Bayburt’un müzeli köyü
Bayraktar köyü, Bayburt merkezine 45 kilometre uzaklıkta, Çoruh Nehri’ne bakan tepelerin arasında. Halkı balcılık, hayvancılıkla geçiniyor. Bu küçük köyün ismini geçen yıl Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’ın açtığı Baksı Müzesi sayesinde tüm Türkiye duydu. Okurumuz, Ankaralı edebiyat öğretmeni Sevim Özcan merak etti, gitti, izlenimlerini yazdı.
Gezilecek, görülecek yerler arasında Bayburt kaçıncı sırada yer alır? Eşimle Karadeniz kıyılarından Erzurum’a yaptığımız yolculukta buraya uğramak istememin asıl nedeni açıldığını basından öğrendiğim, türünde dünyanın tek, Türkiye’nin ise en büyük müzesi olan Baksı Müzesi’ni görmekti. Müze hakkında ne biliyordum? Açılacağını bir ay kadar önce gazetede okumuştum. Prof. Dr. Hüsamettin Koçan tarafından doğduğu köy olan Baksı’ya (yeni adıyla Bayraktar) yapılan bir müze, hepsi bu kadar. Buraya kadar gelmişken görmeye kararlıydım.
BAYBURT’UN DÜRÜST BALCISI
Bayburt, Gümüşhane ile karşılaştırıldığında bir büyük şehir; ortasından Çoruh süzülerek akıyor. Şehre hâkim bir tepedeki görkemli kalesi uzaklardan göze çarpıyor. Çoruh kıyısında çay bahçeleri, tarihi saat kulesinin küçük meydanı, dar sokakları... Biraz dolaşıyoruz. Baksı Müzesi’ne nasıl gidileceğini öğreneceğiz. Hazır gelmişken yerinden bal almak için vitrininde petek petek balların, bal tenekelerinin dizildiği dükkânın önünde duruyor, vitrini inceliyoruz. Sahibi dışarı çıkıyor. Selam, hoşbeş, sohbet... Yeni ürün bal henüz yokmuş, vitrindeki geçen yılınmış, görünüşüne bakmamalıymışız, bize yaramazmış, şeker balıymış. Yeni ürünü rahatlıkla alabilirmişiz. Bu yıl kuraklık olmamış, arılar doğal beslenmiş; ama bal hasadı henüz yapılmamış...
Dükkânındaki balı satmak istemeyen satıcıya ilk kez rastlıyorum. Bu temiz kalpli Anadolu insanının dürüstlüğüne hayran olmamak mümkün değil! Baksı Bayburt’a elli kilometre kadar uzaklıktaymış. Bal satıcısı dostumuz müzeyi görmüş, etkilenmiş; biz de görmeliymişiz. Hatta Aydıntepe ilçesinde bir de yer altı şehri varmış, orayı da gezmeliymişiz. Aydıntepe’den Baksı’ya gidilirmiş. İyi günler dileyip ayrılıyoruz.
Aydıntepe Bayburt’a 20 kilometre. Yol dümdüz ovadan geçiyor, zaman zaman yeşilliklere rastlıyoruz. Halkın tarım ve hayvancılıkla geçindiği belli. Aydıntepe küçük bir ilçe, merkezde duruyoruz. Küçük bir çay bahçesi… Halk öğle sıcağında ağaç gölgesinde serinlemeye çalışıyor. Hemen oradaki çeşmeden kana kana su içiyoruz.
Sonrasındaki yollar kâh iyi, kâh kötü. Sabırsızlanıyoruz. Bir süre sonra Çoruh Nehri’nden ayrılıp dar, dolambaçlı dağ yoluna giriyoruz. Tırmanıyoruz. Yol uzadıkça uzuyor sanki. Çoruh gerilerde, aşağıda kaldı. Ve işte karşımızda değişik mimarisiyle müze! Çoruh Vadisi’ne bakan tepenin üzerinde. Köyden kente göçün ve gurbetin damgasını vurduğu tipik Anadolu köyü Bayraktar ise biraz ileride.
TAKDİRE DEĞER
Yaklaşıyoruz. Kapıda bizi iki genç kız karşılıyor. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde okuyorlarmış. Hocaları ressam-eğitmen Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’dan övgüyle söz ediyorlar. Müze hakkında bilgimiz arttıkça Koçan için söylenenlerin az olduğunu düşünüyoruz. Hazırlıklarına 2000’de başlanan müze, gönüllülerin katılımıyla imece usulü gerçekleşmiş. 2005’ten itibaren vakıf bünyesine geçmiş. Sergileme Salonu’ndan başlıyoruz gezmeye: Halk resmi örnekleri, yazı resimleri, şifa tasları, alemler, taş baskılar, çömlekler, seramikler, geleneksel dokuma ehramlar, bunlardan yapılmış giysiler ve çağdaş sanatçıların gelenekle sanatı birleştiren tasarımları. Kütüphane, Konferans Merkezi, Bayburt Evi, Konuk Evi ve Atölyeler diğer birimler. Davet edilen sanatçılar Konuk Evi’nde kalıp atölyelerinde resim yapabilecekmiş. Burası sadece bir müze değil. Hüsamettin Koçan’ın da dediği gibi “geleneksel kültürle çağdaş yaşamı buluşturacak bir alan.” Yöre kadınlarının geleneksel sanat ürünlerini ürettikleri, geliştirdikleri yer olacak. Onların dokumalarından üretilmiş giysiler şehirlerdeki mağazaların ışıltılı vitrinlerinde yer alacak. Bu anlayış, sabır, çalışma, emek karşısında mutlu olmamak, çabaya saygı duymamak mümkün değil.
Tüm birimleri gezdikten sonra çevreyi seyre dalıyoruz. Görünüm etkileyici. Yakınımızda, uzakta çıplak tepeler, tepecikler... Aşağıda bu çıplaklığa hayat verdiği için gururla, nazlı nazlı akan Çoruh... Yanımızdaki genç kız karşıdaki çıplak dağın tam böğründe bir noktayı gösteriyor: “Orası benim köyüm.” İnsanlar burada ne yer, ne içer, nasıl yaşar, diye soruyoruz. “Arıcılık” diyor ve ekliyor gururla: “Yörede balımızın benzeri yoktur.” Bozkırda açan umut çiçeği bu genç kıza sevgiyle, hayranlıkla baktım...
Dönüyoruz. Duygularım, düşüncelerim karmakarışık. Baksı (Kırgız Türkçesinde Şaman) Anadolu’da bir köy... O kadar uzak değil, gidip görmek isteyenler için.
ÜSTÜ ÇAY BAHÇESİ ALTI YERALTI ŞEHRİ
Aydıntepe’deki çay bahçesinde “Yeraltı Şehri” levhası dikkatimi çekiyor. Çay ocağından burayı nasıl gezeceğimizi soruyoruz. Bu arada levhayı okuyorum: Romalılarca kovulan ilk Hıristiyanların, saklanmak ve barınmak amacıyla yaptıkları izlenimini vermekteymiş. İlk yapılan kazıda mezar odası bulunmuş. Kültür Bakanlığı kazı çalışmalarına devam ediyormuş. Bir delikanlı gelip kilitli kapıyı açıyor. Giriş 1 TL. Delikanlı merdivenden aşağı inmemizi, ışıkları takip etmemizi, 1150 metre yürüyüp karşıdan bir yerden çıkacağımızı söyleyerek, elektriğin kesilme olasılığına karşılık elimize bir de el lambası tutuşturuyor ve kapıyı üzerimize kilitliyor. Ürpermemek elde değil. Tek kişinin sığabileceği labirent gibi yoldan başımızı eğerek yürümeye çalışıyoruz. İçeri serin ve nemli, yerler ıslak. Zaman zaman sağlı sollu küçük odacıklar var, sanırım üç-dört tane de büyük oda. Bir derece gözümüze çarpıyor, sıcaklık 13 derece. Nedense korkuyor adımlarımızı hızlandırıyoruz. Uzaktan gün ışığını görünce derin bir oh çekiyoruz. Kapıyı açıp bambaşka bir yerden dışarı çıkıyoruz. Çevreyi tanımaya çalışıyoruz. Yer altı Şehri’nin üstünde çay bahçesi, asfalt yol, bir sıra apartman ve büyükçe bir tepe var.