Güncelleme Tarihi:
Sadece toplumun vicdanını değil; bireylerin alışılagelmiş bilişsel algı düzeylerini ve yargılamalarını da allak bulak eden olaylar bunlar. Çünkü anne; herkes için en güçlü bağımlılık nesnesi. Bizi rahatlatan, koruyan duygusal desteğimiz. Erişkin bile olsak annenin güven vericirolü zihinlerimizde sürüyor. İşte bu noktada bir annenin çocuğu tarafından öldürülmesi ciddi olarak soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.
Konuya ilişkin olarak, Nöropsikiyatri İstanbul Hastanesi Çocuk Ergen Psikiyatrı Uzm Dr Ahmet Çevikaslan ile görüştük. Çevikaslan; "Elbette ki bunlar çok ağır vakalar. Kişiler arasında ciddi iletişim kavgalarının yaşandığı, kişilik bozukluklarını ve ruhsal hastalıkları akla getiren ölümler" diyor ve konuyu derinlemesine irdelemek gerektiğini vurguluyor. Çevikaslan'a göre; Toplum vicdanının da ilgilendiren bu konuyu kişiler arasında adli bir vaka gibi düşünmekle beraber; olayın sosyal boyutları mutlaka değerlendirilmelidir.
Olayların faillerinin sağlıklı bir kişilik yapısı olması beklenemez.
Çekiaslan sorularımızı yanıtladı
1) Bu cinayetlerin temelinde ebeveyn ayrılığı dışında tetikleyen bir rekabet olabilir mi?
Psikanalitik düzeyde düşünecek olursak; anne kız arasındaki yoğun bağımlı ilişki ya da ödipal rekabet akla geliyor. Anne ile ruhsal düzeyde bağımlılığını kıramamış, yani otonom davranmasına izin verilmeyen bir genç kız figürü. Ortada Ödipal rekabetin yaşanacağı bir baba figürü yok ya da pasif görünüyor. Eğer medyada yansıtılanlar doğru ise; "kimin koynundaydın?" sorusuna verilen öfkeli yanıt=cinayet.
Psikanalistler bunu çok tipik bir anne kız Ödipal rekabet olarak tanımlayacaklardır, eÄŸer psikanaliz düzeyinde deÄŸerlendirirlerse.   Â
2) Mükemmelliyetçi evebeyn bu durumu yatarabilir mi?
Bu tür adli vakaları anne baba tutumlarına baÄŸlamayı çok da doÄŸru bulmuyorum. Ama; mükemmeliyetçilikten ziyade, çocuÄŸu kendisine aşırı baÄŸlayıcı davranan ya da bağımlı olmaya zorlayan, çocuÄŸun tutarlı ve kontrollü bireyselleÅŸmesine izin vermeyen ebeveyn tipleri daha çok aklıma geliyor.Â
3) Toplumsal saldırganlığın medyada yer buluyor olması buna etken mi?
Medyanın bu türden cinayet ya da intihar haberlerini sunuÅŸ biçimi herkesi aynı ÅŸekilde etkilemez elbette. Malum; herkes okuduÄŸu ya da dinlediÄŸi haberi kendi dünya görüşünün ya da vicdanının (süperegosunun) süzgecinden geçiriyor. Pekçok kiÅŸiyi irkilten bu tip haberlerin bazı kalplerde duyarsızlık yaratması da muhtemel. Bizlerin tabu olarak gördüğü böyle cinayetler suç iÅŸleme eÄŸilimi olan bireylerin süperegosunu gevÅŸetiyor bence, yani bunun "olabilirliÄŸini" zihindeki davranış ÅŸemasına yerleÅŸtiriyor.Â
Medyanın bu tür haberleri sunuÅŸ biçimi bence sadece bu tür kiÅŸiler açısından deÄŸil, bütün toplum açısından önemli. Çok fazla uyarıcı ve spekülatif veriliyor bu haberler. O kadar ki; medya spekülatif haber yazıyor, yetkililer sonradan düzeltiyor. Tamamı ile gerçeklikten uzak tanımlamalarla toplum manipüle ediliyor. Olay magazinleÅŸtirilip, "soÄŸukkanlı, ÅŸeytan, üniversiteli, güzel anne katili" gibi sıfatlarla sunuluyor, ifadelerden alındığı söylenen cümlelerle gizem yaratılarak merak uyandırılıyor. Türk toplumu da bu olayları dehÅŸet bir adli olay gibi deÄŸil, sanki polisle beraber cinayeti çözecekmiÅŸ gibi bir ilgiyle, cinayet romanı okur gibi izlemeye zorlanıyor.Â
4) Ciddi ruh sağlığı bozuklugu olarak mı ele alınmalı yoksa şiddet artık yukselen bir değer mi?
Şiddet asla yükselen bir değer olmasın mümkünse. Belki, medya organlarının etkisi ile daha kolay duyar hale geldik ama şiddet bence bu toplumda her zaman ve her katmanda vardı. Kaldı ki zaman zaman anne cinayetleri gazetelere yansıyor zaten. Bence şiddet yükselmiyor, medyamız şiddet haberlerini manşetlere daha çok taşıyor. Bence bu iyi bir davranış ama standart habercilik ölçütlerinde kaldığı sürece.
Yoksa toplumu kışkırtıcı, manipüle edici, hatta bazen mizah konusu yapıcı bir haber verme ÅŸeklinin Türkiye'ye hiçbir yararı olmadığı gibi insanların biliÅŸsel yönelimlerini / yargılamalarını olumsuz etkilemesi de beklenebilir.Â
Cinayet ve bireylerdeki ruhsal bozukluk iliÅŸkisi
Psikiyatr Dr. Çevikaslan'a göre; Bireylerdeki ruhsal bozuklukların suça eğilimde büyük rolü vardır.
Örneğin;
* Ağır kişilik bozukluğu olan bireyler kolay suç işleyebilirler, kendilerine de sevdiklerine de kolaylıkla zarar verebilirler. Örneğin; antisosyal kişilikler suça eğilimlidirler, sınır (borderline) kişilik bozukluğu olanlar sıklıkla tutarsız davranmaya yatkındırlar, aşırı bağımlı kişilik sergileyen bireyler bağımlılık nesnelerinden ayrılmaya asla tahammül edemezler.
* Olayın yaşandığı dönemde psikiyatrik problemleri olan bireyler; ruh halinin de etkisi ile suça eğilim gösterebilir. Uyuşturucu madde kullanan kişiler madde etkisi altında suç işleyebilirler. Psikoz ya da şizofreni dediğimiz durumda, gerçeği test etme yetisi bozulmuş olan bireyler, yaşadıkları algı ve içgörü bozulması nedeniyle çevrelerine zararlar verebilirler. Dürtü kontrol bozukluğu olan kişilerde otokontrol, dürtü denetimi son derece zayıftır, kendilerine ve çevrelerine zarar verme eğilimleri her zaman olasıdır. Depresyon ve mani gibi duygudurum bozukluklarının alevlenme dönemlerinde de riskli davranışlar daha sık gözlenebilir. Bunlar dışında zihinsel geriliği olan insanların aykırı davranışlar sergilemeleri, hatta suç işlemeleri ya da suça azmettirilmeleri daha kolay olur.
* Ayrıca; bu ruhsal problemler sadece sorumlu tutulan kişi için değil, ölen kişi için de söz konusu olabilir. Patolojik ilişki tek yönlü değil, iki
yönlü bir ilişki zemininde gelişir. Nihayetinde bu tip olaylar karşılıklı çatışma zemininde ortaya çıkıyor genellikle. Yani ortam da patolojiktir biraz. Bu durum da olayların yaşandığı aile ortamlarını akla getiriyor.
* Bu tür aileler, her zaman olmamakla birlikte sıklıkla parçalanmış aileler. Yani; anne babaların boşanmış ya da ayrı olduğu veya ebeveynlerden birisinin hayatta olmadığı aile yapıları. Dolayısı ile aile içi bağlar ya çok gevşek ya da aşırı bağımlı. Sosyal izolasyonun
çok olduğu, yani aile bireylerinin fazlası ile kendi halinde olduğu, bütün ailenin de çevre ile etkileşiminin sınırlı olduğu aileler de davranış sapmalarına daha yatkındırlar. Çünkü aile yapısı toplumsal geri bildirime (ya da desteğe) kapalıdır.
Ä°nsanların büyük ÅŸehrin göbeÄŸinde olmaları ya da yüksek statüde olmaları da; sosyal destek sistemlerinin güçlü olacağı anlamına gelmiyor, hele ki günümüzün metropol kültüründe.Â
* Çocuk büyütmek anne ve babanın ortak sorumluluğudur. Beraber yaşayan ebeveynler de ayrı yaşayanlar da çocuk eğitiminde işbirliği içinde olmalıdır. Boşanma ya da ayrılıkla anne baba sorumluluğu bitmez. Karı koca ayrılır, anne baba ayrılmaz.
Â
* Anne baba sadece kendi aralarında değil, çocukları ile de açık iletişim içinde olmalıdırlar. Ancak açık iletişim ebeveyn ya da demokratik iletişim ebeveynle çocuk arası ilişkilerin çok sınırsız, geçirgen olacağı anlamına da gelmez. Her anne baba gerektiğinde çocuklarının yanlışlarını düzeltebilecek, rehberlik edebilecek bir saygınlığı da çocuklarına hissettirmeleridir.
Â
* Çocuklarımız yeterli zaman ayırabilmeliyiz. İş yoğunluğumuz ya da kariyer planlarımız çocuklarımızın bizden beklediği zamanın önüne geçmemeli. Çağımızda; teknolojinin ve ekonomik rahatlamanın da verdiği güçle anne babaların işini kolaylaştıran kurumlar ya da oluşumlar çok fazla. Çocuklarımıza anne baba yerine geçecek bakıcılar tutuyoruz. Onlarla bizim yerimize oynayacak oyun konsülleri, bilgisayarlara boğuyoruz.
Her yere taşıyacak servisler sunmak da kolay. Kişilik gelişimleri anne baba rehberliği yerine MSN'lerde, sanal ortamlarda pekişiyor. Anne babanın boşluğunu doldurduğunu zannedilen bu araçlar asıl çocuğun içinde en büyük boşluğu yaratıyor. Aile içi beşeri ilişkilerdeki güven duygusu ve sevgi alışverişi bunların hiçbirinde yok.
* Çocuklarımızla olabildiğince olumlu ilişkiler kurmaya çalışmalı, sevgimizi, onlara olan güvenimizi sık sık hissettirmeliyiz. Özgüveni desteklenmeyen ve sevgisiz ortamlarda büyüyen çocuklar ruhsal problem yaşamaya adaydırlar her zaman.
* Her birey ve aile için sosyal destek sistemleri olabilecek; komşuluk ilişkileri, akraba ziyaretleri, arkadaş grupları ve diğer sosyal beraberlikler asla hafife alınmamalı. Çünkü ailenin toplumla iletişim içinde olmasını sağlar, uyumunu destekler.
* Gerektiğinde; çocuklarımız ve ailelerimiz için ruhsal destek ya da psikolojik danışmanlık almaktan asla çekinmemeli, ertelememeliyiz. Gündelik davranış sorunlarını ve iletişim çatışmalarını yeterince ciddiye almalı, geçiştirmemeliyiz.
   Â