- Eyvah dedim.
Neden?- Çünkü o güne kadar benim basınla son derece normal, sınırlı ve olması gerektiği gibi bir ilişkim vardı. Ama o fotoğrafları görünce, "Eyvah! Yanlış anlamalara yol açacak bir sürü yorum gelecek bunun arkasından" diye düşündüm. Tedirgin oldum.
Sizin için gazeteye çıkmak kötü bir şey yani...- Ne münasebet. Ben daha önce de gazetelere haber oldum. Ama depremle ilgili ve hep kurumsal düzeyde. Vermek istediğimi mesajları verdiğimi ve doğru verdiğimi düşünmüş, memnun olmuştum. Ama bu sefer irkildim. Ne yalan söyleyeyim, "Keşke bu fotoğraflar gazeteye hiç basılmamış olsaydı" temennisinde bile bulundum.
Özel bir sebebi var mı?- E söylüyorum ya. O fotoğraflar, günün anlam ve öneminin önüne geçti. Rol çalmış oldum, bundan da rahatsız oldum.
Peki geliştirdiğiniz savunma mekanizması neydi?- Nasıl yani?
"Ben hep böyle giyinirim. Ben hep böyle bakarım" mı dediniz?- Bu, bir savunma mekanizması değil ki, gerçeğin kendisi. Evet, ben böyleyim. 21 senedir Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisiyim. 30 senem Boğaziçi ve Robert Kolej camiasında geçti. Önce dış görünüşümden başlayayım: Her zaman böyleydim. Saçımın rengi ve makyajımın tonu değişmiş olabilir ama bakımlı olmaya gayret eden bir kadındım. Ben rujumu sürmeden bakkala bile gitmem. Bu özelliğimle de gurur duyuyorum. Özellikle de küpe konusunda bir takıntım vardır. Hiç bileziğim yoktur ama her kıyafime uygun küpe takarım. Aileden gelen bir alışkanlık, benim annem de böyleydi. Çarpıcı görünmeyi severdi, rujuna muhakkak dikkat ederdi, denize girerken bile ruj sürerdi. Ben de aynı genetikten geliyorum.
Peki tüm bunlara nasıl vakit bulabiliyorsunuz?- Vallahi sorun olmuyor. Vakit yoksa bile yaratıyorum, sabahın 6’sında havaalanında bile böyle bakımlıyım. Makyajım 20 dakika sürer, rimel sürmeyi hiçbir şart altında ihmal etmem. Genç kızlığımdan beri klasik giyinirim. Etek ceket ya da pantolon ceket. Ve mutlaka kadınsı vurgu yapmaya çalışırım. Ama bugüne kadar gerek Kandilli’de, gerek Boğaziçi’nde bu duruşumla hep övgü aldım. Deprem çalışmaları için Muş’a, Çaldıran’a, Adana’ya, Bingöl’e de böyle gidiyorum. Kimse de beni eleştirmiyor, tam tersine, "Bize moral veriyorsunuz" diyorlar.
Başbakanla ilk karşılaşmanız mıydı?- Hayır. Olur mu? Onlarca kez görüştük. Deprem olgusundan dolayı pek çok kez bir araya geldik Hatta deprem sonrasında Endonezya’ya birlikte gittik. Başbakanlık’ta yapılan toplantılarda, TÜBİTAK toplantılarında, Kandilli’nin çalışmalarını anlatmak için defalarca görüşme imkanımız oldu. Her zaman da kendisine saygılı davranmışımdır. Çünkü ben makamlara hak ettikleri saygıyı göstermek gerektiğine inanıyorum. Benim o günkü duruşumda saygı ve misafirperverlik vardı.
Ama yağcılık gibi algılandı!- Oysa tamamen saygı ve şükrandı.
Neden şükran?- Çünkü Kandilli Rasathanesi’nin çok uzun zamandır üzerinde çalıştığı bir proje vardı. Ama finansman bir türlü sağlanamıyordu. Tam bütün umutlar kesilmişken, Başbakan’ın talimatıyla Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine Müştaşarlığı ve Maliye Bakanlığı el birliğiyle bu finansmanı Kandilli’ye sağladılar.
Ne kadar bir paradan söz ediyoruz?- 2 milyon dolar.
Ooooooooooooo!- Ve bu finansmanla alınan, deprem istasyonlarında kullanılacak sismometreler 10 gün önce Kandilli’yle geldi. Başbakan’a da söyledim. Üretici firma bunun, "dünyada herhangi bir ülkeye bir defada yapılan en büyük sistometre alımı" olduğunu söylüyor. Ve bunu Türkiye Cumhuriyeti gerçekleştirdi.
Siz sismometre alındığı için Başbakan’a neden şükran duyarsınız? Bunun size ne faydası var?- İşte mesele burada. Bana, eşime, dostuma, aileme doğrudan bir faydası yok. Ama size bize hepimize var. Başbakan’a şükranım Türkiye namına. Biz Başbakan’la o toplantıdayken Enez’de istasyon kuruluyordu. Şu geçen sürede Enez’de, Karadeniz Ereğlisi’nde, Sinop Dikmen’de, Gökçeada’da, Gemlik’te 6 tane deprem istasyonu kuruldu. 15 gün içinde. 2007’nin sonuna kadar Türkiye bu finansmanla deprem istasyonları şebekesi meselesini dünya standartlarında halletmiş olacak. Şimdi ben...
Hayran hayran bakmayayım da, napim!- Aynen! Dünyada böyle bir sismometre alımı olmadığını söylüyorlar. Ben böyle bir durumda, bu alımı gerçekleştirmemizi sağlayan finansmanı bulan kişiye minnet duyarım.
Öyleyse siz, iktidar karşısında gerçekten eriyen biri değilsiniz yani...- En çok yaralandığım bu laf oldu. Bir de bu, "iktidar karşısında erimek" lafında, geleceğe dair bir menfaat sağlama iması var. Beni asıl inciten budur. Ne gibi bir menfaat sağlayabilirim ki? O 2 milyon dolarla, Türkiye’nin dağına taşına deprem istasyonları kuruluyor. Ben hem bir bilim insanı olarak hem de Türk vatandaşı olarak ancak mutlu olabilirim. Başbakan’a şükranlarımı sunabilirim. Nitekim öyle yapıyordum.
BİLİM DE YAPARIM KÜPEMİ DE TAKARIM
Bir süre önce gazeteler Kandilli Rasathanesi Müdürü Profesör Gülay Barbarosoğlu’nun bir fotoğrafını yayınlandı. Başbakan’la yanyana duruyorlardı.
Profesör’ün Başbakan’a bakışı, hali, tavrı, kıyafeti ağır eleştiri konusu oldu.
Küpelerinin rüküşlüğüne kadar konuşuldu.
O nasıl bakıştı öyle?
Neyin bakışıydı?
İktidar karşısında erimenin fotoğrafı mıydı?
Köşe yazarları da Gülay Barbarosoğlu’nu topa tuttular.
Ben de onu tanımak, bu meseleyi konuşmak istedim.
Esas olarak da merak ettim, bütün bu olanları nasıl değerlendiriyordu?
Korkmuş muydu?
Tırsmış mıydı?
Bir daha o kıyafetleri giymez miydi?
Bir daha asla kimseye öyle bakmaz mıydı?
Yoksa, hiç bir şey umurunda değil miydi?
Neydi? Öğrenmek istedim.
Ve karşısına geldiğimde, ayakkabılarımdan utandım.
O kadar bakımlı, o kadar dişi, söylememe gerek yok tabii son derece zeki ve hoş biriydi.
Kadınlığından utanmayan, sıkılmayan öncü karakterlerden.
Eski Adli Tıp Başkanı Sevil Atasoy familyasından.
Nedense bu iki profösürü ben birbirine benzettim.
Başarılı olmak için erkek olmak ya da erkeksi davranmak gerektiğini düşünmeyenlerden.
"Bilim de yaparım, küpemi de takarım" diyenlerden.
Onu, sizin de birebir tanışmanız için karşınıza getirdim.
DEPREM SMS’LERİ
Eskiden küçük ve orta büyüklükteki depremlerde bile haberleşme sorunu yaşanıyordu. İlk yaptığımız işlerden biri bunu bir hale yola koymak oldu: Artık 3.5’un üzerindeki bütün depremlerde, Kızılay’a, Sivil Savunma’ya, Afet İşleri Genel Müdürlüğü’ne, Valiliklere vesaire "Deprem oldu" SMS’leri gidiyor. Yetkililere bilgi veriyoruz.Size o gri takımı getirdim ki, bir de siz bakın
Bunun neresi ciddiyetsiz söyler misiniz?
O sabah kalktığınızda, Başbakan gelecek diye özel bir hazırlık yaptınız mı?- O sabah değil, ama bir gece önce yaptım. Kıyafetimi seçtim. Sabah erken kalkacağım için kararsızlık yaşamak istemedim. Eşim, 19 yaşındaki oğlum ve 12 yaşındaki kızım televizyon izliyordu. Ben de hiç üşenmeden yukarı kata çıkıyor, giyiniyor ve iniyorum. Uzun zaman harcadım. Ama harcayacağım tabii. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı geliyor, benim düzgün ve şık olmam lazım. Sonra eşim, çocuklar ve ben şu an üzerimde gördüğünüz kıyafete karar verdi, "Bunu giy" dediler. Fakat ertesi sabah, birdenbire bu kıyafetin içinde kendimi rahat hissedemeyeceğimi fark ettim...
Neden?-Bilemiyorum fazla şık geldi galiba. Ve daha önce defalarca giydiğim, kendimi içinde son derece rahat hissettiğim gri takımımı giydim: Escada Business. Erkek kesimi olan bir takım ama küçük aksesuvarlarla feminen hava verilmiş. Brüksel’den almıştım. Tabii ona uygun küpeler de seçtim. Saçım da makyajım da şu an gördüğünüz gibiydi. Kızım, "Anne yine formanı giymişsin" dedi.
Görüntünüzün ciddi olmadığı suçlamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?- Bu konuda ikna olmuş değilim. Size o gri takımı getirdim ki, bir de siz bakın. Bunun neresi ciddiyetsiz söyler misiniz? Gri beyaz, yazın hem erkekte hem kadında resmi renktir. Sakil denebilir rüküş denebilir ama ciddi olmadığım söylenemez.
Peki o günden sonra kılık kıyafetinizde herhangi bir değişikliğe gittiniz mi?- Tabii ki hayır. Böyle bir olayın, benim duruşumu ve stilimi değiştirmesi mümkün mü?
Eşinizin tepkisi?- Vallahi güldü geçti. "Sen kimseye aldırma, son derece güzel görünüyorsun" dedi.
Kıskanmadı mı?- Yok canım.
Son soru, hangisi sizi daha çok üzdü: Başbakan’ın gözüne girmek için yağcılık yapan bir kadın olarak anılmak mı, yoksa rüküş denmesi mi?- Yağcı denmesi insanı daha çok üzüyor. Çünkü rüküşlük bir yerde, zevk meselesi, moda anlayışı, dolayısıyla insandan insana değişir. Siz benim bugünkü kıyafetimi beğenebilirsiniz bir başkası sakil bulabilir. Rüküşlük ve sakillik kişiden kişiye değişir ama yağcılık başka bir şey. Bir gün yağcılıkla itham edilebileceğim aklıma bile gelmezdi. Üzüldüm.
BAŞIMA İLK KEZ GELİYORKandilli Rasathanesi’nin müdürlüğü yapmadan önce NATO’da uzun yıllar önemli projelerde çalıştım. Sonra Avrupa Birliği’nin çok önemli bir araştırma grubu olan EURO’nun ilk Türk yöneticisi ve başkan yardımcısıydım. Bu tür erkek nüfusunun daha fazla olduğu oluşumlarda bir çok kez görev aldım. Ama bugüne kadar, kadın olmanın hiçbir sıkıntısını yaşamadım. Kılığım, kıyafetim hiç sorun olmadı, insanlar yaptığım işlere baktı, nasıl göründüğüme değil. Sadece dış görünüme bakılarak, ciddiyetsiz olarak değerlendirilmek ve yağcı olarak tanımlanmak başıma ilk kez geliyor.
ASLEN ENDÜSTRİ MÜHENDİSİYİM
Robert Kolej mezunuyum. Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum. Meslek olarak mühendisim aslında, endüstri mühendisi. Ama son 10 yıldır NATO projelerinde "afet yönetimi" üzerine çalıştım, Boğaziçi Üniversitesi’nde Afet Yönetimi Merkezi kurdum. 6- 7 senedir de deprem üzerine yoğunlaştım. Kendi teknik birikimim ile sismik ağın oluşturulması konusundaki bu son teknolojik hamleyi yapmak, benim için son derece önemliydi.