Güncelleme Tarihi:
Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
- Farklı bir dönemini yaşıyorum hayatımın. Çünkü hastalık insana çok şey öğretiyor. Aslında hayatın bu kadar ciddiye alınmaması gerektiğini öğrendim. Şimdi daha farklı bakıyorum. Günü değerlendirmeye çalışıyorum. Sinirlerimi aldırdım. Hiçbir şeye üzülmemeye çalışıyorum. Daha iyiymiş, daha keyifliymiş böyle yaşamak.
Hasta olduğunuzu nasıl farkettiniz? Tanısı nasıl kondu?
- Bir kontrol için jinekoloğuma gitmiştim. Aslında çok dikkat etmem böyle şeylere, yani her kontrolü rutin şekilde yapmam. O yüzden de geç kalırım genelde. Bana, “Göğsünde de bir şey hissediyorum, hemen bir mamografi çektirelim” dedi. Doktor çok da sevdiğim bir arkadaşım. Mamografi çekilirken konuşuyoruz böyle keyifli keyifli... Yüzü birden değişti.
Galiba bütün hikâyeler o yüz değişmesiyle başlıyor...
- Evet ama ben hâlâ çocukça “Cihangir, şöyleşene şeker kanşer mi oldum ben” falan diyorum. Gayet ciddi, “Oyacım evet” dedi; “Büyük bir kitle var burada...” Şey gibiydi böyle, sanki bir şey oynuyorum ama birdenbire gerçeğe dönüş... Çok şaşırdım çünkü insan ne olursa olsun kendine konduramıyor, kendi başına gelmeyeceğini düşünüyor.
Karar?
- Ameliyat. Üç-dört doktor ilaçlı EMAR’a soktular beni: Hemen!
Hangi evredeymiş? Tipini biliyor musunuz?
- Çeşitli tipleri var ama inanın benimkini şu anda hatırlamıyorum. Sadece üçüncü evredeymişim, “Acil” dediler.
ASLA AĞLAMAYACAKSINIZ
Nasıl hissettiniz kendinizi?
- Çıktım oradan. Yürüdüm. Düşünüyorum: Hayatıma tuhaf, yeni bir şey girdi. Ameliyat olmam lazım. Çocuklarıma bunu nasıl anlatacağım? Çünkü biz her şeyi birlikte konuşan, göğüsleyen bir aileyiz. Eve gittim, dedim ki “Çocuklar böyle, böyle. Sizden tek şey istiyorum: Asla üzülmeyeceksiniz. Ağlamayacaksınız. Eğer siz üzülürseniz ben daha çok üzülürüm. Bana destek olacaksınız. Biz bu kansere grip muamelesi yapacağız.” Sağ olsun, çok olgun davrandılar.
O sırada bir proje falan var mı, dizi mizi?
- O dönem hiçbir şey yapmıyorum. Ama yeni başlayacağım bir sit-com projem var.
Acil ameliyata girdiniz.
- İlk ameliyatımı oldum. Aldılar kitleyi fakat sonra patolojiye gitti ki daha temizlenmemiş... Ve lenflerimde de varmış. Üç hafta sonra tekrar bir ameliyata girdim. Onları da temizlediler. Ve çoook ağır bir kemoterapiye başladılar. Bu arada tabii doktorum...
Nasıldı?
- Muhteşem bir doktor. Türkiye’de böyle doktorların olması insana onur veriyor. Önce Allah’a, sonra ona çok şey borçluyum. O kemoterapi sürecinde tabii insan, ne olursa olsun, yıpranıyor. Fakat ben öyle bir şey yaptım ki kemoterapiye başlamadan önce hazırladığım projeyi hayata geçirdim: ‘Benim Annem Bir Melek”. Onu çekmeye başladım. Öyle ayarladım ki haftada iki gün kemoterapiye gideceğim, bir gün yatıp ertesi gün işe gideceğim.... O benim için muhteşem bir şey oldu.
Hayata tutunma...
- İşimi yapıyorum, işimden kopmayınca hayattan kopmuyorum. Hatta çok şeker... Bir yazar arkadaşım Vasıf, telefon açtı: “Ya Oya Abla, duydum ama hiç üzülmedim. Çünkü kanser yanlış yere gelip çatmış. Bence sana yenilir” dedi.
TAM KURTULUYORUM DERKEN...
Saçlar?
- Dökülsün dedim, n’olcak? Ne biçildiyse bize onu yaşayacağız. Açıkçası ölümden de pek korkmam. Biz zamanımızı dolduruyoruz, bizden sonrakiler geliyor. Belli bir yaştan sonra da suçiçeğinden ölecek değiliz. Önemli olan benim yaşadığım dilim. Kendi acımı kendi içimde yaşarım. Kimseyi de üzmek istemem.
Peruk taktınız mı?
- Evet ama insan içinde hiç çıkarmadım onu. Beni hep bildikleri gibi hatırlasınlar istedim.
Ama neyse ki yüzdünüz, yüzdünüz; kuyruğuna geldiniz.
- Yok! Tam kemoterapi biterken bir öğrendik ki kemiğe de sıçramış. Tam “Bitti, kurtuluyorum” derken orada biraz... Bir sekte vurdu bana. Büyük bir darbe oldu. Bir düştüm, bir kalktım yani. Bu sefer kemiğe radyoterapiye başladılar. Velhasıl aynı göğüsten ben beş defa ameliyat oldum.
Neden?
- Çünkü bir de kemikte böyle bir şey çıkınca, ABD’ye gittim ben, ikinci bir fikir olsun diye. “Tedavi çok iyi” dediler. Dikişlerimde bir akıntı vardı. Onun için orada bir ameliyat oldum.
Etti üç... Peki dört-beş?
- Türkiye’ye döndüm. O benim göğüs şişti, şişti, şişti; patladı! Mikrop kapmışım Amerika’da. Enfeksiyondan şişmiş öyle. Bir daha ameliyata aldılar beni tabii... Sonra bir kere daha ameliyata girdim. Çünkü bu sefer de kazıya kazıya hiç göğsüm kalmamıştı, dengelemek için silikon...
Şimdi?
- Şu anda iyiyim. Artık dokuzuncu senedeyim.
ERKEN TEŞHİSİN ÖNEMİNİ ANLATMAK İÇİN ÇOK PANELE KATILDIM
◊ Hastalık sosyal yaşantınızı nasıl etkiledi?
- Kemoterapi aldığınız dönemde vücut büyük bir yükün altında kalıyor. Düşünebiliyor musun, sana zehir veriyorlar. Bir yeri tamir ederken başka yerler bozuluyor. Halsiz kalıyorsunuz. Ne olursa olsun, bir hastalık psikolojisi var insanda. İstemeseniz de o, yüzünüze oturuyor. Şimdi yine iyi. Teknoloji ilerledi. Eskiden mide bulantısından durulmazmış falan.
◊ Peki sonradan çevrenizden benzer durumdaki insanlara yardımcı oldunuz mu?
- Tabii tabii... Çok panellere katıldım. Çok çalıştım kanserle mücadele için. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim, kanserin erken teşhisinin anlaşılması için. Bu çok önemli.
KANSER BİR CEZA DEĞİL
◊ ‘Neden ben’ duygusu geliyor mu insana?
- Oluyor. “Neden ben?” diye soruyorsun. Ama bu öyle bir şey ki herkes başına gelince “Neden ben” diyor. Şunu biliyorum ki kanser bir ceza değil. Herkesin başına gelebilir. Sadece şunu söylediğimi bilirim: Keşke benden sonra hiç olmasa.
◊ Google’a girip karalar bağlama hali oluyor. Ya da eşe-dosta danışılıyor...
- Hiç yapmadım. Bak türünü sordun, onu bile söyleyemedim sana. Doktorumun söylediğini yaptım. Ne verirse aldım. Çünkü her işin başı güvenmek. Kanser olan arkadaşlarım her şeyi araştırıyorlar. bana soruyorlar. Valla ben bilmem. Ben bilmem, doktorum bilir.
UMUT DOLU HİKÂYELER
‘Kanser Haftası özelinde Hürriyet ve Roche işbirliğiyle düzenlenen ‘Umut Dolu Hikayeler’ projesi kapsamında, siz de kanseri yenme hikayenizle kanser hastalarına umut olmak ve hikayenizi Hürriyet’le okurlara ulaştırmak için, http://www.hurriyetaile.com/sizin-icin/umut-dolu-hikayeler adresinden bizimle paylaşın, hikayenizle umuda umut katın!’