Mehmet YAŞİN
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 02, 2011 00:00
Bu hafta Türkiye’nin dört bir yanında Hıdrellez Şenlikleri düzenlenecek. Ateşler yakılacak, dilekler dilenecek, yemekler yenip, oyunlar oynanacak. Her yöredeki şenliğin kendine göre bir rengi var ama Edirne’deki şenlikler rengarenk. Kakava Şenliklerinde kent bütün sokakları, meydanları ve caddeleri ile tam bir şenlik yerine dönüyor. Edirne’yi görmediyseniz, oraya gitmenin tam zamanıdır.
Üç gün sonra Türkiye’nin dört bir yanında Hıdrellez kutlanacak. Yani şenliklerle yaza hoş geldin denecek. Eğer bugüne kadar sınır kenti Edirne’ye gitmediyseniz alın size bir bahane. Çünkü buradaki şenlikler, diğer yerlerdekinden biraz daha renkli, biraz daha neşeli oluyor. Hele fotoğrafa düşkünlüğünüz varsa, muhteşem görüntüler çekeceğinizden emin olabilirsiniz.
Edirne’de Hıdrellez Şenlikleri’nin bir diğer adı da “Kakava Şenliği”dir. Şenliğin başını çingeneler çeker. Çingenelerin olduğu yerde de neşe, eğlence, müzik ve dolu dolu yaşam vardır. Size geçen yılki yolculuğumu anlatacağım. Okuyup, kararınızı çabuk verin ki, şenlikler kaçmasın. Yoksa bir yıl daha beklemek zorunda kalırsınız.
Edirne’ye yaptığım kaçıncı yolculuktu? Unuttum... İlki çok eskideydi. Küçücük bir çocuktum. O zamanlar otobüsler, otoyoldan bir kuş misali uçup gitmiyordu. Köy, kasaba, kent tıngır mıngır. Tıpkı Safiye Erol’un yaptığı yolculuklar gibi: “Silivri, Çorlu, Babaeski, Havsa... Camilerini, çeşme ve köprülerini gözle selamlayarak, halkın hayatından bir uçar koku kaparak geçiyoruz. Tarlalar, bereketli körpe yeşil, hep düz ova gidiyor. Koyunlar, davarlar otluyor, ötede beride leylekler keyif üstü.”
Kim bu Safiye Erol, diye soracak olursanız, yanıtını Selim İleri şöyle verecektir: “Cumhuriyet dönemi romanımızda geçmişin değeriyle, yeninin ihtiyaç duyduklarını birleştirme çabası gütmüş ender yazarlardan biridir...” 1964’te aramızdan ayrılan Erol’un gazetelerde birçok makalesi yayımlandı. Ayrıca 1938’de Kadıköyü’nün Romanı, 1944’te Ülker Fırtınası, 1946’da Ciğerdelen Fırtınası romanlarını yazdı.
KENTİN BAŞINDAKİ TAÇ
Edirne’ye gidenler görür ve bilir. İnsan nereye bakarsa baksın, gözler mutlaka Selimiye Camii’ne takılır. Bu cami kentin tacıdır. Mimar Sinan, “ustalık eserim” diyerek, döneminin ve ondan sonraki tüm dönemlerin en muhteşem eseri ile haklı bir gurur duyar.
Kente her gelişimde olduğu gibi, adımlarım beni bir acele bu muhteşem esere götürdü. Camiye girmeden önce hemen yanı başındaki çay bahçesine oturup, demli bir çay söyledim. Hava bahar kokuyordu. Üşütmüyordu. Şenlik yürüyüşünün başlamasına daha iki saat vardı. Onun için bir yandan demli çayımı içiyor, bir yandan da Safiye Erol’un makalelerine göz atıyordum. Bir de baktım ki Safiye hanım Selimiye’yi rüyasında görmüş ve rüyasını bir makalenin sonuna dört satırla şöyle sığdırmıştı: “Dün gece rüyamda kendimi Selimiye’de gördüm. Başımı kubbeye kaldırmış, efsaneye göre 999 olan pencerelerden nur gibi sızan ışıkla tertemiz yıkanıyordum. Mes’uttum, fakat ayrılık demi de gelip çatmıştı. Bir şarkı dalgalandı ruhumda: Hasrete yolcuyum, beni unutma...”
Safiye Hanım’dan izin alıp camiye girdim. Çinileri, kalem işi bezemeleri, pencerelerindeki cam işçiliği, bir oya gibi işlenmiş minberi, mihrabı, insanı gökyüzüne çeken muhteşem kubbesi... Selimiye, “sanatta zamanın olmadığının” muhteşem bir kanıtıydı.
Camiden çıkıp, yokuş aşağı, Edirne’nin içine doğru adımlarımı sıklaştırdım.
Belediyenin önüne geldiğimde, şenlik yürüyüşü başlamıştı. Kalabalığın arkasına takıldım. Yürüyüş, Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı Sarayiçi’nde sona erdi. Çeribaşı, Kakava Ateşini yaktıktan sonra adeta kıyamet koptu. Klarnetler en kıvrak parçaları çalmaya başladı, kemanlar onlara eşlik etti, darbukalar herkesi meydana döktü.
Zulalardan rakılar çıktı. Ücretsiz dağıtılan etli pilav, rakılara meze oldu. Kızlar ve erkekler, gerdan bükerek, bel kıvırarak, kalça sallayarak meydanı neşeye boğdu. Tanımadığım birisi, içi rakı dolan bir çay bardağını elime tutuşturdu. Kendi bardağını, benimkine tokuşturup, “sonuna kadar” dedi. Dediğini yapıp, bardağı bir dikişte boşalttım. Sonra ikinci, üçüncü kadeh geldi.
Genç kızlar, “hayırlı koca”, genç erkekler, “gıcır gıcır bir araba”, biraz daha yaşlılar, “ev, para, iş” dileyerek Kakava Ateşi’nin üstünden atladı. Kimsenin “mutluluk” dilediğini duymadım. Belki de ihtiyaçları yoktu. Çünkü bu millet, her şeye rağmen hep mutluydu.
Eğlence akşam kentin merkezine taşındı. Şarkılar söylendi, oyunlar oynandı, Edirne bir şenlik alanına dönüştü. Otelime erkenden döndüm. Çünkü şenlik ertesi gün de devam edecekti. Onlar sabaha kadar çalıp oynayacaklardı ama ben de onları izleyecek güç kalmamıştı.
TUNCA’DA ARINMA TÖRENİ
Sabah şafak sökerken Tunca Nehri’nin kıyısına gittim. Dünkü kalabalık kırmızılar giyip, nehrin kıyısında toplanmıştı. Genç kızlar gelinlikleriyle, erkekler damatlık elbiseleriyle gelmişti. Bir önceki neşeli kalabalık, yerini sessiz bir topluluğa terk etmişti. Herkes bir dilek dileyip, Tunca’nın sularıyla ellerini yüzlerini yıkıyordu. Niyet çömleklerinin başında okunan maniler, doğan güneşe doğru uçup gidiyordu. Kendimi Emir Kustirika’nın filmlerinin içinde sandım bir an. Bu görüntüler, ancak bir filmde olabilirdi sanki. Güneş iyice yükselince kalabalık dağıldı. Kakava Şenliği’nin şehirdeki konser bölümüne geçildi. Ben de şehri bir kez daha gezmeye başladım. Her gelişimde aynı şeyleri fark ediyordum: Edirne sahipsizdi. Sanki kaderine terk edilmişti. Asfaltları sökülmüş caddeleri, özensiz sokakları, yapılardaki mimari karmaşayı gördükçe, kendimi çok uzaklarda, unutulmuş bir kasabada dolaşıyormuş gibi hissediyordum. Burası sanki Avrupa’nın komşusu değildi. Sanki imparatorluğun başkenti olmamıştı!.. Bu muhteşem geçmiş, bu muhteşem eserler de olmasa, Edirne neye benzerdi? Yorulunca nehrin kıyısında bir kahveye oturup tekrar kitabımı karıştırdım. Bir de okudum ki, Safiye Erol da benimle aynı fikirdeymiş. İşte “Sıla Yolunda” adlı makalesinde yazdıkları: “Asil, zengin, hem güzel hem hazin bir geçmişte akar akar giderim. Ah isterim ki Edirne’de yalnız geçmişi değil, bugünü de bulayım. Bulamıyorum. Devlet eli, ötesine berisine bir parmak merhem dokunmuş, ama mukaddes şehrim yine de Balkan faciasının cılk yarasını taşıyor. Acaba neden? Aradan 40 bu kadar yıl geçtiği halde hâlâ karşımızda vurulmuş, çiğnenmiş bir Edirne görüyoruz?.. Büyük devlet görmüştü, Bursa’nın oğlu, İstanbul’un babası sayılırdı. Hor, hakir oldu, hüviyetini kaybetmemek için dövüştü, savaştı, ne yaman şehit verdi. Kurtarabildiği tek sıfatı, Tür toprağı adıdır. Devlet düşkünlerinin içe dokunan mahzun ve kibar haliyle şikayet etmiyor; dalgın, düşünceli, yorgun... Öylece yatmış, haşmetli macerasından, emsalsiz faciasından, hele belki kendi kendinden bile mahrum tuttuğu ümidinden sır vermek istemiyor...”
Safiye Hanım, her kelimesinden öfke fışkıran makalesini şöyle bitiriyordu: “Traklar’ın kurduğu, İmparator Hadirya’nın imar ettiği, Hüdavendigar’ın aldığı, sıra sıra Osmanlı padişahlarının bir metropol haline getirdiği belde, Avcı Mehmed’in İstanbul’a tercih ettiği, Damad İbrahim Paşa’nın çırağan sefaları tertiplediği sultan şehir nerede?..” Safiye Erol 40 yıl önce yazdığı bu makale ile, kentin sanki bugünkü halini anlatmıştı. Yani her şey “aynı tas aynı hamamdı.”
OSMANLI’NIN ŞİFAHANESİ
Eski bir dostla özlem giderir gibi, bildiğim eserleri bir daha ziyaret ettim: Edirne’nin ilk anıtsal yapısı Eski Cami, mavi-beyaz çinileriyle Muradiye Camii, farklı biçimlerde tasarlanmış dört minaresiyle üç şerefeli cami ve diğer hanlar, hamamlar, eski evler...
Ve ilk kez gördüğüm Edirne Darüşşifası. Sultan II. Bayezid Külliyesi’ndeki Şifahane ve Tıp Medresesi’nin, bugüne kadar gözümden kaçmasına şaşırdım kaldım.
Osmanlı’nın ilk şifa evlerinden biri olan bu külliyede, yataklı bir ana bölüm, bu bölümün tam ortasında 12 köşeli fıskiyeli küçük bir havuz, müzisyenler için özel bir oda ve eczane yer alıyordu. Şifahanede daha çok ruh hastaları tedavi ediliyormuş. Tedavide ilacın yanı sıra müzikten de yararlanılıyormuş.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde, şifahane hakkında şunları yazmıştı: “Merhum ve mağfur Bayezid-i Veli vakıfnamesinde hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def’i sevda olmak üzere 10 adet hanende, biri neyzen, biri kemani, biri santuri, biri çengi, biri çenk-santuri, biri udi olup, haftada üç kere gelerek hastalara ve delilere musiki faslı ederler... Doğrusu musiki ilminde neva, rast, dügah, segah, çargah, suzinak makamları onlara mahsustur. Ama zengüle makamı ile buselik makamında rast karar kılsa insana hayat verir. Bütün saz ve makamlarda ruha gıda vardır...”
Evliya Çelebi, Darüşşifa’da hastalara verilen yemekleri de şöyle anlatıyordu: “Gece, gündüz üç kere, ister divane, ister hasta olsun mutfaktan her hastanın derdine göre nefis yemekler verilir. Keklik, turaç, sülün, güvercin, üveyik, kaz, ördek ve bülbüle varıncaya kadar bütün kuşları, avcılar mütevelliye getirip, hekimlerin arzu ve isteği üzerine pişirilerek hastalara verilir.”
Şimdi sağlık müzesine dönüştürülen şifahanenin odalarında, eşyalar ve mankenlerle o günler yeniden canlandırılmıştı. Müze Avrupa Birliği’nden bir de özel ödül almıştı.
EDİRNE MEVSİMİ
Edirne’ye gittiğimde, Tunca ve Meriç nehirlerinin üstündeki köprüleri aşıp, karşı kıyıda, sınıra doğru uzanan, asırlık çınarların süslediği yolda yürümeyi pek severim. Bahar ortasında, yolun iki kıyısında çimenler diz boyu büyür, gelincikler boy gösterir, kuşlar cıvıl cıvıl bir telaş içinde uçuşup durur. İşte bu yolda yürüyüp giderken içime nedense bir huzur dolar.
Bu sefer de öyle yaptım. Yapraksız ağaçların altında, henüz uykudaki doğayı uyandırmamak için ürkek adımlarla Karaağaç’a doğru bir süre yürüdüm. Sonra dönüp, Meriç kıyısındaki bir lokantada, tatlı bir telaş içinde akıp giden ve pusun içinde kaybolan Meriç’e bakarak bir duble içkiyle ruhumu ısıttım.
Safiye Erol’la başlamıştım. Son satırları yine ona emanet etmeliyim: “Edirne, kendi biricik kaderi içinde bir Edirne olduğu için, hem de ‘benim Edirnem’ olduğu için ondan, onun asıl hakikatinden bahsedemem. O hakikat, bırakalım, edep ve sükut sargısı altında gizli kalsın, aşinalar bilsin yalnız, canlarında barındıranlar, saklasınlar Edirne’yi. Edirne mevsimi ne demek? Sınırkent bahçelerinde güller, hanımelleri açmıştır. Meriç’in, Tunca’nın suları yumuşak akar. Meşhur sarı kirazlar, kehribar renkli fasulyeler piyasaya dökülür. Sütlerin kremleştiği, yoğurtların kaymaklaştığı... Zağralı lokantalarında bugün sinilerle kuzu sarması piştiği, cacıklar çarpıldığı zaman, Kapıkule tarafından turistlerin akın sezonu. Ermeydanı Kırkpınar vakti. Sokakta kulak misafiri olsanız hep başaltı, büyük orta, deste sözleri duyacaksınız...”
Şarkılı, oyunlu, lezzetli iki gün sonrasında mutlu mesut İstanbul’a döndüm. Siz bu satırları okurken şenlikleri izlemek için ben yine Edirne yolunda olacağım.
Kim bilir şenliklerde karşılaşıp, bir iki kadeh tokuşturma fırsatını yakalarız.
NOSTALJİ KÖŞESİ AÇILACAK ŞUGARÇAY YARIŞMASI DÜZENLENECEK
Kakava Şenlikleri’nin düzenlenmesinde bu yıl ilk kez Edirne Romanları’nın 2009’da kurduğu Kakava Derneği aktif rol aldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Edirne Belediyesi’nin destek verdiği etkinlikler perşembe saat 18.00’de başlayacak, cuma gecesi sona erecek. Dernek Başkanı Erdem Güyümgüler “Bu yıl şenlikleri elimizden geldiğince çeşitlendirip, turizme yönelik kapsamlı bir etkinlik haline getireceğiz. Gelecek yıldan itibaren, şehrin tüm değerlerinin tanıtıldığı 5-6 günlük bir şölene dönüştüreceğiz” diyor.
2011 Kakava Şenlikleri iki ayrı mekanda kutlanacak: Konser, yarışma, dans gösterileri Saraçlar Caddesi’nde, diğer etkinlikler ise Kırkpınar Güreşleri’nin de düzenlendiği Sarayiçi’nde. Bu yıl ilk kez Şugarçay adlı bir güzellik yarışması düzenlenecek. Ayrıca Sarayiçi’nde nostalji köşesi oluşturulacak. Bu köşede kurulan çadırlarda sepetçilik, kalaycılık, demircilik gibi romanların geleneksel meslekleri tanıtılacak. Kakava Derneği’nin kuracağı Çeribaşı Çadırı’nda dernek ve etkinlikleri hakkında bilgi verilecek. Şenlikler her iki gün de baharı karşılamaya yönelik iki özel ritüelle başlayacak. Bereketin artması, güzelliklerin paylaşılması arzusunu simgeleyen pilav dağıtımı 5 Mayıs, saat 18.00’de Sarayiçi’nde yapılacak. Arınma ve doğanın uyanışını selamlama amaçlı “Bahara Giriş” ritüeli ise 6 Mayıs sabahı saat 06.00’da, Tunca Nehri kıyısında gerçekleştirilecek. Etkinliklere Türkiye’deki 148 roman derneğinin temsilcileri davet edildi. Özellikle Trakya’daki 50 dernekten şenliğe geniş katılım bekleniyor. Erdem Güyümgüler’in verdiği bilgiye göre, geçen yıl şenlikleri yaklaşık 7 bin kişi izledi. Bu yıl izleyici ve katılımcıların 10 bin’e ulaşması bekleniyor.
5 MAYIS: * Şenlik ateşinin yakılması, tavuklupilav dağıtımı, Saat: 18.00 Sarayiçi, * Saraçlar Caddesi Etkinlikleri: Grup Metuar, Saat: 19.00; Grup Portatif, Saat: 19.20; Şugarçay Güzellik Yarışması, Saat 19.45; Popstar Erhan, Saat: 21.00.
6 MAYIS: * Bahara giriş kutlaması, Saat: 06.00-08.00 Tunca Nehri kıyısı * Mani çekilişi, saat: 06.35; Sarayiçi * Saraçlar Caddesi Etkinlikleri: Edirne Fotoğraf Sanatı Derneği’nin Kakava fotoğrafları gösterisi ve sergisi, Saat 16.00; Mustafa Necati İlköeretimokulu Ritm Grubu, Saat 16.30; Rumeli Dans Grubu, Saat: 17.00; yumurta tokuşturma, Saat: 18.00; Cumhuriyet İlköğretimokulu Müzikçileri, Saat: 18.15; Ses yarışması ve romanların sevdiği sürpriz sanatçıların konserleri, Saat: 20.00-24.00. (Etkinlikler Kakava Derneği’nden ayrıntılı bilgi alabilirsiniz. Tel: 0507 242 10 60)
Serhan YEDİG