibi açılıyordu. Dikdörtgen şeklindeydi ve arka bölümü restoran, diğer üç yanı park olarak düzenlenmişti. Yaklaşık 150 metrelik ön cephe, şekerleme, sosis ve hediyelik eşya satan karavanlarla panayır yerine dönüşmüştü. Neyse ki korkuluklarla aralarında geniş bir kaldırım vardı. Turist grupları bu kaldırımdan meydanın kenti en iyi gören, günbatımı manzarasıyla meşhur kuzey batı köşesine doğru koşturuyordu…
DOĞAL ÇİÇEK BAHÇESİYDİ
Floransa çanağı andıran, yaklaşık 20 kilometre çapındaki bir vadiye kurulmuştu. Karşımızda Muscoli, Ceceri gibi yüksekliği 400 metre civarındaki tepeler, onların ardında 900 metreyi bulan Settignano ve Fiesole dağları sıralanıyordu. Rehberimiz Ertürk Durmuş’un anlattığına göre, iki nehrin geçtiği bu vadi bir zamanlar baharda eşsiz güzellikte çiçeklerin yetiştiği bir cennet bahçesiydi. Romalı General Sulla, savaş yolunda buradan geçerken hayran kalan askerlerine “Zafer kazanırsak bu ovaya bir şehir kurmanıza izin vereceğim” demişti. Bu şevkle düşmana saldıran ordu zaferle dönmüştü.
Bugün ovada Rönesans’ın doğduğu, en güzel örneklerini bıraktığı biblo gibi bir şehir yükseliyordu. Güzelliğini tepeden görmek için Michelangelo Meydanı’na koşan erkenci turistler, gün batımını fotoğraflamak için sabırla bekliyordu. Ağırlık orta yaş ve üstündeki Amerikalılardaydı. Onların dışında her ulustan gezgin bulmak mümkündü burada: Koreliler, Japonlar, İskandinavlar, Ruslar… Modifiye edilmiş, parlak ışıklarla donatılmış otomobillerinden yüksek sesle rap çalan Balkan göçmenleri, ellerindeki taklit saatleri satmaya çalışan Afrikalılar…
Güneşin batmasına denizci usulüyle dört parmak, yani yaklaşık bir saat vardı. Kuzey batı köşesinden aşağıdaki parka inen merdivenler şimdiden gençlerle dolmuştu. Şaraplar, biralar açılmış, fotoğraf makineleri sehpalara yerleştirilmişti. Aslında günbatımını görme ihtimali pek güçlü değildi. Kuzeydoğudaki dağların ardından koyu renkli bulutlar geliyordu üstümüze. Meteorolojinin sağnak öngördüğü bir günü ıslanmadan kapatmak üzereydik.
MONTAIGNE, KADINLARI VE FAHİŞELERİ BEĞENMEMİŞTİ
Meydan 140 yıl önce yapılmıştı. Orta sınıfın zenginleştiği, şehrin Paris’e benzemeye çalıştığı günlerdi. Arno kıyısına yürüyüş yolları açan mimar Giuseppe Poggi, halkın boğucu yaz akşamlarında çıktığı seyir tepesini meydana dönüştürmüş, Davud heykelinin bronz kopyasını yaptırmıştı. Heykel 25 Haziran 1873’te dokuz çift öküzün çektiği arabayla tepeye taşınmıştı. Poggi’nin Michelangelo Müzesi’ne ayırdığı alanda bugün bir restoran vardı.
Kentin simgesi, 667 yıllık Vecchio Köprüsü’nün panoramik fotoğraflarını hep hayranlıkla seyretmiştim. Helikopterden çekildiğini sandığım karelerin aslında bu meydanın batı köşesinden çekildiğini o gün fark ettim. Uzaktan bakıldığında üstü binayla kaplıymış gibi durduğu halde, ortasından geçen yolun üstünün açık olduğunu, iki yanına yapıların sıralandığını da birkaç saat önce öğrenmiştim. Alt katındaki rengarenk boyalı bölmelerin kuyumcu olduğunu biliyordum. Fakat üstündeki, konut sandığım bölümdeki, Vasari Koridoru’ndan haberim yoktu. Şehri 1360’dan 1740’a demir yumrukla yöneten, servetleriyle Floransa’yı Rönesans’ın beşiğine dönüştüren banker Medici Ailesi’nin üyeleri 1565’te, halka karışmadan, güvenle evlerine gidebilmek için yaptırmıştı bu koridoru. Meşhur Vecchio Sarayı’ndan başlıyor, çatılardan, köprünün üstünden, çatı kullanımına izin vermeyen evlerin ön cephesinden geçip 1400 metre sonra ailenin konutuna ulaşıyordu. Mediciler yol boyunca sıkılmasınlar diye, duvarları nadide sanat eserleriyle süslenmişti. Ve yılın sadece birkaç günü ziyarete açılıyordu...
Kimler geçmemişti ki bu koridorun gölgesinden, köprünün üstünden... Michelangelo, Leonardo Da Vinci, Dante, hatta Dostoyevski ve Montaigne... İlk üçü ölümsüz eserlerinin önemli bölümünü bu şehirde yaratmıştı. Dostoyevski, köprüden yaklaşık 100 metre uzaklıkta, Pitti Sarayı’nın karşısındaki köşede, sıradan bir apartmanın ikinci katında Budala’yı yazmaya başlamıştı. Dostoyevski’yi bilmem ama, 1581 Haziranı’nda şehre gelen Montaigne bu müthiş mimari eserlerden, heykellerle süslü meydanlardan hiç etkilenmemişti. Seyahat Günlükleri’nde delirtici haziran sıcağını, gece nemden bunalıp otelde nasıl masanın üstünde uyumak zorunda kaldığını, eskrimcileri, günümüzde de 23 Haziran’da düzenlenen müthiş St. Johns Karnavalı’nı uzun uzun anlatıyordu. Sokaktaki kadınların güzel olmadığını, genelevindeki fahişelerin kalitede Venedik’tekilerin yanına yaklaşamayacağını bile yazmıştı. Fakat yapılardan neredeyse hiç bahsetmiyordu. Dört sayfanın sonunda sadece “İtiraf etmeliyim ki Floransa güzel nitelemesini hak ediyor” demekle yetinmişti.
HOWELLS’IN GİREMEDİĞİ BEATRİCE KİLİSESİ’NDE
Bu güzelliği sokaklara inmeden, Michelangelo Meydanı’ndan kuşbakışı görmek mümkündü. Karşımdaki Santa Croce Kilisesi, solunda, arkada Floransa Katedrali, gökdelen gibi yükselen kulesiyle Palazzo Vecchio, önündeki Ufizzi, güzelim Vecchio Köprüsü ve Pitti Sarayı... Böyle hayran hayran seyrederken, bu güzelliklerin Anadolu’yla bağlantılı olabileceğini düşünmek ilk anda çok saçma geliyordu. Oysa bu gerçekti. 2600 yıl önce Lidya’dan, yani Anadolu’dan göçen Etrüskler kurmuştu Toscana’daki ilk uygarlığı. 2 bin yıl sonra, bu kez şehir Osmanlılarla yaptığı ticaretle büyük servet birikimine kavuşmuştu. Gentile Bellini, 1480’de Topkapı Sarayı’na kadar gelmiş, Fatih’in portresini yapmış, fakat ne yazık ki Rönesans kıvılcımı Osmanlı’ya sıçramamıştı...
Michelangelo Meydanı’nın üstünden kara bulutlar geçiyor, batıdan gelen akşam güneşinin sarı huzmeleri şehre büyüleyici bir güzellik katıyordu. Palazzo Vecchio’nun kulesi ve Katedral’i kerteriz alıp, Dante Alighieri’nin yaşadığı daracık sokağı bulmaya çalıştım. Evinin yanıbaşında, hayatı boyunca unutamayacağı platonik aşkı Beatrice’e rastladığı kilisenin kulesini aradım. Şanslıydım, O gün kiliseyi gezmiş, Beatrice’in mezarını görmüş, sonra Dante’nin evine uğramıştım. Oysa 1883 kışında şehre gelen, yaklaşık 2 ay kalan Amerikan konsolosu William Howells, defalarca uğramış, bitişiğindeki manavla, bakkalla ahbap olmuş, fakat papazı bulup bir türlü kiliseyi açtıramamıştı. Bugün de ilgiyle okunan “Toskana Şehirleri”nde sorumsuz papaza hoşgörüyle yaklaşırken Floransa’yı sanat şehrine dönüştüren Medici Ailesi’ni ise yerden yere vuruyordu. Muhteşem Lorenzo dahil hepsinin aşağılık birer zorba olduğunu, demokrasiyi engellediklerini, cumhuriyet girişimini boğduklarını yazıyordu. Fakat Floransa’dan etkilendiğini gizlemiyordu. “Bu şehrin meydanları bile başlıbaşına bir kitap konusu” diye yazmıştı. Gelin görün ki, gezi notları “Floransa’da kitaplardaki romantizm kalmamış” cümlesiyle noktalanıyordu.
MAYIS BAŞLIBAŞINA ŞENLİK
Müzeler bir yana, ben de Floransa’nın sadece iki meydanında bir hafta geçirebilirdim. Örneğin 30 dakikada geçtiğim Katedral Meydanı’na tekrar gitmek, yere sırtüstü yatıp Floransa Katedrali’nin cephesindeki heykelleri, birbirleriyle ilişkilerini, vaftizhane binasının altın suyuna batırılmış kabartma tablolarını incelemek, sonra katedralin tepesine tırmanıp kentin bir gününü gözlemlemek isterdim. Açıkhava müzesini andıran Signoria Meydanı’ndaki heykeller, Neptün Çeşmesi ve bunların birbiriyle ilişkisi de birkaç gün alacak bir gözlem konusu olabilirdi. Bu meydandaki Davut ve Herkül heykellerinin yanyana gelmesinin İtalya demokrasi tarihine gönderme olduğu düşünülürse, ilk bakışta fark edilmeyen, gözümüzün önünde durduğu halde gerçek anlamı keşfedilmeyi bekleyen çok ayrıntı vardı...
Floransa’da Leonardo Da Vinci’nin 1503’te Mona Lisa’ya başladığı Pazazzo Strozzi’nin yanından geçmek bile başdöndürücüydü. Ilık bir nisan günü Arno’nun kıyısında, meydanlarda ve aşıkların kilit astığı Vecchio Köprüsü’nde yürürken Montaigne’in aksine zarif, güzel genç kızlar, erkekler, her yaştan aşıklar, mutlu ihtiyarlar gördüm. Bu zarif şehri keşfetmek için dünyanın dört bir yanından gelmişlerdi. Henüz çılgın yaz kalabalığı yoktu ortada. Yine de Stefan Zweig kadar şanslı değildim. “Amok Koşucusu”nun unutulmaz yazarı 1932 baharında Goethe Günleri’nde konuşma yapmak üzere şehre gelmiş, kültürel etkinliklerin zenginliğine hayran kalmıştı. “Floransa’da Şenlik” başlıklı yazısında, büyük metropollerde kaybolan festivallerin Floransa’da gerçek anlamını kazandığını belirtip “Zaten mayıs bu şehirde başlıbaşına bir festival” diye yazmıştı.
Bu şehre tekrar gelmeliydim. Yine baharda ve şenlik zamanında...
FLORANSA VE ÇEVRESİNDEKİ YAZ FESTİVALLERİ
* 21 Haziran: Yılın en uzun günü tüm Toscana’da şölenlerle kutlanıyor.
* Kostümlü Calcio: 22 Haziran’daki Kostümlü futbol şenliği iki gün sürüyor. Şehrin ortaçağdaki dört mahallesinin, yani Santo Spirito, Santa Croce, San Giovanni ve Santa Maria Novella’nın, turnuvasından oluşuyor. Karşılaşmalar Piazza Santa Croce’de yapılıyor. Takımlar kimi zaman çok sert, saldırgan olabiliyor. Ödül canlı bir inek. Karşılaşmalardan önce sporcular 14’üncü yüzyıl kıyafetleriyle geçit yapıyorlar. 24 Haziran’da, festivalin kapanışında Arno kıyısında havai fişek gösterisi düzenleniyor.
* Fiesole Yazı: Fiesole Müzik Festivali haziran ortasında başlayıp, temmuza kadar sürüyor. Tiyatro, dans ve sinemayı da içeriyor.
* Regata di San Ranieri: 17 Haziran’da Pisa kentinde, Arno Nehri üzerinde kostümlü katılımcılar süslenmiş teknelerle gece geçit yapıyor. Nehir iki yanındaki binalardan yakılan meşalelerle aydınlatılıyor.
* Gioco del Ponte: Haziranın son pazarında Pisa’nın meşhur köprüsünde şenlikli bir savaş yapılıyor.
* Corsa del Palio: 2 Temmuz ve 16 Ağustos’ta Siena kentinin meydanında ünlü at yarışı düzenleniyor.
* Sentimana Musicale Senese: Temmuz ayında düzenlenen oda müziği haftası boyunca ünlü sanatçılar, topluluklar Palazzo Chigi-Saraceni gibi tarihi mekanlarda konser veriyor.
* Festival Pucciniano: Meşhur opera bestecisi Puccini’nin hayatının son yıllarını geçirdiği ve sadece leziz yemekler pişirdiği Puccini Gölü’nün kıyısında ağustos boyunca opera festivali düzenleniyor.