Fransa'da krem şantinin ana vatanında Chantilly güzeli
Paris’e sadece 45 kilometre uzaklıkta cennet gibi bir şehir burası. 36 bin nüfuslu küçük şehir güzel satosuyla prenslere, ormanıyla av düşkünlerine, hipodromuyla atseverlere ezberletmiş adını. Uluslararası şöhretini ise dünya mutfaklarının vazgeçilmezine borçlu: Krem şanti. Güneş Kral, La Fontaine, Moliere’e ev sahipliği yapan Chantilly Şatosu’nda 17 Haziran’da düzenlenecek Diane Kupası at yarışları festival gibi geçecek.
“Neden beni tam 7 kez Versailles’a götürdünüz de Chantilly Şatosu’na hiç getirmediniz” diye serzenişte bulunmuştu Amerikan Başkanı Richard Nixon. Aristokrat-yazar Madame de Lafayette ise, “Güneşin parladığı hiçbir yerde buradakine benzeyen ışık yok” diye not düşmüştü. Şatonun ahşap-kagir evinde tattığı krem şantiyle başı dönen Oberkirch Baronu, “Böylesine güzel hazırlanmış, böylesine iştah açıcı bir kremayı hiçbir yerde tatmamıştım” diyecekti. Chantilly Şatosu tarihi yapısı, Versailles peyzajcılarının elinden çıkma bahçeleri, evlerinden birinde tesadüfen icat edilen kreması, tarihi ahırları, at gösterileri, havuzlarındaki su gösterileri, tarihi değirmeniyle bir masal şehir... Paris’te geçireceğiniz birkaç günlük tatiliniz sırasında, “sanat ve tarih şehri” unvanı taşıyan bir Fransız taşra şehrini görmek için çok iyi bir fırsat.
RESİM KOLEKSİYONU LOUVRE İLE YARIŞIYOR
Chantilly kenti deyince akla ilk kreması geliyor muhakkak ama kremanın doğuşunu anlamak için önce şatosuna gitmek lazım. 1386’dan 1897’ye defalarca el değiştiren şato sonunda hep aynı ailede kalmış. Kimleri ağırlamamış ki: Racine, La Fontaine, Moliere, Nerval, Proust başta olmak üzere pek çok sanatçı...
1789 Fransız Devrimi’nde Büyük Şato’nun her taşı tek tek sökülmüş. 1830’da son Fransız kralı Louis Phillipe’in oğlu, Aumale Dükü Orleans’lı Henri daha sekiz yaşındayken şatoyu miras olarak devralmış. İngiltere’de geçirdiği sürgün yıllarında şatoyu geçmiş heybetine kavuşturmayı hayal etmiş. Fransa’ya döndüğünde, ana şatoyu yeniden inşa ettirmiş. Bugün yapıdaki kapı tokmaklarından, yer döşemelerine her yerde görülen OH simgesi boşuna değil yani...
Sanatsever dük hayatı boyunca şatoyu resim, desen, sanat objesi ve kitaplarla doldurup ölünce varlığını Fransız Enstitüsü’ne bırakmış. Tek şartla: Şatoda prens dedelerinin ismini taşıyan bir müze kurulacak ve içindeki hiçbir eser bir santim bile yerinden oynamayacak. Conte Müzesi böyle çıkmış ortaya. 13 - 19’uncu yüzyıllar arasındaki dönemden bin resim, 2500’er desen ve gravür, 30 bin kitap, 12 bin eski baskı ve 1500 elyazımı eserden oluşuyor müzenin koleksiyonu. Öyle önemli eserler var ki koleksiyonunda, Louvre’dan sonraki en iyi resim müzesi olduğu söyleniyor. Kütüphanesi en değerli elyazmalarından birini barındırıyor: 13’üncü yüzyıldan kalma Berry Dükü’nün zengin saatleri... Canlı renkleriyle dikkat çeken eser günlük dua saatleriyle ilgili bir çizelge...
ÇALINAN ELMAS ELMADAN ÇIKTI
Şatoda bunca değerli sanat eseri olur da, hiç hırsızlık olmaz mı? 1900’lerin başında bir elmas çalınır ve Fransa bu haberle çalkalanır. Elmas bir otel odasındaki elmadan çıkar! Temizlikçi dinlenmek için oturduğu masadaki elmalardan birini alıp ısırmış, içine saklanan elmas dişini kırmıştır. Bugün müzede elmasın taklidi sergileniyor.
Yılda 365 bin ziyaretçiyi çeken Conde Müzesi sadece resim ve sanat objeleriyle sınırlı değil tabii. Büyük ve küçük daireler başlığı altında, prenslerin, prenseslerin günlük yaşantısına tanık oluyor, 19’uncu yüzyılda yerden ısıtmalı, sıcak ve soğuk sulu, bahçe manzaralı banyosuna giriyor, şatonun son sahibi Dük Henri’nin yatak odasına misafir oluyor, dönemin Uzakdoğu esintili “maymun desenli” odalarına göz atıyor, kısacası bir prens mekanında unutulmaz saatler geçiriyorsunuz. Ancak şatonun tek albenisi, içinde değil tabii, bir diğer çekici yanıysa gözalıcı bahçeleri: Fransız, İngiliz bahçeleri, bahçe içindeki Aşk Adası, Venüs tapınağı görenin başını döndüren cinsten..
HANDAN HANIM’A SORUN
James Bond serisinden “Bir Cinayete Bakış” dahil pek çok filmin çekildiği bir şatoda gezmek, hemen her gün yapılan atlı gösterileri izlemek, damağınızı krem şantili tatlılarla şenlendirmek isterseniz Paris tatilinizin bir gününü bu masal şehre ayırın. Ulaşım kolay. Paris’teki Gare du Nord’dan bineceğiniz TER treni 24 dakikada Chantilly’ye götürüyor sizi. Gardan otobüsle ya da 20 dakikalık yürüyüşle şatoya ulaşabilirsiniz. Chantilly Turizm Ofisi’ne uğrarsanız, güleryüzlü Handan Hanım (Lefevre) şehri tanıtmak için elinden gelen yardımı gösterecektir...
MAHARETLİ DEĞİRMEN
“Fransa’nın güzel bahçelerini hep hatırlayın, özellikle Chantilly’dekini hiç unutmayın” diyor bu muhteşem bahçelerin 17’nci yüzyıldaki tasarımcısı Andre Le Notre. Versailles ve Louvre’un tablo gibi bahçelerine imza atan usta tasarımcı Chantilly’yi su gösterileriyle farklılaştırdı. Şatonun birkaç kilometre uzağında inşa edilen ahşap su değirmeni ve bahçenin farklı noktalarından 20 metre yükseğe fışkırtılan sular kralların bile başını döndürdü. Gösterilerde kullanılan 1678 tarihli değirmen Chantilly şehrinin gözbebeklerinden biri. Prenslerin evine hizmet verdiği için diğer adı “Prenslerin Değirmeni.” 19’uncu yüzyılda yıkılıp yerine metali yapılmış. 2005’te aslına uygun yeniden inşa edilmiş. Değirmeni restore eden derneğin rehberi Stephan Letrain tutkuyla anlatıyor öyküyü: “Şatodaki bir su gösterisi için değirmenin 8 gün 24 saat durmaksızın çalışması gerekiyordu. Devrimden sonra bahçelerin büyük bölümü açıkartırmayla satıldı ve üzerine bugünkü Chantilly kenti kuruldu. Su gösterileri bitti. Dük Henri’nin 19’uncu yüzyılda yaptırdığı modern değirmen sayesinde şatonun lavabolarındaki musluklardan su akıyordu. Oysa 1960’lara kadar Fransa’nın küçük yerleşimlerinde evlere su kuyu ve çeşmeden taşınırdı.” Letrain yaptığımız gezi sırasında gerek ahşap, gerekse metal değirmeni çalıştırıyor bizim için. Zaten “yaşayan müze” tanımı buradan kaynaklanıyor: 7’den 70’e tüm ziyaretçilere su değirmeninin yapısını göstermek. Mekanın en ilginç noktalarından biri 19’uncu yüzyıldan kalma çamaşırhanesi. 100 yıl boyunca aynı ailenin işlettiği çamaşırhanede, 1873’te Fransa’nın büyük icadı olarak dünyaya tanıtılan dev çamaşır makinesini görebilirsiniz.
ATLARA SICAK DUŞTAN SONRA SOLARYUM
Chantilly, Halatte ve Ermenonville ormanlarının ortasındaki şatoda avcılık, dolayısıyla atçılık önemli bir gelenek olmuş. 1700’lü yıllarda Büyük Ahırlar yapılmış. Atlı gösteriler başlatılmış. Ahırın kubbesi altında kralların katıldığı yemeklerin düzenlenmesi mekana verilen önemin kanıtı. Böylesine büyük ve görkemli bir ahırın yapılma nedeni ise hayli ilginç: Ahırı yaptıran prens, ölümünden sonra dünyaya at olarak döneceğine inanıyor, kendisine layık bir mekan hayal ediyordu. 1982’de “Canlı At Müzesi” başlığıyla faaliyetine devam eden mekan, bugün hemen her gün yapılan atlı gösterileriyle dikkat çekiyor. Nadir at cinsleri tanıtılıyor. Harada 30 at ve 10 pony var. Müze binicilerinden İspanyol kökenli Cristina Garcia-Rios’un söylediklerine bakılırsa, ziyaretçiler öğrenciler, emekliler. En çok gelen turistler Japonlar ve Ruslar. Rios, “Bu yıl 1 Nisan - 1 Kasım arasında özel gösteriler yapacağız” diyor. Müzede canlı atları görebildiğiniz gibi, manken at galerisinde bütün at disiplinlerini atlar üzerinde görebiliyorsunuz. Bu bölümü kiralayan büyük aileler, şirketler kokteyl düzenliyor. Müşteriler arasında ünlü kozmetik firmasının sahibi L’Oreal Ailesi’nin olduğunu da belirtiyor Rios. “Ne de olsa Prens Ahırları” burası diye de ekliyor. Ahırların hemen arkasındaki avlu, av öncesinde arabalara at koşulan alan olmuş yüzyıllarca. Bugünlerde restorasyondan geçen mekan, 2014’te yepyeni bir müzecilik anlayışıyla açılacak. Rios, seyirciye göstermedikleri bir bölümü de gösteriyor bize: Sıcak su akan at duşları ve at solaryumu! “Malum, zor bir iklimdeyiz, soğuk havalarda atlarımızı sıcak suyla yıkadıktan sonra, solaryum altında kurutuyoruz.”
PASTACI VATEL, KREM ŞANTİ VE BİR İNTİHAR VAKASI
Krem şantinin doğuşuna ilişkin çok hikaye var. En ilginci ünlü pastacı Vatel’e yakıştırılanı: Vatel, Güneş Kral 14’üncü Louis’nin kuzeni ve Chantilly Şatosu’nun sahibi 2’nci Louis’nin hizmetinde çalışmaktadır. 1671’de Güneş Kral şatoya davet edilir. Amaç araları açık olan kuzenleri barıştırmaktır. 23-25 Nisan’da ardı ardına ziyafet sofraları kurulur, ışık gösterileri yapılır, av ve diğer eğlenceler düzenlenir. Vatel öyle heyecanlanır ki ilk gün istediği rostoyu pişiremez, ikinci gün malzemesi gecikince intihar eder. Bu hikayeden hareketle Vatel’in kremasız kaldığı ve bu eksikliği belli etmemek için kremayı delicesine çırpıp köpürterek, sonunda bugün krem şanti olarak anılan karışımı elde ettiği anlatılıyor. Bu konuda herhangi bir yazılı belge yok. 1650’den kalan bir belgede, şato sahibi Conde Ailesi’nin bir davetinde “çok miktarda süt ve çırpılmış krema” ikram edildiği yazılı. Krem şanti’nin yemek kitaplarında yerini alması içinse 1750’yi beklemek gerekti. (Vatel’in hikayesini, aynı başlıkla, 2000 yapımı Gerard Depardieu, Uma Thurman filminden izleyebilirsiniz.) Chantilly’de ev yapımı kremadan tatmak isterseniz şehir merkezindeki Le Sylvia’ya uğrayın. 1920’de açılan brasserie’de krem şantili waffle, sıcak çikolatayla ikram ediliyor. Sıcak çikolata ve süt masaya ayrı bardaklarda geliyor, siz karıştırıyorsunuz. Paris’teki gibi tozla hazırlamıyorlar. (Le Sylvia: 14, Avenue du Marcehal Joffre)
ŞIK ŞAPKALI KADINLAR 17 HAZİRAN KOŞUSUNA ÜCRETSİZ GİRECEK
1834’te açılan hipodromu Dük Henri’nin kardeşi yaptırmış. At yarışları için gereken toprak ve uzunluğun farkına varan prens, bugün Parisli ve Chantilly’li koşu meraklıları başta olmak üzere dünyanın her yerinden koşu düşkününü kendine çeken bir hipodrom yaptırmış. Aralarında ünlü Ağa Han da var. Zaten Ağa Han Vakfı şatonun şu andaki restorasyonunu da üstlenmiş. Özellikle her yıl haziran ayında düzenlenen Diane Ödülü, onlarca animasyon ve piknikle gerçek bir bayram yerine dönüşüyor. Bu yıl 17 Haziran’da düzenlenecek koşunun her yılki koşulu ise, kadınların mümkün olduğunca şık giyinip, ilginç şapkalar takması. Dünyanın en zengin ailelerinin yanı sıra halkın da katıldığı bu etkinlik, son senelerde gerçek bir şapka defilesine dönüşmüş. Her yarım saatte bir gerçekleştirilen koşulara giriş şapkalı gelenlere bedava!