Berlin’i yürüyerek keşfettik

Berlin’i gezmek için birçok alternatif var. Otomobil kiralayabilir ya da turlara katılabilirsiniz. Şehir haritasının satıldığı yerlerde turlarına ilişkin el ilanları bulunuyor. Katlı otobüs, bisiklet, ginger yerine biz yürüyüş turunu seçtik. Gönüllü üniversite öğrencileri bütün şehri anlatarak turistleri gezdiriyor. Karşılığında sadece bahşiş veriyorsunuz. Almancanın yanı sıra, Portekizce, Çince, İngilizce, İspanyolca rehber bulmak mümkün.�

Haritamızda yazan saatte Brandenburg Kapısı’nın önüne gittik. Turumuzu seçtik, rehberimiz Matt ile yola çıktık. Almandı Matt. Bizi saat 11.00’den 15.00’e, Berlin Katedrali’ne kadar gezdirdi.

Berlin, tarih açısından harika bir şehir. 1961’den 1989’a kenti ikiye bölen meşhur duvarın bir kısmını korumayı başarmışlar. Bazı bölümlerinde kurşun izleri dikkat çekiyordu. Geçiş noktası (Checkpoint Charlie), fotoğraf çektirmek isteyenler için sembolik olarak duruyor. ‘’Utanç Duvarı’’ doğu ve batı Berlin’i ayırıyordu. Beni bu gezide en çok etkileyen, bu duvarı aşıp batıya kaçmak isterken vurulan Almanların öyküleri oldu. Artık kentin iki yakası arasındaki ayrım fark edilemiyor. Sadece binaların eskiliğinden anlayabiliyoruz, o kadar.

BERGAMA MÜZESİ VE TUSSAUDS’U GEZDİK

Brandenburg Kapısı, yılbaşı kutlaması ve birçok konsere ev sahipliği yapıyor. Çevresindeki oteller kentin en pahalıları. Parlamento binası da dikkat çeken yapılar arasında. Restorasyonda eklenen cam kubbe 360 derecelik bakış açısına sahip. Hemen altında ana salon yer alıyor. Gün ışığını doğrudan doğruya parlamentoya taşıyan kubbe, ziyarete açık. Ancak biz gittiğimizde önünde uzun kuyruk vardı, içine girmedik.
Berlin’de bir çok anıt var. Bunlardan biri de “Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı.” 2711 beton bloklardan oluşuyor. Enteresan bir yapı. Bence görülmeye değer.
Kent müzeleriyle de ünlü. Müzeler Adası olarak anılan bölge kanalla çevrili ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Kanalda tekne turuna çıktık. Madame Tussauds’da balmumu heykelleri, Bergama Müzesi’nde İzmir’den götürülen tapınağı gördük.
Berlin gezimiz October Fest’e rastlamıştı. Kentin turistik merkezlerinden Alexanderplatz’da kurulan büyük bir çadırda kutlanıyordu festival. Gerçekten çok eğlenceliydi. Herkes özel simitlerden yiyip bira içiyordu. Garsonlar tarihi kıyafetler giymişti. Eski Alman şarkıları çalınıyordu. Her ne kadar anlamasam da şarkılar kulağa çok hoş geliyordu. Festivale gelenlerin toplu ulaşım araçlarını seçmesi, otomobil kullanmaması dikkat çekiciydi.

368 METRELİK KULE

Alexanderplatz’a gittiğinizde Berliner Fernsehturm, yani televizyon kulesini göreceksiniz. 368 metrelik kule ülkenin en uzun yapısı. İçinde döner bir restoran bulunuyor.
Havanın güzel olduğu bir günde, yürüyüş yapmak için Charlottenburg Sarayı’nın bahçesinde bir tur attık. Sabahleyin yürüyüş yapmak isteyen birçok kişi oluyor. Gerçekten güzel, yemyeşil bir bahçesi var.
İkinci Dünya Savaşı’nda kentin pekçok önemli binası yıkılmış. Sonra orijinal haliyle tekrar inşa edilmiş. Zaten yıkılmadan günümüze gelenleri ayırt etmek mümkün. Şehrin tarihi dokusundan ayrı olarak, günümüze hitap eden modern mimariyi görmek için Postdam Meydanı’na (Potsdamer Platz) gidebilirsiniz. Yüksek binaların olduğu meydanın, tarihi Berlin’den çok daha farklı bir havası var.
Berlin’e vardığımızda, gezimize Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirchec (Yıkık kilise) ile başlayıp, babamın Zafer Sütunu’na çıkışıyla bitirdik. Biz aşağıda otururken babam Berlin’in çok güzel fotoğraflarını çekmişti. Toplam 11 günlük gezimizin 1 haftasını Berlin’e ayırdıktan sonra trenle Prag’a geçtik.