Mehmet Yaşin
Son Güncelleme:
Çıldır Gölü’nün kış homurtusu
Çıldır Gölü’ne gitmenin tam vakti. Çünkü suyu dondu, kalın, cam gibi bir buz tabakasıyla kaplandı. Üstü henüz karla örtülmedi. Buzun yarım metre altındaki suyu bile görmek mümkün. İşin ürkütücü ve şaşırtıcı yanı da burası. Çünkü, siz yürürken, ayaklarınızın altındaki kalın buz çatlıyor, sizi korkutuyor, adrenalin yüklenmenize neden oluyor. Çünkü gölün bir sesi var. Derinlerden gelen, gümbürdeyen bir ses. Kaç kez dinlediğim halde o sesi anlatacak kelimeleri bulamadım.
Çıldır dediğin yer, haritada uzak gibi görünse de çok uzak değil. Kars merkezine karayoluyla 81 kilometre uzaklıkta. İstanbul’dan uçakla Kars bir buçuk saat, oradan minibüsle bir saat daha. Hepi topu, iki buçuk, üç saat uzaklıkta. Neredeyse yağmurlu bir günde, kentin Anadolu Yakası’ndan Avrupa Yakası’na geçiş süresi kadar.
Ben Çıldır’a bir kaç kez gittim. Oraya gitmek, donmuş gölün üstünde yürümek, bende bir tutku haline geldi. Her gidişimde de hep aynı görüntülerle karşılaştım. O soğuk, gölün suyuyla birlikte görüntüleri de donduruyordu sanki. Kars’tan göle doğru giden yolun cam gibi olması sizi korkutmasın. Buranın şoförleri bu şartlara alışkın. Hem yavaş hem temkinli gidiyorlar.
KAZLAR VE TİLKİLER
Kars’tan çıkınca, pencereden akıp giden görüntünün, birden boşaldığını göreceksiniz. Kar kaplı düzlükler ve dağlar uzanacak buğulu pencerenin ardından. Arada bir, kara koyun sürülerini hayvan pazarına götüren çobanlar görüntüye girecek. Önünden geçtiğiniz köylerdeki ıssızlığa şaşıracaksınız. Ama bacaların beyaz beyaz tüttüğü gözünüzden kaçmayacak. Bazen yol kıyısında, beresini kulaklarına kadar indirmiş, atkısını beresinin üstüne sarmış, paltosunun yakalarını kaldırmış bekleşen yalnız yolcuları da göreceksiniz. Siz Çıldır’a gidiyorsunuz. Ya onlar nereye? Belki de Ardahan’a, Arpaçay’a, Susuz’a... Yol tabelalarında bu adları okuyacaksınız çünkü.
Biraz sonra şoför sağ tarafı gösterip, “Ermenistan o tarafta” diyecek. Bakınca beyaz dağları göreceksiniz. Çevrede hiç ses duyulmaması, gökyüzünde kuş uçmaması sizi şaşırtacak. Bir süre sonra önünüzden bir tilki kaçacak, iki tavşan zıplaya zıplaya gözden kaybolacak. Çoluk çocuk, çığlık çığlığa onlara bakacaksınız.
Daha sonra büyükçe bir köy göreceksiniz. Kazların, tezek yığınlarının arasında paytak paytak koşturmaları hoşunuza gidecek. Şoför size kazın bu yörede çok önemli olduğunu, Her evin bir iki kazı bulunduğunu, bunların yeterince yağlandığında kesileceğini, tuzlanacağını, kurutulacağını, sonra tandırda, yağları bulgur pilavına damlaya damlaya pişirileceğini anlatacak. Bunları duyunca ağzınız sulanacak.
Tepede, karların altında umutla ot arayan 40-50 kara koyun dikkatinizi çekecek. Sürünün başı boş mu diye düşüneceksiniz. Ya kurt inerse!.. Kurt, köpekten korkar mı? Tilkiler koyuna saldırmaz mı?... Kentte aklınızın ucundan geçmeyen sorular, burada zihninizde uçuşacak.
AYNA GİBİ BİR GÖL
Siz bu soruların yanıtlarını ararken, Çıldır Gölü birdenbire karşınıza çıkacak. Pırıl pırıl ayna gibi parlayan görüntü gözünüzü alacak. Minibüs sizi köyün meydanında indirecek. Sonra siz, tedirgin adımlarla göle doğru yürüyeceksiniz. Buzlu göle ilk adımınızı atarken, tıpkı benim gibi korkacaksınız. Ama kolunuza girecek olan bir köylü, “Korkma bu buz bugüne kadar hiç kırılmadı...” diye sizi cesaretlendirecek. Sonra gölün altından gelen, gümbürtüye benzeyen bir ses duyacaksınız. Boş bir şişenin ağzını üfleyince çıkan sese benzetecekseniz bu sesi. Ürpereceksiniz. Ses bir yaklaşacak, bir uzaklaşacak. Balıkçılar, bunun, buzun altında sıkışan havanın sesi olduğunu söyleyecek. Bir başka balıkçı daha ilginç şeyler anlatacak: “Bu sesi, göl buz tutmaya başladığında dinlemeniz lazım. Boğa böğürüyor sanırsınız. Hele geceleri!.. Sesler daha da garipleşir, gölün altından birisinin bağırdığını duyarsınız...” Sırf bunu duymak için Çıldır’a gelmek lazım diye içinizden geçirirsiniz.
BUZLU SUYUN BALIKLARI
Buzun üstünde yürümek çok zordur. Her an kayıp düşebilirsiniz. Onun için, ince kar örtüsünün üstünden yürümenizi öneririm. Güneşin buzun üstüne düşürdüğü mavili, morlu, eflatunlu ışıklar, size sihirli bir görüntü sunacak. Gölün ortasına doğru, deldikleri buzdan ağ çeken balıkçılarla karşılaşacaksınız. Ellerinin çıplak olduğuna şaşırıp, “Elleriniz üşümüyor mu” diye soracaksınız. “Alışığız” diyecekler. Ağdan önce büyükçe, pulları altın sarısı bir balık çıkacak. Balıkçı balığı ağdan kurtarıp, delikten uzağa fırlatacak. Balık can havliyle buzun üstünde zıplayacak. Her zıplayışında bir damla kan düşecek yere. Beyazın üstündeki kırmızı kan damlaları belki sizi biraz üzecek. Biraz sonra bir sarı balık daha gelecek. Ardından iki tane sazan. Balıkçılar ağı tekrar göle bırakıp, ağın 100 metre ilerideki diğer ucuna gidecekler. İşte o zaman çantanızı açıp, Kars’tan aldığınız Gürcü konyağını çıkarıp, yudumlamaya başlayacaksınız. Buzlu göl, gölün sesi, ağdan çıkan balıklar, balıkçıların yarı donmuş elleri, uzaktaki karlı dağlar, sessizlik... Büyülenip gideceksiniz.
Sonra balıkçılardan birkaç sarı balık satın alıp, gölün kıyısındaki derme çatma lokantanın yolunu tutacaksınız. Lokantacı, balıkları temizleyip, mangalın üstüne dizecek. Sessizliği cızırtı sesleri bozacak. Balığın kokusu kar kokusunu bastıracak. Garson çocuk tam o sırada karların altına gömdüğü rakı şişesini çıkaracak.
“Haydi beyler balıklar hazır...” diyecek patron ızgaracı. İlk lokmadan sonra böylesine lezzetli balığı hiçbir yerde yemediğinizi düşüneceksiniz. Bu yemek sizin için unutulmaz bir ziyafet olacak. Balığın üstüne ballı kar gelecek masaya. Onunla bastıracaksınız yemeği. Dönüş yolunda, bu yolculuğun tadının damağınızda kaldığını hissedeceksiniz. Minibüsün penceresinden bakarken, batan güneşin gölü rengârenk boyadığını göreceksiniz.
İşte o zaman siz de Çıldır’a âşık olacaksınız.
Kars’ta lezzet turu
Kars caddelerinde yürürken dikkatinizi en çok yan yana sıralanmış peynir satıcıları çekecektir. Vitrinler, koca bir kamyon tekerleğini andıran Kars gravyeri ile süslenmiştir. İçeri girerseniz, dükkân sahibi, büyükçe bir dilim kesip tatmanız için size ikram edecektir. Parçayı önce koklayın, sonra da tadına bakın. Bu buzağı şirdeninden alınmış maya ile yapılmış gerçek gravyer peyniridir. O koca tekerler en az bir yıl dinlendirilmiştir. Gravyerden sonra Kars kaşarının, çeçilin, deri tuluma basılmış peynirin tadına da bakabilirsiniz. Bu peynirlerden taşıyabileceğiniz kadar almanızı öneririm, çünkü başka yerde bulamazsınız.
Kars’ın milli yemeği kaz kebabıdır. Kesilen hayvan tuzlanıp kurutulur. Eti yumuşar, yağı içine nüfuz eder. Kurutulmuş kaz önce bir güzel haşlanır. Pişmeye yakın, yağlı suya bulgur atılır. Sonra tepsi taş fırına, ateşin uzağına konur. Bir-iki saat sonra bu muhteşem yemeği yemenin tadına doyum olmaz.
Kars’ın mutfağının kaz kebabı ile sınırlı olduğunu düşünürseniz yanılırsınız. Örneğin Piti (Bozbaş) denen, kökü İran’a dayanan yemek damağınızda unutamayacağınız tatlar bırakır. Kuzu eti, safran, nohut, yeşil biber, kuyruk yağı ile hazırlanan yemek, lavaş ekmeğinin üstüne dökülüp yenir. Erişte pilavının da aklınızı başınızdan alacağına emin olabilirsiniz. Üstüne, yağda kavrulmuş soğanla sarımsaklı yoğurt döklüp yenen Hangel de damak çatlatan cinstendir. Kars’ta Haşıl yemeyi de ihmal etmemeniz gerekir. İnce yarma, bulamaç haline gelinceye kadar pişirilir. Sonra genişçe bir tabağa alınıp, ortası havuz gibi açılır ve burası eritilmiş tereyağı ile doldurulur. Havuzun etrafına ise sarsaklı yoğurt gezdirilir.
Ben Çıldır’a bir kaç kez gittim. Oraya gitmek, donmuş gölün üstünde yürümek, bende bir tutku haline geldi. Her gidişimde de hep aynı görüntülerle karşılaştım. O soğuk, gölün suyuyla birlikte görüntüleri de donduruyordu sanki. Kars’tan göle doğru giden yolun cam gibi olması sizi korkutmasın. Buranın şoförleri bu şartlara alışkın. Hem yavaş hem temkinli gidiyorlar.
KAZLAR VE TİLKİLER
Kars’tan çıkınca, pencereden akıp giden görüntünün, birden boşaldığını göreceksiniz. Kar kaplı düzlükler ve dağlar uzanacak buğulu pencerenin ardından. Arada bir, kara koyun sürülerini hayvan pazarına götüren çobanlar görüntüye girecek. Önünden geçtiğiniz köylerdeki ıssızlığa şaşıracaksınız. Ama bacaların beyaz beyaz tüttüğü gözünüzden kaçmayacak. Bazen yol kıyısında, beresini kulaklarına kadar indirmiş, atkısını beresinin üstüne sarmış, paltosunun yakalarını kaldırmış bekleşen yalnız yolcuları da göreceksiniz. Siz Çıldır’a gidiyorsunuz. Ya onlar nereye? Belki de Ardahan’a, Arpaçay’a, Susuz’a... Yol tabelalarında bu adları okuyacaksınız çünkü.
Biraz sonra şoför sağ tarafı gösterip, “Ermenistan o tarafta” diyecek. Bakınca beyaz dağları göreceksiniz. Çevrede hiç ses duyulmaması, gökyüzünde kuş uçmaması sizi şaşırtacak. Bir süre sonra önünüzden bir tilki kaçacak, iki tavşan zıplaya zıplaya gözden kaybolacak. Çoluk çocuk, çığlık çığlığa onlara bakacaksınız.
Daha sonra büyükçe bir köy göreceksiniz. Kazların, tezek yığınlarının arasında paytak paytak koşturmaları hoşunuza gidecek. Şoför size kazın bu yörede çok önemli olduğunu, Her evin bir iki kazı bulunduğunu, bunların yeterince yağlandığında kesileceğini, tuzlanacağını, kurutulacağını, sonra tandırda, yağları bulgur pilavına damlaya damlaya pişirileceğini anlatacak. Bunları duyunca ağzınız sulanacak.
Tepede, karların altında umutla ot arayan 40-50 kara koyun dikkatinizi çekecek. Sürünün başı boş mu diye düşüneceksiniz. Ya kurt inerse!.. Kurt, köpekten korkar mı? Tilkiler koyuna saldırmaz mı?... Kentte aklınızın ucundan geçmeyen sorular, burada zihninizde uçuşacak.
AYNA GİBİ BİR GÖL
Siz bu soruların yanıtlarını ararken, Çıldır Gölü birdenbire karşınıza çıkacak. Pırıl pırıl ayna gibi parlayan görüntü gözünüzü alacak. Minibüs sizi köyün meydanında indirecek. Sonra siz, tedirgin adımlarla göle doğru yürüyeceksiniz. Buzlu göle ilk adımınızı atarken, tıpkı benim gibi korkacaksınız. Ama kolunuza girecek olan bir köylü, “Korkma bu buz bugüne kadar hiç kırılmadı...” diye sizi cesaretlendirecek. Sonra gölün altından gelen, gümbürtüye benzeyen bir ses duyacaksınız. Boş bir şişenin ağzını üfleyince çıkan sese benzetecekseniz bu sesi. Ürpereceksiniz. Ses bir yaklaşacak, bir uzaklaşacak. Balıkçılar, bunun, buzun altında sıkışan havanın sesi olduğunu söyleyecek. Bir başka balıkçı daha ilginç şeyler anlatacak: “Bu sesi, göl buz tutmaya başladığında dinlemeniz lazım. Boğa böğürüyor sanırsınız. Hele geceleri!.. Sesler daha da garipleşir, gölün altından birisinin bağırdığını duyarsınız...” Sırf bunu duymak için Çıldır’a gelmek lazım diye içinizden geçirirsiniz.
BUZLU SUYUN BALIKLARI
Buzun üstünde yürümek çok zordur. Her an kayıp düşebilirsiniz. Onun için, ince kar örtüsünün üstünden yürümenizi öneririm. Güneşin buzun üstüne düşürdüğü mavili, morlu, eflatunlu ışıklar, size sihirli bir görüntü sunacak. Gölün ortasına doğru, deldikleri buzdan ağ çeken balıkçılarla karşılaşacaksınız. Ellerinin çıplak olduğuna şaşırıp, “Elleriniz üşümüyor mu” diye soracaksınız. “Alışığız” diyecekler. Ağdan önce büyükçe, pulları altın sarısı bir balık çıkacak. Balıkçı balığı ağdan kurtarıp, delikten uzağa fırlatacak. Balık can havliyle buzun üstünde zıplayacak. Her zıplayışında bir damla kan düşecek yere. Beyazın üstündeki kırmızı kan damlaları belki sizi biraz üzecek. Biraz sonra bir sarı balık daha gelecek. Ardından iki tane sazan. Balıkçılar ağı tekrar göle bırakıp, ağın 100 metre ilerideki diğer ucuna gidecekler. İşte o zaman çantanızı açıp, Kars’tan aldığınız Gürcü konyağını çıkarıp, yudumlamaya başlayacaksınız. Buzlu göl, gölün sesi, ağdan çıkan balıklar, balıkçıların yarı donmuş elleri, uzaktaki karlı dağlar, sessizlik... Büyülenip gideceksiniz.
Sonra balıkçılardan birkaç sarı balık satın alıp, gölün kıyısındaki derme çatma lokantanın yolunu tutacaksınız. Lokantacı, balıkları temizleyip, mangalın üstüne dizecek. Sessizliği cızırtı sesleri bozacak. Balığın kokusu kar kokusunu bastıracak. Garson çocuk tam o sırada karların altına gömdüğü rakı şişesini çıkaracak.
“Haydi beyler balıklar hazır...” diyecek patron ızgaracı. İlk lokmadan sonra böylesine lezzetli balığı hiçbir yerde yemediğinizi düşüneceksiniz. Bu yemek sizin için unutulmaz bir ziyafet olacak. Balığın üstüne ballı kar gelecek masaya. Onunla bastıracaksınız yemeği. Dönüş yolunda, bu yolculuğun tadının damağınızda kaldığını hissedeceksiniz. Minibüsün penceresinden bakarken, batan güneşin gölü rengârenk boyadığını göreceksiniz.
İşte o zaman siz de Çıldır’a âşık olacaksınız.
Kars’ta lezzet turu
Kars caddelerinde yürürken dikkatinizi en çok yan yana sıralanmış peynir satıcıları çekecektir. Vitrinler, koca bir kamyon tekerleğini andıran Kars gravyeri ile süslenmiştir. İçeri girerseniz, dükkân sahibi, büyükçe bir dilim kesip tatmanız için size ikram edecektir. Parçayı önce koklayın, sonra da tadına bakın. Bu buzağı şirdeninden alınmış maya ile yapılmış gerçek gravyer peyniridir. O koca tekerler en az bir yıl dinlendirilmiştir. Gravyerden sonra Kars kaşarının, çeçilin, deri tuluma basılmış peynirin tadına da bakabilirsiniz. Bu peynirlerden taşıyabileceğiniz kadar almanızı öneririm, çünkü başka yerde bulamazsınız.
Kars’ın milli yemeği kaz kebabıdır. Kesilen hayvan tuzlanıp kurutulur. Eti yumuşar, yağı içine nüfuz eder. Kurutulmuş kaz önce bir güzel haşlanır. Pişmeye yakın, yağlı suya bulgur atılır. Sonra tepsi taş fırına, ateşin uzağına konur. Bir-iki saat sonra bu muhteşem yemeği yemenin tadına doyum olmaz.
Kars’ın mutfağının kaz kebabı ile sınırlı olduğunu düşünürseniz yanılırsınız. Örneğin Piti (Bozbaş) denen, kökü İran’a dayanan yemek damağınızda unutamayacağınız tatlar bırakır. Kuzu eti, safran, nohut, yeşil biber, kuyruk yağı ile hazırlanan yemek, lavaş ekmeğinin üstüne dökülüp yenir. Erişte pilavının da aklınızı başınızdan alacağına emin olabilirsiniz. Üstüne, yağda kavrulmuş soğanla sarımsaklı yoğurt döklüp yenen Hangel de damak çatlatan cinstendir. Kars’ta Haşıl yemeyi de ihmal etmemeniz gerekir. İnce yarma, bulamaç haline gelinceye kadar pişirilir. Sonra genişçe bir tabağa alınıp, ortası havuz gibi açılır ve burası eritilmiş tereyağı ile doldurulur. Havuzun etrafına ise sarsaklı yoğurt gezdirilir.