Serhan YEDİG
Son Güncelleme:
Delmece’nin sonbahar çiğdemleri
Marmara Denizi’nin en yeşil kıyılarından Armutlu Yarımadası ekim sonunda sonbaharın renklerine bürünür. 800 metreye kadar yükselen, sık ormanlarla kaplı Samanlı Dağları’nın yaylaları boşalır. İnsan ayağının çekilmesiyle topraktan sonbahar sürprizleri fışkırır: Çiğdemler, rengarenk mantarlar, yabani naneler. Görkemli kestane ağaçlarının altı toplanmayı bekleyen kuzu kestaneleriyle dolar. Samanlı Dağları’ndaki ıssız ormanlara dört yıl önce Armutlu’dan Teşvikiye’ye uzanan, şehirlerarası standartlarda otoyol yapıldı. Bu yolda çıkacağınız hafta sonu yolculuğunda sonbaharın güzelliklerine tanık olabilirsiniz.
İstanbul’a sonbahar gelip, Marmara’nın üstünden yaz pusu kalktığında Büyükada, Burgaz, Heybeli’nin ardında Samanlı Dağları belirir. Kadıköy ya da Bakırköy sahilindeki parklarda yürüyüşe çıktığınızda, Çınarcık’tan Bozburun’a uzanan dağlardaki sık orman dokusunu yaklaşık 30 kilometre uzaktan görebilirsiniz. Bölgenin sahil şeridi, otoyolların bozukluğu nedeniyle, 1980’lere kadar el değmemiş denecek kadar bakirdi. Şenköy, Katırlı (Esenköy) gibi yerleşimlere geçen yüzyılın başına kadar sadece denizden ulaşılırdı. Zeytincilik, hayvancılık ve balıkçılıkla geçinen köyler 1970’lerde iç turizme açıldı, 1980’lerde Çınarcık’ın, 1990’larda Esenköy’ün sahil şeridi beton yığınlarına teslim oldu. Buna karşın Samanlı Dağları bakir kaldı.
35 YIL UZAKTAN SEYRETTİM
Çocukluğumda Çınarcak’ta, sonraki yıllarda Esenköy’de yaz boyu Samanlı Dağları’nın güzelliğini yakından seyrettim. Kıyılarını boydan boya balıkçı tekneleriyle gezdim, denizde fırtınaya yakalandığımda dağdaki görkemli kestanelerden birinin altında olmayı hayal ettim, zirvelerden toplanan ıhlamurları içtim, kestaneleri, cevizleri, balı yedim, kışın yolum düştüğünde odunuyla ısındım. Dağlarla ilgili binbir efsane dinledim. Dipsiz göller, dev ayılar, ormanların derinlerinde saklı şapeller, dünya güzeli yaylalardan bahsediliyordu. Bisiklet ve tekneyle tüm sahil şeridini, elde zıpkın su altındaki tüm balık taşlarını, dere boylarındaki çağlayanları keşfettiğim halde ormanların derinlerine tek başıma girmeye cesaret edemedim.
1990’larda dozerler çalışmaya, dağda yol açmaya başladı. Kamyonların Armutlu’dan girip, Teşvikiye’den çıktığı, İstanbul fırınlarında bu dağların meşelerinin yandığı söyleniyordu. Cip ayarlamak, yolu bileni bulmak gerekiyordu dağları aşmak için. Ben denizle yetindim. 35 yıldır uzaktan seyrettiğim dağların zirvelerini nihayet geçen ekimde, bir hafta sonu keşfedebildim. Deniz mevsimini kapatmak için gitmiştim Esenköy’e. Fırtına patlayıp dalgalar sahili dövmeye başlayınca bir kez daha yüzümü dağlara döndüm. Esenköy yıllar içinde gelişmiş, köye yerleşen emekliler özel araçlarıyla taksi hizmeti vermeye başlamıştı. Bunlardan birini telefonla arayıp pazarlığımı yaptım. Esenköy, Armutlu, Delmece, Şenköy turu için 60 TL’ye anlaştık ve yola düştük.
GÜLÜMSEYEN ÇİĞDEMLER
Tepelere kıvrılarak tırmanan deniz manzaralı Armutlu yolunun iki yanında asırlık kestaneler yükseliyordu. Sonbahar gelmiş, ağaçlarının keyfi kaçmıştı. Yapraklarını döküp, çıplaklaşmaya başlamıştı çoğu. Bir zamanlar Nusretiye Çiftiği’nin dışında yerleşim bulunmayan sarp yolun kıyısına son yıllarda kartal yuvası benzeri yazlıklar yapılmıştı. İçmeleri, Bozburun’u, Armutlu’yu geride bırakıp, Selimiye Köyü’ne doğru tırmandık. Yaklaşık 20 kilometre sonra, Selimiye Köyü’nün çıkışında gerçek orman yolu başlamıştı. Fakat buna orman yolu demeye binbir şahit isterdi. Yalova - Esenköy otoyolundan daha geniş, üstelik kaymak gibi asfalt yapılmıştı. Onno Tunç’un uçağının düştüğü bölgeye, gökyüzünden görülebilecek kadar büyük bir anıt yerleştirilmiş, üstüne ismi yazılmıştı. Boyu 10 metreyi aşan meşe, gürgenlerle kaplı bir yola girdik. Mis gibi toprak kokuyordu etraf. Küçük birkaç çayırı geçip Delikli Yaylası’na vardık. Otomobili park edip, ıssız yaylada yürüyüşe çıktık.
Ağaç denizinin ortasında, şerit gibi bir adacıktı Delmece Yaylası. Uzunluğu 1,2 kilometre, genişliği yaklaşık 300 metreydi. Dört yanı Hendekbaşı, Karlık, Meşeli gibi irtifası 800 metreyi bulan tepelerle çevriliydi. Ortasından kristal berraklığında akan Bent Deresi geçiyordu. Batı kıyısına 50 civarında küçük ahşap ev sıralanmış, dere ve bataklığın ardındaki doğu kıyısına ise kartpostallardaki bahçeli köy evlerini andıran iki biriket yapı kondurulmuştu. Sadece ağaçlardaki rüzgar sesi duyuluyordu. Geldiğimizi gören köylüler, inekler, koyunlar ormana saklanmıştı sanki, gitmemizi bekliyorlardı. Biriket evlere doğru yürüyüp köprüyü geçtik, yaşlı bir meşenin altına yerleştirilen, sedire oturduk, ıssızlığı içimize sindirip, dağları ve karşıdaki tahta evleri seyrettik. Bahçedeki masa ve sedir, sahibi eve çay demlemeye gitmiş, birkaç dakika sonra geri dönecekmiş izlenimini veriyordu.
Karşıdaki tahta evleri keşfetmek için köprüyü geçip, yaylanın doğu kıyısına yöneldiğimizde masmavi çiğdem denizinin içine girdik. Tarhana otuydu bu çiğdemlerin ismi. Öylesine körpe, diriydi ki hepsi, mutluluktan gülümsediklerini hissettim. Altlarında sulak çayır, üstlerinde yakmayan güneş, okşarcasına sağdan sola savuran hafif bir rüzgar... Ben de çiğdem olsam gülümserdim herhalde...
BOĞA GÜREŞİ DÜZENLENİYOR
Karşı kıyıdaki boş kulubelerin çevrisinde tavşan izleri görülüyordu. Rüzgarın oluklu saç damlarda oluşturduğu tıkırtıları dinleyip, evlerin arasında turladım. Delmece, güneyindeki Selimiye’ye 4, sahildeki Esenköy’e kuş uçumu 7 kilometre uzaklıktaydı. Buna rağmen 18 kilometre uzaklıktaki Teşvikiye’ye bağlıydı. Daha sonra Teşvikiye Beldesi Belediye Başkanı Fikret Öztürk’ü aradığımda, yaklaşık 150 yıldır yaylada yerleşim olduğunu öğrendim. “1856’daki Kırım Savaşı sonrasında topraklarını terk etmek zorunda kalan atalarımız, Müslüman Gürcüler buraya yerleştirilmiş. Sahillerde Rum köyleri olduğu için aşağıya inememişler” diyordu Öztürk. 30 yıldır yazlarını yaylada geçiren Kerim Büyükturan ise çevredeki tepelerde tarihleri çok daha eskiye giden manastır yıkıntıları bulunduğunu anlatıyordu...
Kışlar çok sert geçtiği için Gürcü göçmenler bir süre sonra kıyıya daha yakın yaylalara inmişti. Sırtlardan Yalova’ya uzanan Muhacir Yolu’nu açıp, hayvancılıkla geçinmişlerdi. 1920’lerde Rumlarla çatışmalar yaşanmış, o günlerden geriye “Kanlı Çayır”, “Kocadere Şehitleri Anıtı” gibi izler kalmıştı. 1923’te Mübadele’yle Rumların boşalttığı köylere, Gürcüler, Lazlar yerleşmişti. Yaylalar yazları kullanılır olmuştu.
Büyükturan, Delmece’nin geçmişte çok daha geniş bir yerleşim olduğunu, zamanla boşalınca ormanın çayırları kapattığını anlatıyordu. 1982’de toprak otoyol açılmış, 2006’da asfaltlanmıştı. Bu yıl elektrik gelince yaylanın eksiği kalmamıştı. “İlkbaharda çayırımız nadide çiçeklerle dolar. Ormandaki şifalı suyumuz meşhurdur, uzaklardan gelirler içmek için. Peynirimizin, yoğurdumuzun tadına doyum olmaz...” Teşvikiyeliler mayısta, hıdrellez zamanı yaylaya geliyor, boğa güreşleriyle sezonu açıyordu. Temmuzda şenlikler düzenleniyor, eylül ortalarında herkes köye dönüyordu.
İKİ DİPSİZ GÖL
Delmece’den ayrılıp, Karlık Dağı’nın batısını izleyen yoldan aşağıya inmeye başladık. Yol kenarındaki ağaçların dibine kuzu kestaneleri dökülmüştü. Zaman zaman durup, topladık. Dağbaşına genişliği neredeyse 20 metreyi bulan otoyol yapılmış, kaymak gibi asfaltlanmıştı. Yıllardır köylülerden dinlediğim meşhur Büyük Dipsiz Göl, yayladan yaklaşık 5 kilometre uzaklıktaydı. Yolun kıyısına, otobüs durağını andıran sevimli, ahşap bir sundurma yapılmıştı. Karlık’ın altındaki küçük bir platodaki Dipsiz Göller iki taneydi; aralarında yaklaşık 200 metre olmasına karşın birinden diğeri görülmüyordu. Doğu Karadeniz’in turkuvaz renkli krater göllerinin aksine, suları koyu kahverengiydi bu göllerin. Çevrelerindeki bataklıklara uyarı levhaları yerleştirilmişti. Büyük Dipsiz Göl’in bulanık suyuna bir taş attım, halkaların yayılmasını seyrettim. Çıkışta, yerdeki kuru yaprakların arasında kırmızı bir bitki görünce eğildim, yakından baktım. Alıştığımızın aksine, içbükey şapkalı bir mantardı bu, taba tonundaki kırmızısı, kadifeyi andıran yüzeyiyle gerçek bir doğa harikasıydı.
Dipsiz Göller’de yol ikiye ayrılıyordu. Sağdan giden yol kent ormanı, çifte şelale ve Erikli Yaylası’ndan sonra Teşvikiye’ye varıyordu. Biz soldan, Şenköy’e inen kestirmeyi tercih ettik. Seyretmeye doyamadığımız ormanların, uzunca bir vadinin içinden geçip Şenköy’e vardık. Yaklaşık 50 kilometrelik yolculuğumuz, dört saat sürmüş, bu sürede gözlerimiz yeşile doymuştu.
MARMARA GÜZELİ
Tarhana otu (crocus pulchellus) sonbaharın en güzel soğanlı bitkilerinden biri. Süsengillerden, yani çiğdem familyasından, yaklaşık 15 santim uzunluğunda, altı taç yapraklı, uçuk mavi tonda. Aynı mevsimde açan safran çiğdemine çok benziyor. Sadece Marmara Bölgesi’nin kuzey doğusunda, 800 - 1500 metre irtifada yetişiyor. Erdoğan Tekin’in Türkiye’nin En Güzel Yaban Çiçekleri’nde verdiği bilgiye göre Yalova, Bolu, Kocaeli, Düzce, Sakarya’nın ormanlık alanlarında, otlaklarında eylül ortasından kasım sonuna kadar bu çiçeği görmek mümkün.
NASIL GİDİLİR, NEREDE KALINIR?
Otomobille gidecekler Yalova ve Çınarcık üstünden Teşvikiye’ye ulaşabilir. Diğer seçenek Yenikapı’dan feribotla Gemlik’e gidip, Armutlu üstünden Selimiye’ye ulaşmak. (www.ido.com.tr) TURYOL’un yolcu motorları her gün Eminönü ve Kadıköy’den Çınarcık, Kocadere ve Esenköy’e sefer yapıyor. (www.turyol.com) IDO, her gün Yenikapı’dan Armutlu’ya denizotobüsü seferi düzenliyor. Gemlik’ten Selimiye’ye günde iki kez minibüs var. Sonbaharda konaklama alternatifi kısıtlı: Armutlu İhlas Tatil Köyü (226 531 10 00), Esenköy Öğretmenevi (0226 243 82 83), Çınarcık Oteli (0226 245 24 60). Bilgi: Teşvikiye Beldesi (0226 244 13 57), Selimiye Muhtarı Emir Kayaoğlu (0535 739 71 10), Esenköy Turizm Derneği Başkanı Kadir Balcı (0532 248 40 77)
35 YIL UZAKTAN SEYRETTİM
Çocukluğumda Çınarcak’ta, sonraki yıllarda Esenköy’de yaz boyu Samanlı Dağları’nın güzelliğini yakından seyrettim. Kıyılarını boydan boya balıkçı tekneleriyle gezdim, denizde fırtınaya yakalandığımda dağdaki görkemli kestanelerden birinin altında olmayı hayal ettim, zirvelerden toplanan ıhlamurları içtim, kestaneleri, cevizleri, balı yedim, kışın yolum düştüğünde odunuyla ısındım. Dağlarla ilgili binbir efsane dinledim. Dipsiz göller, dev ayılar, ormanların derinlerinde saklı şapeller, dünya güzeli yaylalardan bahsediliyordu. Bisiklet ve tekneyle tüm sahil şeridini, elde zıpkın su altındaki tüm balık taşlarını, dere boylarındaki çağlayanları keşfettiğim halde ormanların derinlerine tek başıma girmeye cesaret edemedim.
1990’larda dozerler çalışmaya, dağda yol açmaya başladı. Kamyonların Armutlu’dan girip, Teşvikiye’den çıktığı, İstanbul fırınlarında bu dağların meşelerinin yandığı söyleniyordu. Cip ayarlamak, yolu bileni bulmak gerekiyordu dağları aşmak için. Ben denizle yetindim. 35 yıldır uzaktan seyrettiğim dağların zirvelerini nihayet geçen ekimde, bir hafta sonu keşfedebildim. Deniz mevsimini kapatmak için gitmiştim Esenköy’e. Fırtına patlayıp dalgalar sahili dövmeye başlayınca bir kez daha yüzümü dağlara döndüm. Esenköy yıllar içinde gelişmiş, köye yerleşen emekliler özel araçlarıyla taksi hizmeti vermeye başlamıştı. Bunlardan birini telefonla arayıp pazarlığımı yaptım. Esenköy, Armutlu, Delmece, Şenköy turu için 60 TL’ye anlaştık ve yola düştük.
GÜLÜMSEYEN ÇİĞDEMLER
Tepelere kıvrılarak tırmanan deniz manzaralı Armutlu yolunun iki yanında asırlık kestaneler yükseliyordu. Sonbahar gelmiş, ağaçlarının keyfi kaçmıştı. Yapraklarını döküp, çıplaklaşmaya başlamıştı çoğu. Bir zamanlar Nusretiye Çiftiği’nin dışında yerleşim bulunmayan sarp yolun kıyısına son yıllarda kartal yuvası benzeri yazlıklar yapılmıştı. İçmeleri, Bozburun’u, Armutlu’yu geride bırakıp, Selimiye Köyü’ne doğru tırmandık. Yaklaşık 20 kilometre sonra, Selimiye Köyü’nün çıkışında gerçek orman yolu başlamıştı. Fakat buna orman yolu demeye binbir şahit isterdi. Yalova - Esenköy otoyolundan daha geniş, üstelik kaymak gibi asfalt yapılmıştı. Onno Tunç’un uçağının düştüğü bölgeye, gökyüzünden görülebilecek kadar büyük bir anıt yerleştirilmiş, üstüne ismi yazılmıştı. Boyu 10 metreyi aşan meşe, gürgenlerle kaplı bir yola girdik. Mis gibi toprak kokuyordu etraf. Küçük birkaç çayırı geçip Delikli Yaylası’na vardık. Otomobili park edip, ıssız yaylada yürüyüşe çıktık.
Ağaç denizinin ortasında, şerit gibi bir adacıktı Delmece Yaylası. Uzunluğu 1,2 kilometre, genişliği yaklaşık 300 metreydi. Dört yanı Hendekbaşı, Karlık, Meşeli gibi irtifası 800 metreyi bulan tepelerle çevriliydi. Ortasından kristal berraklığında akan Bent Deresi geçiyordu. Batı kıyısına 50 civarında küçük ahşap ev sıralanmış, dere ve bataklığın ardındaki doğu kıyısına ise kartpostallardaki bahçeli köy evlerini andıran iki biriket yapı kondurulmuştu. Sadece ağaçlardaki rüzgar sesi duyuluyordu. Geldiğimizi gören köylüler, inekler, koyunlar ormana saklanmıştı sanki, gitmemizi bekliyorlardı. Biriket evlere doğru yürüyüp köprüyü geçtik, yaşlı bir meşenin altına yerleştirilen, sedire oturduk, ıssızlığı içimize sindirip, dağları ve karşıdaki tahta evleri seyrettik. Bahçedeki masa ve sedir, sahibi eve çay demlemeye gitmiş, birkaç dakika sonra geri dönecekmiş izlenimini veriyordu.
Karşıdaki tahta evleri keşfetmek için köprüyü geçip, yaylanın doğu kıyısına yöneldiğimizde masmavi çiğdem denizinin içine girdik. Tarhana otuydu bu çiğdemlerin ismi. Öylesine körpe, diriydi ki hepsi, mutluluktan gülümsediklerini hissettim. Altlarında sulak çayır, üstlerinde yakmayan güneş, okşarcasına sağdan sola savuran hafif bir rüzgar... Ben de çiğdem olsam gülümserdim herhalde...
BOĞA GÜREŞİ DÜZENLENİYOR
Karşı kıyıdaki boş kulubelerin çevrisinde tavşan izleri görülüyordu. Rüzgarın oluklu saç damlarda oluşturduğu tıkırtıları dinleyip, evlerin arasında turladım. Delmece, güneyindeki Selimiye’ye 4, sahildeki Esenköy’e kuş uçumu 7 kilometre uzaklıktaydı. Buna rağmen 18 kilometre uzaklıktaki Teşvikiye’ye bağlıydı. Daha sonra Teşvikiye Beldesi Belediye Başkanı Fikret Öztürk’ü aradığımda, yaklaşık 150 yıldır yaylada yerleşim olduğunu öğrendim. “1856’daki Kırım Savaşı sonrasında topraklarını terk etmek zorunda kalan atalarımız, Müslüman Gürcüler buraya yerleştirilmiş. Sahillerde Rum köyleri olduğu için aşağıya inememişler” diyordu Öztürk. 30 yıldır yazlarını yaylada geçiren Kerim Büyükturan ise çevredeki tepelerde tarihleri çok daha eskiye giden manastır yıkıntıları bulunduğunu anlatıyordu...
Kışlar çok sert geçtiği için Gürcü göçmenler bir süre sonra kıyıya daha yakın yaylalara inmişti. Sırtlardan Yalova’ya uzanan Muhacir Yolu’nu açıp, hayvancılıkla geçinmişlerdi. 1920’lerde Rumlarla çatışmalar yaşanmış, o günlerden geriye “Kanlı Çayır”, “Kocadere Şehitleri Anıtı” gibi izler kalmıştı. 1923’te Mübadele’yle Rumların boşalttığı köylere, Gürcüler, Lazlar yerleşmişti. Yaylalar yazları kullanılır olmuştu.
Büyükturan, Delmece’nin geçmişte çok daha geniş bir yerleşim olduğunu, zamanla boşalınca ormanın çayırları kapattığını anlatıyordu. 1982’de toprak otoyol açılmış, 2006’da asfaltlanmıştı. Bu yıl elektrik gelince yaylanın eksiği kalmamıştı. “İlkbaharda çayırımız nadide çiçeklerle dolar. Ormandaki şifalı suyumuz meşhurdur, uzaklardan gelirler içmek için. Peynirimizin, yoğurdumuzun tadına doyum olmaz...” Teşvikiyeliler mayısta, hıdrellez zamanı yaylaya geliyor, boğa güreşleriyle sezonu açıyordu. Temmuzda şenlikler düzenleniyor, eylül ortalarında herkes köye dönüyordu.
İKİ DİPSİZ GÖL
Delmece’den ayrılıp, Karlık Dağı’nın batısını izleyen yoldan aşağıya inmeye başladık. Yol kenarındaki ağaçların dibine kuzu kestaneleri dökülmüştü. Zaman zaman durup, topladık. Dağbaşına genişliği neredeyse 20 metreyi bulan otoyol yapılmış, kaymak gibi asfaltlanmıştı. Yıllardır köylülerden dinlediğim meşhur Büyük Dipsiz Göl, yayladan yaklaşık 5 kilometre uzaklıktaydı. Yolun kıyısına, otobüs durağını andıran sevimli, ahşap bir sundurma yapılmıştı. Karlık’ın altındaki küçük bir platodaki Dipsiz Göller iki taneydi; aralarında yaklaşık 200 metre olmasına karşın birinden diğeri görülmüyordu. Doğu Karadeniz’in turkuvaz renkli krater göllerinin aksine, suları koyu kahverengiydi bu göllerin. Çevrelerindeki bataklıklara uyarı levhaları yerleştirilmişti. Büyük Dipsiz Göl’in bulanık suyuna bir taş attım, halkaların yayılmasını seyrettim. Çıkışta, yerdeki kuru yaprakların arasında kırmızı bir bitki görünce eğildim, yakından baktım. Alıştığımızın aksine, içbükey şapkalı bir mantardı bu, taba tonundaki kırmızısı, kadifeyi andıran yüzeyiyle gerçek bir doğa harikasıydı.
Dipsiz Göller’de yol ikiye ayrılıyordu. Sağdan giden yol kent ormanı, çifte şelale ve Erikli Yaylası’ndan sonra Teşvikiye’ye varıyordu. Biz soldan, Şenköy’e inen kestirmeyi tercih ettik. Seyretmeye doyamadığımız ormanların, uzunca bir vadinin içinden geçip Şenköy’e vardık. Yaklaşık 50 kilometrelik yolculuğumuz, dört saat sürmüş, bu sürede gözlerimiz yeşile doymuştu.
MARMARA GÜZELİ
Tarhana otu (crocus pulchellus) sonbaharın en güzel soğanlı bitkilerinden biri. Süsengillerden, yani çiğdem familyasından, yaklaşık 15 santim uzunluğunda, altı taç yapraklı, uçuk mavi tonda. Aynı mevsimde açan safran çiğdemine çok benziyor. Sadece Marmara Bölgesi’nin kuzey doğusunda, 800 - 1500 metre irtifada yetişiyor. Erdoğan Tekin’in Türkiye’nin En Güzel Yaban Çiçekleri’nde verdiği bilgiye göre Yalova, Bolu, Kocaeli, Düzce, Sakarya’nın ormanlık alanlarında, otlaklarında eylül ortasından kasım sonuna kadar bu çiçeği görmek mümkün.
NASIL GİDİLİR, NEREDE KALINIR?
Otomobille gidecekler Yalova ve Çınarcık üstünden Teşvikiye’ye ulaşabilir. Diğer seçenek Yenikapı’dan feribotla Gemlik’e gidip, Armutlu üstünden Selimiye’ye ulaşmak. (www.ido.com.tr) TURYOL’un yolcu motorları her gün Eminönü ve Kadıköy’den Çınarcık, Kocadere ve Esenköy’e sefer yapıyor. (www.turyol.com) IDO, her gün Yenikapı’dan Armutlu’ya denizotobüsü seferi düzenliyor. Gemlik’ten Selimiye’ye günde iki kez minibüs var. Sonbaharda konaklama alternatifi kısıtlı: Armutlu İhlas Tatil Köyü (226 531 10 00), Esenköy Öğretmenevi (0226 243 82 83), Çınarcık Oteli (0226 245 24 60). Bilgi: Teşvikiye Beldesi (0226 244 13 57), Selimiye Muhtarı Emir Kayaoğlu (0535 739 71 10), Esenköy Turizm Derneği Başkanı Kadir Balcı (0532 248 40 77)