Bağbozumunda bisikletle Bozcaada
Çanakkale’nin en küçük ilçesi Bozcaada bu bayramda nüfusunun tam 16 katı ziyaretçiyi ağırladı.
Son yılların en büyük turizm patlamasını, bağbozumu şenlikleri izledi. Şimdi kalabalıklar çekildi. Adanın bağlarla kaplı vadileri, ovaları, deniz manzaralı otoyolları, asırlık taş evlerin sıralandığı dar sokakları adalılara ve meraklı gezginlere kaldı. Geç başlayan bağbozumu bu yıl eylül sonuna kadar sürecek. Önceki hafta adadaydım. Bisiklet kiralayıp, beş gün boyunca bağların arasında pedal çevirdim. Yol kıyısındaki incirleri tattım, bağcılarla, şarapçılarla sohbet ettim. Koylarında buz gibi denizi kulaçlayıp, karagöz, sarpa, ahtapot ve izmaritlerle selamlaştım.
Gün boyu elindeki iki torbayla Ayazma kumsalını bir baştan diğerine adımlayan, bahçesinden topladığı acuru ve annesiyle hazırladığı bezeleri satan İsmail Galfa “20 yıldır her yaz bu sahildeydim, hiç böyle kalabalık görmemiştim. Bayramda kumsalda insanlara, yolda otomobillere yer kalmadı” diyor. Eylülün ikinci haftasında Bozcaada’da herkes bayram yorgunu: Kahvecisi, garsonu, ekmek yetiştirmek için gece gündüz çalışan fırıncısı, hatta otoyollar... Tsunami faciasından bahseder gibi anlatıyorlar o dokuz günü. En uzak iki kıyısı arasındaki mesafe 10 kilometre olan adaya tam 6 bin 945 araç, 32 bin 275 kişi gelmiş... 2009’da nisandan temmuza 120 günde adaya toplam 56 bin kişinin geldiği düşünülürse gerçek bir turizm patlaması yaşanmış.
SESLER, KOKULAR UNUTULMAZ MANZARALAR
Oysa eylül adada en güzel ay. Poyraz daha insaflı esiyor. Denizin bereketi artıyor, kalamar, sardalye kıyılara dönüyor. Asmalar mücevherlerini takıp takıştırıyor. Gözalabildiğine uzanan yemyeşil bağlara eylül güneşinin sarı ışıkları düştüğünde izlenimci ressamların tablolarına benzer manzaralar çıkıyor ortaya. Yol kıyısındaki kekikler çiçekleniyor, ağaçlar ballı incirlerle donanıyor. Bozcaada’nın çorak, ıssız güney sahilindeki masmavi koyların cazibesi artıyor. Hele bir de dolunay alacakaranlıkta Midilli üstünden dev bir balon gibi yükselmeye görsün...
Eylül adada bağbozumu dönemi. Karşı kıyıdan gelen, hasat boyunca bağevlerinde kalan köylüler sabahın ilk ışıklarından öğlene kadar üzüm kesiyor. Ada merkezindeki dar sokaklara traktörlerle taşınan üzümler, şaraphanelerde hemen salkımından ayrılıp sıkılıyor. Bağların arasından geçen yollar mis gibi asma yaprağı kokuyor.
Beş yıl önce eylül ortasında ilk kez Bozcaada’ya gittiğimde, okullar açılmış, kalabalıklar çekilmiş, bağbozumu bitmek üzereydi. Köhne bir bisikleti 5 günlüğüne kiralayıp, her gün farklı rotadan pedal çevirmiş, hafızama kış boyunca ruhumu aydınlatacak fotoğraflar, kokular, sesler kaydetmiştim. Bu gezinin sonrasında bağbozumu benim için bir ritüele dönüştü. İki yıl tekrarladım. Son iki yıldır da eylülde “Bozcaada” diye sayıklıyorum, fakat gitmek kısmet olmadı.
Bayramı işbaşında geçirip, hemen ertesinde bir haftalık izne çıktım. Bozcaada’nın yolunu tuttum.
Değişikliğin ilk sinyalini, her zaman kaldığım liman manzaralı oteli aradığımda aldım. İşletmecisi değişmiş, sezon sonunda çift kişi 70 TL’ye konakladığım odaların fiyatı 320 TL olmuştu. Adaya ayak bastığımda tüm fiyatların Alaçatı’yla yarıştığını, dost olduğum bazı esnafların yerlerini terk etmek zorunda kaldığını gördüm, üzüldüm. Kalabalıklardan gözü kamaşan mal sahipleri kiracılarını çıkarıp, işyerlerlerine konmuştu. Eski sahiplerini sorunca “onlar işi bıraktı adayı terk etti” diyorlardı. Gelincik şurubuyla hayal gücümü kışkırtan Ada Kafe, asma yaprağında sardalyesiyle damağımı şenlendiren Salkım, her sabah kahvaltı için çıtır köy ekmeği aldığım fırın sürgüne gitmişti. Geçmişte sohbet ettiğim esnaflardan bazılarını adanın arka sokaklarındaki yeni işyerlerinde keşfedince 40 yıllık dostlarımı görmüş kadar mutlu oldum.
İskelenin bitişiğindeki bisikletçi Haluk da içerilere, pazarın yakınına taşınmıştı. Kalenin arkasında tepede kahvaltı dahil kişi başı 40 TL’ye deniz manzaralı, klimalı bir oda bulup yerleştim. Günlüğü 20 TL’den beş günlüğüne bisiklet kiradım. Çantama deniz malzemeleri, su ve meyve koyup ada turlarına başladım.
Adaya gelen eko turistlerin artması, bisikletlere de kalite getirmişti. Stabilize yolun titreşimini kesen amortisörlü, disk frenli bisikletler kiralanıyordu artık.
Yokuşları çıkmak kolaylaşmıştı. Kendimi kıyıya inen uzun yokuşlardan aşağıya bıraktığımda, mekanik tıngırtı yerine sadece rüzgarın sesini ve göç öncesi son şarkılarını söyleyen, havada sekerek benimle yarışan kuşları duyuyordum.
SİHİRLİ VADİ
İlk iş, adanın en sevdiğim tepesi Bozcada Mesire Yeri ve ormanlık alandan sahile kadar bağların sıralandığı Suluçeşme Vadisi’nin yolunu tuttum. Kaymakamlık binasının yokuşunu çıkıp, Ayazma’ya saptığımda bayramdaki tsunaminin izleriyle karşılaştım: Otoyol kıyısında sırtüstü yatan ya da asfalta yapıştırılmış zavallı kirpiler, kediler, otomobil penceresinden fırlatılmış pet şişeler...
Ovaya çıktığımda adanın büyük bölümü ayaklarımın altındaydı. Aşağıda bağlar, sahildeki küçük kayalık adalar. Uzakta poyrazla dans eden rüzgar türbinleri... Benzin istasyonunun yanına şaşırtıcı şıklıkta bir pizzacı açılmıştı. Gözüm geçmişin domates tarlalarını aradı. Adanın meşhur domates reçeli bu tarlalarda yetişen yumurta şeklindeki küçük domateslerden yapılırdı. Fakat tarlaların yerini bağlar, bağevleri alıyordu. Papazbahçe mevkiindeki, bir zamanlar Uğur Dündar’a ait olan, çamlarla kaplı zarif bağevini geçerken, bahçe duvarının ardından neşeli çocuk çığlıkları duydum, sevindim. Demek ki ev satılmış ve yeniden hayata kavuşmuştu. Kendimi yokuş aşağıya bıraktım. Sağım, solum gözalabildiğine bağ, önüm çam ormanıydı. Poyraz asma ve kurumuş ot kokusunu burnuma taşıyordu. Ayazma yolundan çıkıp, pek kullanılmayan Suluçeşme yoluna saptım. Adanın yegane çam ormanının içinden geçen stablize yola girdim. Çukurların arasında zigzag yaparken, ormanın ortasındaki adacıklarda iki yeni bağevi dikkatimi çekti. Demek ki bölge imara açılmıştı.
Ve sonra sıra en sevdiğim vadiye geldi. Mesire yerine 100 metre kala sağdaki toprak yola girdim, Suluçeşme’ye doğru inmeye başladım. Geçmişin bakımsız bağları elden geçirilmiş, soldaki yamaçlara askılı bağlar yapılmıştı. Sonradan müzikçi Feridun Düzağaç’a ait olduğunu öğrendiğim bu bağlar, koyu yeşil yapraklı asmalarıyla çevreden ayrışıyordu. Hemen altında, iki yakada vadi boyunca uzanan Talay Bağları başlıyordu. Meşhur çavuş dahil pek çok üzüm türü yetiştiriliyordu bu bağlarda. Uzakta Habbele Koyu’nun burnundaki kayalıklar, yeldeğirmenleri, poyrazdan kaçıp açığa demirlemiş boş yük gemileri görülüyordu. Yol kenarındaki meşe ağacının gölgesinde bisikletten indim. Ağustos böceklerinin şarkıları eşliğinde yaklaşık yarım saat bu güzel manzarayı içime çekerek seyrettim. Sezonun kurak geçmesine, sulama yapılmamasına karşın asmalar yemyeşildi. Yaprakların gölgesine saklanmış salkımlar kesilmeyi bekliyordu. Kasalar bağların girişlerine sıralanmıştı.
Sahile doğru inerken, 1 kilometrelik yolun bitmesini hiç istemiyordum. Karınca hızıyla geçtim bağların arasından. Yolun sonuna doğru yeni yapılan Talay Konukevi’ni gördüm. Anlaşılan bu vadinin benim gibi meraklıları vardı. Bisikletle geçmek yerine 24 saatine tanık olmak istiyorlardı.
Sonraki beş günde, sabah güneşinde, akşam gün batımında bu vadiden defalarca geçtim. Girişindeki iki büyük ağaçtan ballı incirler yedim, doğanın sesini dinledim. Güneşin dev bir portakala dönüşüp denize dalışını izledim. Bu vadide, yol kenarında bir incir ağacı olmayı düşledim.
KAPIDAKİ TEHLİKE
Bozcaada çevresini dolaşan otoyolun toplam uzunluğu 40 kilometreyi buluyordu. Aradaki bağlantı yolları sayesinde her gün farklı bir rotadan geçmek, yeni keşifler yapmak mümkündü. Ben de her gün farklı bir rotadan geçip, Ayazma Koyu’nun buz gibi denizinde kendimi suya attım. Kıyıdan yaklaşık 100 metre açıkta, sualtı doğa parkını andıran kayalıklarda yüzüp, ahtapotların, karagözlerin, sarpaların fotoğraflarını çektim. Akşamları gün batımı ve mehtap manzarası eşliğinde bağ gezilerimi sürdürdüm.
Kurak bir yaz geçirmişti ada. Salkım seyreltmesi yapmaya kıyamayan bağcıların üzümleri dalda kurumuştu. Bağcılar Kooperatifi Başkanı Mustafa Kırlı, nisanda çıkan mildiyo hastalığının da önemli hasar verdiğini söylüyordu. Buna rağmen, havaların yavaş ısınması, üzümün yavaş olgunlaşması şaraplık üzümler açısından özel bir sezon vaat ediyordu. Adanın büyük şarap üreticilerinden Mehmet Talay umutluydu: “Asma başına verim yüzde 25 düştü. Fakat kalan üzümün kalitesi arttı, iyi bir şarap yılı olacak.”
Bu yıl ilk kez Mey, Kavaklıdere gibi büyük şarap üreticileri üzüm almak için adaya gelmişti. Bir zamanlar Osmanlı Sarayı’nda baştacı edilen, narin Bozcaada çavuş üzümünün bağlarda azalması üzerine Bozcaada Derneği, İlçe Tarım Müdürlüğü ve belediye harekete geçip kampanya başlatmıştı. Yeni fideler dağıtılmış, posterler bastırılmış, çavuş tekrar adanın yıldızına dönüşmüştü. Hatta şarabı yapılıp, piyasaya sürülmüştü. İlçe Tarım Müdürlüğü ayrıca zeytinciliğin gelişmesi için kampanya yürütüyordu.
Ada merkezindeki tezgahlarda ressamlara ilham verecek güzellikte sofralık üzümlerin kilosu bu yıl 3 TL’den satılıyordu. Beni en çok red globe’a rastlamak şaşırttı. Bu üzümü adaya getiren meraklı bağcıyı bulmak için üç gün uğraştım, izini ancak adadan ayrıldıktan sonra bulabildim.
Bozcaada Feneri ve meşhur Akvaryum Koyu’nu içeren güney yakası turunda, yeniden çiçeklenmiş kekiklere rastladım. Bir küçük demet hazırlayıp, koklaya koklaya ıssız koyların arasında, bir inip bir çıkan yolda pedal çevirdim. Adanın en güney ucundaki Mermer Burnu’nu, en sevdiğim ıssız koylardan Ayana ve Beylik’i uzaktan seyrettim. İki ilginç gelişme dikkatimi çekti: Yolda yanımdan Zonguldak, Samsun plakalı otomobiller geçti. Demek ki Bozcaada’nın şöhreti Karadeniz kıyısına kadar ulaşmıştı. Akvaryum Koyu’nun üstünde, telle çevrilmiş çorak araziye “Akvaryum Bağ Evleri” tabelası dikilmişti. Habbele Koyu’nda sahilin hemen üstünde bir SPA oteli yükseliyordu. Rastlantı sonucu tanıştığım Bozcaada Derneği Başkanı Hülya Talay’ın bahsettiği tehlikeyi gözümle gördüm. SİT alanı uygulamalarının ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, koruma kurullarının dağıtıldığı bir dönemde Bozcaada’da kapalı kapılar ardında “Koruma Amaçlı İmar Planı” hazırlanıyor, geçmişte imara kapalı birçok bölgenin “turizme kazandırılacağı” söyleniyordu. Yıllar önce Akvaryum Koyu’na yerleşen, elektriğini güneşten üreten Deniz Pak’ın pansiyonuna baktım uzaktan. Yaklaşık 10 yıldır bu ıssız koyda hazırladığı, Açık Radyo’da yayımlanan “Denizaşırı” programıyla, Bozcaada’nın sesini dünyaya taşıyan Pak bu günlerde yasta olmalıydı...
Adanın kuzeyinde, bağlarla kaplı Çayır mevkiinde hummalı bir çalışma vardı. Edremit ve Bayramiç’ten gelen köylüler günlük 25 TL yevmiyeyle üzüm kesiyordu. Sofralık üzümler buradaki bağlarda, şaraplıklar ise çoğunlukla adanın diğer bölgelerinde yetiştiriliyordu. En çok incir ağacı ve en leziz incirler de Küçüksanayi Sitesi ile Kuruçeşme mevkiini birbirine bağlayan bu yoldaydı...
ŞARAPÇILAR BU SEZONDA İDDİALI
Ada bağlarında yılda 1600 ton sofralık, 3900 ton şaraplık üzüm üretiliyor. Dört büyük şarap firması ağırlıklı olarak ada üzümünü kullanıyor. Ada dışından aldıkları üzüm miktarı yüzde 5 civarında. Üretilen şarabın yüzde 95’i ada dışında satılıyor.
Adadaki firmalar bu sezonda iddialı. Talay ve Corvus üretimini artırdı. Talay, geçen yıl Bozcaada çavuş üzümlerinden yaptığı şaraptan sonra bu yıl beyaz narince, kırmızı pinot gris, tempranillo üzümleriyle deneme üretimine başladı. Çamlıbağ bu yıl ada üzümlerinden yaptığı dört çeşit şarabı Kaliforniya’da satmaya başlayacak. Firma ayrıca nostaljik bir ürün sunacak piyasaya. Haşim Yunatçı “100 yıl önce floksera ada bağlarını eritince, büyüklerimiz ilk kez kırmızı üzümden beyaz şarap yapmıştı. Biz de kuntradan bu yıl beyaz şarap yapacağız” diyor. Corvus ise bu yıl ilk cruturk, rose de grenache ve bornova misketi şaraplarını şişeledi. Yeni bağlarına ilk kez chardonnay, mascato bianco, malbec, petit verdot üzümleri dikti. 11 şarabın kupajından hazırlanan Blend No: 5’i satışa sundu.
BAĞLARDA EKO TURİZM ÖRNEĞİ
Seramikçi Hülya Talay ve kardeşi vitray sanatçısı Zehra Talay, Suluçeşme’deki aileden kalma bağevini geçen yıl beş odalı konukevine dönüştürmüş. Kendi eserleriyle dekore ettikleri odalarda klimadan LCD TV’ye her türlü konfor bulunuyor. Konukların ücretsiz kullanması için bağevinin önüne bisikletler, odalarına kamışlı olta takımları yerleştirilmiş. Aynı zamanda Bozcaada Derneği Başkanı olan Hülya Talay, adanın kitle turizmiyle kimliğini kaybedeceğini, butik turizmle kalkınabileceğini söylüyor. Talay Konukevi’ni örnek olması amacıyla kuran iki kardeş, Suluçeşme Vadisi’nin kuzeybatıya bakan yamaçlarını da boydan boya lavanta tarlası yapmayı hayal ediyor.
ADANIN YENİ GÜZELİ RED GLOBE
Adada üretilen 16 çeşit üzümün arasına son katılanlardan biri de sofralık red globe. Pembemsi rengi, iri ve erik gevrekliğindeki taneleriyle bir haz nesnesi olarak tanımlayabileceğimiz bu üzümü Bozcaadaya ilk getiren kişi rüzgar enerjisi yatırımlarıyla tanınan işadamı, meraklı bağcı Ferhat Tigrel. 2004’te 25 dönüm bağ alıp, verimsiz, yaşlanmış çavuş kütüklerinin yerine alternatif ararken İtalyan Rauscedo firmasının önerisiyle iki bin red globe fidesi dikmiş. 2005’te müteahhitlikten bağcılığa geçen Alaattin Salman da ondan aldığı fideler ve ilhamla red globe üretmeye başlamış. Şu anda Tigrel, yılda ortalama beş ton, Salman ise iki ton red globe üretiyor. Salman bu yıl 12 dönümlük bir bağını da red globe’a dönüştürmüş. Tigrel ise dört bin kök daha dikmeye hazırlanıyor. Her ikisi de dağıtım sorununu aşamadıkları için bu güzel üzümleri sadece adada satıyor.
EN YENİ SANAT GALERİSİ
Adadaki galerilerin sayısı bu yaz altıya ulaştı. Rengigül, Fahri, Armagandi, Resimevi, Turuncu’dan sonra Lale Sokak’taki müzenin yanında Bozcaada Sanat Galerisi açıldı. Galeriyi açan Belgin Şahin seramikçi. İşletme öğrenimi görmüş, borsada çalışmış, emlak danışmanlığı yapmış, 2000 yılında işlerini bırakıp seramiğe başlamış. Hazirandan bu yana 10 sergi açılan galeride ayrıca seramik ve cam atölyeleri, söyleşiler düzenleniyor. Şahin’i bu yaz en çok adalı çocukların atölye çalışmalarına ilgisi sevindirmiş.
MÜZE GENİŞLİYOR
Hakan Gürüney, 1992’de nadide bir deniz kabuğunu bulmak için adaya gelmişti. Koleksiyon merakıyla ada sevgisi birleşince o tarihten itibaren Bozcaada’nın tarihine yöneldi. 20 bin civarında belge, malzeme, obje topladı. Bunları 2006’da Bozcaada Kaymakamlığı’nın tahsis ettiği binada sergilemeye başladı. Nisandan ekime 235 metrekarelik alanda 6 bin belge, fotoğraf, obje sergiliyor. Kışın tüm koleksiyonu nemden korumak için kaymakamlığın tahsis ettiği odaya taşıyor. Geçen yaz müzeyi 2 bin kişi gezdi. Müzeye son iki yılda dört yeni galeri eklendi. Adada İtalyan elçiliği yapan Borelis’e, 11 köklü aileye, Ara Güler fotoğraflarına bölümler ayrıldı. Gürüney ayrıca deniz kabuğu koleksiyonunun bir bölümünü sergilemeye başladı. Önümüzdeki günlerde, Birinci Dünya Savaşı sırasında İtalyan askerlerinin adadan gönderdiği kartpostallardan “Kartpostal Hikayeleri” adlı bir kitap yayımlayacak. Ayrıca sözlü tarih çalışmalarını kitaplaştıracak.