Artık devlet erkánı bu festivallere gitmiyor. Peki niye? Oysa dün öyle değildi. Hadi Atatürk devrimleri travma yaratıyor, o dönemden örnek vermeyelim. Osmanlı Sarayı da klasik batı müziğine ilgiliydi. Padişahlar opera seyrediyor, ünlü virtüözleri saraya davet ediyor, hediyeler veriyor, nişanlar takıyordu. Halifeler piyano çalıyordu. Peki, dünya bale tarihinde bir ilki Osmanlıların gerçekleştirdiğini de biliyor musunuz?..
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan; Ankara’da
Sibel Can’ı, İzmir’de
Arif Şentürk’ü, Rize’de
Davut Güloğlu’nu, İstanbul’da
Ferhat Göçer’i dinledi.
Adnan Şenses’le şarkı söyledi.
Başbakan İstanbul’daki Cemal Reşit Rey Konser Salonu’na sadece sempozyumlar, paneller, parti toplantıları için gitti. Tüm bunları gazetelerden derledim...
Bakınız:
Birey olarak
Recep Tayyip Erdoğan’ın müzik zevkine kimse bir şey diyemez. İstediği konsere gider, istediği müziği dinleyebilir. Üstelik dinledikleri de ülkemizin renkleri; çoğu kişi dinliyor.
Ancak, söz konusu Başbakanlık ise, müzik zevki kişisel zevk olmaktan çıkıp devleti temsil etmeye girmez mi?
Uluslararası müzik (keza sinema-tiyatro) festivallerinin açılışında-kapanışında Başbakan neden yok?
Sormak durumundayız: Avrupa Birliği’ne girmek isteyen Başbakan’ın, evrensel bu sanat dallarına karşı bir soğukluğu mu var? Varsa bunun temelinde ne var?
Halbuki bu toprakların klasik batı müziğiyle tanışması hayli eskidir...
Bale tarihinde bir ilk
Klasik batı müziği ilk kez Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde Osmanlı Sarayı’na girdi. Fransa Kralı
I. François yardımlardan ötürü teşekkür etmek amacıyla Topkapı Sarayı’na Fransız müzisyenlerini yolladı.
Ancak sadece bizim tarihimiz değil dünya müzik tarihi açısından da
Kanuni devrinde bir ilke imza atıldı. Sevgili hocamız
Metin And’ın araştırmalarına göre İstanbul’da ilk kez 1524 yılında bale düzenlendi.
"Bu bilgi önemlidir. Çünkü klasik bale tarihleri ilk önemli bale gösterimi olarak, 1581’de Fransız sarayındaki ’Balet Comique de la Royne’ balesini gösterir."
Bu bilgi için iki de kaynak vardı: İtalyan gezgini
Pietro Della ve
Walter Toscanini’nin eserleri.
Ayrıntılı bilgi isteyenler,
"Tarih ve Toplum" dergisinin Şubat 1989 sayısına bakabilirler. Devam edelim...
Osmanlı Sarayı’nda kalıcı olarak ilk gelen Batı enstrümanı bir org idi. Yıl 1599. İngiltere Kraliçesi
I. Elizabeth bu müzik aletini İngiliz org yapımcısı
Thomas Dallam aracılığıyla Sultan
III. Mehmed’e hediye olarak gönderdi.
Thomas Dallam, Topkapı Sarayı’nda bu orgla konserler verdi. İlginçtir bu org daha sonra kayboldu ve hálá nerede olduğu bilinmiyor.
Batılılaşmanın sonucu
Osmanlı’nın resmi anlamda klasik batı müziğine ilgisi Sultan
III. Selim (1789-1807) devrinde oldu. 19. yüzyıl, klasik batı müziğinin Osmanlı’ya yerleştiği dönemdi.
Çünkü:
Siyasal ve kültürel alanlarda uygulanan Batılılaşma politikaları, sosyal yaşamda da önemli değişikliklere neden oldu. Bu değişim kendini sanat alanında da gösterdi. Osmanlı Sarayı ve münevverleri arasında kısa sürede benimsenen klasik batı müziği, değişen toplumsal yaşamın simgesi oldu.
İstanbul’da müzik etkinliklerinin yapıldığı Bosco, Naum, Gedikpaşa isimli tiyatrolar açıldı. Buralarda operalar, baleler, tiyatrolar yapıldı. Olayın en ilginç yanı ise bugün çok kişiye şaşırtıcı gelecektir:
Osmanlı’nın başkentine genellikle İtalya’dan operalar geliyordu ve bunlar daha Avrupa’nın Paris ve Londra gibi merkezlerinde seslendirilmeden İstanbul’da sahneye konuyordu!
Örneğin ünlü besteci
Verdi, "Ernani" operasını 1844 yılında yazdı; eser 1 Şubat 1846 tarihinde İstanbul’da sahnelendi.
Yine
Verdi’nin
"Otello"su ilk kez Milano’da La Scala’da oynadı ve bir yıl sonra İstanbul’da Tepebaşı Tiyatrosu’nda sahneye kondu. Yani İstanbul, o dönemde Avrupa’nın önemli kültür merkezlerinden hiç de aşağıda kalmayan sanat etkinliklerine sahne oldu. Bu etkinliklerde sarayın maddi manevi katkısı vardı kuşkusuz.
"Don İzzet Paşa"
"Don İzzet Paşa"’yı,
yani
II. Mahmud’un kurduğu Muzika-yı Hümayun’un başına getirdiği İtalyan
Giuseppe Donizetti’yi Türkler bu isimle biliyordu.
1828’de İstanbul’a gelip ömrünün geri kalanını Osmanlı Devleti’nin hizmetinde geçiren
Donizetti, sarayın müziğe bakışını da değiştirdi dersek abartmamış olur muyuz? Sarayda batı müziği dersleri de veren
Donizetti bu çalışmalarıyla da bazı isimleri küstürdü.
II. Mahmud’un, geleneksel bestelerin piyanoda çalınması gibi değişikliklere sıcak baktığını gören
Dede Efendi, hacca gitmeyi bahane ederek saraydan ayrıldı.
Dede Efendi küsmüştü.
II. Mahmud müzik reformlarından geri adım atmadı. Yeni yetişen müzik öğrencilerini sık sık huzuruna kabul edip dinledi; teşvik etti. Besteci
Rossini’nin eserlerini çok severdi. Hep Sevil Berberi’ni dinlerdi.
Avrupa müzik sanatının parlak virtüözleri de o dönemde sarayda ağırlanmaya başladı. Genç bestekár ve arpçı
Elie Alvars, İstanbul’a ilk gelen isimlerden biriydi. Bugün repertuvara kazandırdığı arp konçertolarıyla tanınan
Alvars, Sultan
II. Mahmud’un huzurunda konserler verdi. Hatta bu ziyaretin anısına padişaha bir marş besteledi.
O dönemde tahta çıkan her padişah için ayrı bir marş besteleniyordu.
Ve bu bestelenen marş, padişah koltukta oturduğu sürece Osmanlı Devleti’nin
"milli marşı" sayılıyordu!
II. Mahmud döneminde
Donizzeti’nin bestelediği
"Mahmudiye Marşı"; Abdulmecid döneminde keza yine
Donizetti’nin bestelediği
"Mecidiye Marşı" ve
Abdülaziz döneminde
Callisto Guatelli’nin bestesi
"Aziziye Marşı" milli marş olarak kabul edildi. Padişah
Abdülaziz İngiltere’yi ziyaret ettiğinde İngiliz bandoları
"Aziziye Marşı"nı çaldılar. Plak bile yaptılar.
1876 yılında
Abdülaziz tahttan indirilip koltuğa
V. Murad oturunca devletin milli marşı
"Aziziye" bir daha çalınmadı; tekrar
"Mecidiye Marşı"na dönüldü.
Koltukta biraz daha kalsaydı Sultan
V. Murad kendi adına bir marş besteler miydi bilinmez. Bilinen
V. Murad’ın çok iyi piyano çaldığı ve Avrupai dans türünde yetkin bir bestekár olduğudur.
Liszt, İstanbul’da
Osmanlı padişahının huzuruna çıkarak konser veren en prestijli isim şüphesiz Macar piyanist
Franz Liszt idi.
Liszt 1847’de geldiği İstanbul’da yaklaşık beş hafta kaldı.
Liszt İstanbul’da çok sevildi. Kendisine nişan verildi, Sultan
Abdülmecid’in "İrade-i Seniye"siyle ödüllendirildi.
Sultan
Abdülaziz, Lizst’in damadı ünlü besteci
Richard Wagner’in yaptığı tiyatroya maddi yardımda bulundu. Bu yardım Avrupa krallarına örnek olarak sunuldu.
Son Halife
Abdülmecid Efendi, yağlıboya portresini yaptığı
Franz Liszt’in Beyoğlu’nda kaldığı evin müzeye dönüştürülmesini çok istedi; yapamadı.
Son Halife’nin
Liszt’e ilgisinin nedeni,
Liszt’in anılarından etkilenip İstanbul’a yerleşen iki Macar piyano hocasıydı. Son Halife çok iyi piyano çalıyordu. Mösyö
Volton ve Mösye
Hegge, Şadiye ve
Sabiha Sultan’a piyano hocalığı yaptılar.
Sarayda konser veren sadece
Liszt değildi, arpçı
Elie Alvars’tan bahsettim. Ayrıca devrin ünlü isimleri
Leopold de Meyer, Eugene Vivier, Henri Vieuxtemps, August d’Adelburg da sarayda konser veren müzisyenlerdendi.
Bu isimlerden
Leopold de Meyer’in Amerika’ya klasik batı müziğinin yayılmasında öncü rolünü oynadığını söylersek İstanbul’a ne kadar değerli sanatçıların geldiğini tahmin edersiniz.
Bir minik not daha ekleyim: Piyanist
Meyer’i Amerika’da üne kavuşturan bestesi
"Machmudier: Air guerrier des Turques" yani Mahmudiye; Türk Marşı idi.
Polonyalı keman virtüözü ve besteci
Henryk Wieniawski de İstanbul’a gelip konser veren ünlü isimlerden biriydi.
Osmanlı padişahları kültür alanında yaptıkları yardımlarla da bilinmektedir. Örneğin, 1846’da Beyoğlu’nda çıkan bir yangın (bugünkü Çiçek Pasajı’nın olduğu yerdeki) ünlü Naum Tiyatrosu’nu da yerle bir etti. Binanın sahibi
Michel Naum Duhani, Sultan
Abdülmecid’in yardımıyla tiyatrosunu onarıp, 4 Kasım 1848’de
Verdi’nin Macbeth Operası ile açtı.
Cami-tiyatro yan yana
Abdülmecid sadece maddi yardımda bulunmadı. 9 Şubat 1849’ta Naum Tiyatrosu’na bizzat giderek
Donizetti’nin
"Linda di Chamouix" adlı operasını izledi.
Abdülmecid iki kez daha Naum Tiyatrosu’na giderek operalar izledi. Keza
Abdülmecid’in Dolmahçe’ye Saray Tiyatrosu yaptırmasında izlediği bu operaların etkisi oldu. Zamanla yanıp yok olan bu Saray Tiyatrosu, Dolmabahçe Camii’nin tam karşısındaydı.
134 yıl sonra, 2 Temmuz 1993’te 37 kişinin öldüğü Sivas Madımak Oteli yangını,
"caminin karşısında tiyatro yapıyorlar" provokasyonuyla başlayacaktı!
Osmanlı hoşgörüsüne ilişkin bir örnek daha vermek istiyorum:
Rossini’nin dinsel eseri
"Stabat Mater" 1850 ve 1885’te iki kez İstanbul’da sahnelendi ve hiçbir tepki görmedi.
Yazmak zorundayım: Sivas katliamına bahane bulmak için,
"Cuma namazında davul çaldılar" yalanına başvurdular.
Ne kadar gericileştiğimizi bir örnekle izah edeyim:
Danimarkalı
Hans Christian Andersen’i bilirsiniz; çocuk masallarıyla tanınır. Yazar
Andersen de İstanbul’u ziyaret eden gezginlerden biriydi. Cuma selamlığı sırasında bandoların belirli aralıklarla marş çaldığını anılarında bahseder. Bu bandolar ne çalıyordu dersiniz;
Rossini’nin en tanınmış eseri Wilhelm Tell parçasını...
Düşünebiliyor musunuz, aynı zamanda Halife olan
Abdülmecid, cuma namazına
Rosssini’nin nükteli operatik müziğinin vurgu temposu eşliğinde gitmekte ve hiç rahatsızlık duymamaktaydı.
Abdülmecid’in yaptırdığı Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nun bir diğer özelliği ise Türk sanatçılarının da sahne almasıydı. Türk sanatçılar tarafından sahnelenen opera ve operetler hep ilgiyle izlendi.
Bu arada, ilk Türk tiyatro oyunu olan
Şinasi’nin
"Şair Evlenmesi" adlı oyunu Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nda oynanmak üzere yazıldı.
Osmanlı, topraklarında sahnelenen opera, bale ve tiyatrolarla gurur duyuyordu. İstanbul’a gelen değerli yabancı konuklarını mutlaka bu gösterilere götürüyordu. Örneğin, Galler Prensi ve Prensesi 2 Nisan 1868’te izledikleri operayı 8 Nisan’da bir daha izlediler.
Keza 1869’ta ziyaret için İstanbul’a gelen Avusturya İmparatoru da opera izledi.
Onlar İstanbul’da operaya gitti de Osmanlı padişahları Avrupa’da gitmedi mi?
Abdülaziz, Paris, Londra ve Viyana’da opera ve baleler izledi. O kadar etkilendi ki, -geleneksel sanatlara daha çok ilgi duymasına rağmen- Taksim’de Tiyatro-yi Hümayun kurulmasını istedi.
Uzatmayalım. Yani.
Yanisi şu: Padişahların, halifelerin gittiği, dinlediği, seyrettiği klasik batı müziği konserlerine Sayın Başbakan neden teşrif etmiyor? Bir mániniz yoksa bekliyoruz efendim...
Rossini’nin İstanbul’da oynanan operaları
Il Barbiere di Siviglia (Sevil Berberi):
Rossini’nin bu operası Osmanlı Sarayı’nın en beğendiği eserlerin başında geliyordu. Bu nedenle sık oynandı. II. Abdülhamid’in saray tiyatrosuna 15 yıl emek vermiş Arturo Stravolo, bizzat Padişah’ın huzurunda sık sık II. Barbiere’yi oynadı.
Opera ilk kez 1845’te Naum Tiyatrosu’nda sahneye kondu. Abdülaziz 1866’da Naum Tiyatrosu’nda oyunu izledi. Gece yarısına kadar tiyatroda kalıp oyuncuları tebrik etti. Keza 1870 yılında Sadrazam Ali Paşa, Hüsnü Paşa, Mustafa Fazıl Paşa, Server Efendi, Kamil Bey operayı seyredenlerdendi.
İstanbul’a çocuklardan oluşan üç-dört çocuk operasının da geldiği biliniyor. 1858’de Antonio Zocchi yönetimindeki çocuk topluluğu Il Barbiere’yi Abdülmecid’e de oynadılar. Abdülmecid 5 bin kuruşu çocuklara olmak üzere sanatçılara 25 bin kuruş ödül verdi.
Matilde Di Shabran:
Rossini’nin az tanınan eseridir. İlk gösterimi 1821’de Roma’da oldu, orkestrayı Paganini yönetti. İstanbul’da 1844’te Naum Tiyatrosu’nda oynandı.
Otello:
Verdi’den yedi yıl önce Rossini tarafından bestelendi. İstanbul’da oynanan ilk Rossini eseridir. 1842’de Bosco Tiyatrosu’nda oynadı.
La Cenerentola (Kül kedisi):
1817’de Roma’da, 1854’te Naum Tiyatrosu’nda oynandı.
La Gaza Ladra (Hırsız Saksağan):
Milano’da 1817’de sahneye kondu. İstanbul’da ilk kez ne zaman oynandığı bilinmemekle birlikte Naum Tiyatrosu’nda 1845’te oynandığı bilinmektedir.
Mose’in Egitto (Musa Mısır’da)
Rossini’nin başarılı operalarındandır. İstanbul’da üç-dört kez sahnelendi. İlk oynayış yılı olarak 1846 gösterilmektedir.
Semiramide:
Rossini’nin İtalya’da yazdığı 30 operanın en sonuncusudur. Voltaire’in aynı isimli tragedyası üzerine yazılmıştır. İlki 1852 olmak üzere İstanbul’da üç kez oynanmıştır.
Guillaume Tell (Guglielmo Tell):
Schiller’in Wilhelm Tell adlı oyunu üzerine Rossini’nin veda operasıdır. İlk kez Paris’te 1829’da oynandı. İstanbul’da 1875 ve 1882’de sahneye kondu.
Bu arada bir parantez açmalıyız: Osmanlı’nın görkemli büyüsüne kapılan
Mozart gibi besteciler Türklerle ilgili eserler yazdılar.
Rossini’nin de dört operası Türklerle ilgiliydi.
Bu operalar;
Fatih Sultan Mehmed üzerine
"Maometto II"; bunun biraz değiştirilmiş biçimi olan
"Le Siege de Corinth" (Korent Kuşatması); üçüncüsü
"Il Turco in İtalia" (İtalya’da bir Türk) ve sonuncusu
"L’Italiana in Algeri" (Cezayir’de bir İtalyan kadın).
Bunlardan sadece Maometto II adlı operayı İstanbul Devlet Operası oynadı.
(Kaynak: Ekim 1992, Sayı 3, İstanbul Dergisi)