Güncelleme Tarihi:
Bugün Türkiye’de ve dünya sol çevrelerinin büyük bölümünde Venezuela lideri Hugo Chavez neredeyse ilahlaştırılıyor.
Ama Chavez hayranlarının çoğu onun yarattığı “devrimi” yalnız sloganlarla ve belli klişelerle anıyor.
Somut gerçeklere dokunan az da olsa nitelikli yorum mevcut. Fakat bunlar da büyük resmi göremiyor.
* * * EKONOMİK PERFORMANS FİYASKO * * *
Fair.org’da çıkan bir yazıda, ABD merkezli Associated Press ajansının Chavez’in sosyal politikalarını eleştirirken, "Körfez emirliklerindeki dev gökdelenlerin Venezuela’da görülmemesinden" şikayet etmesi haklı bir şekilde sert bir dille yeriliyor.
Hiç şüphesiz Chavez, Körfez emirlerine kıyasla halkını çok daha fazla düşünen, nüfusun çok daha büyük bir bölümünün çıkarına politikalar yürüten bir liderdi.
Ama Fair.org’daki yazıda savunulanın aksine Chavez, ömrü boyunca, ülkesindeki yoksulluğu azaltacak etkin ve verimli bir ekonomi politikası oluşturamadı.
Dünyanın en büyük petrol rezervine sahip bir ülkeyi 1999’dan beri tek başına yönetmiş olmasına rağmen yoksulluğu azaltmada son yıllarda gösterdiği performans, petrole muhtaç Peru’nun dahi gerisinde kaldı. (Bkz. The Atlantic'in detaylı incelemesi)
Chavez ister samimiyetle halkına yardım etmiş, isterse oy satın almak niyetiyle ulûfe dağıtmış olsun; fark etmez.
Venezuela ekonomisinde adalet, özgürlük ve eşitlik yaratamadığı gibi, 14 yıl boyunca ülkeyi sürdürülebilir bir büyüme yörüngesine de oturtamadı.
Üstelik, geçen ayki devalüasyon ve hızla tırmanan enflasyon yüzünden Venezuela halkını, varlık içinde yokluk çekecekleri daha da zor günler bekliyor gibi (özellikle de petrol fiyatları düştüğünde).
Sonuçta “kapitalist oligarşinin” yerini, hormonlu bir devlet ve onun Politbüro-vâri seçkinleri, bürokratları aldı.
Yolsuzluklar sözde sıfırlanmış olmasına karşın o kadar petrol gelirinin nereye uçtuğunu ise kimse çözemiyor.
* * * SİYASETTE DİKTATÖRLÜK MİRASI * * *
Belki de işin ekonomik tarafının işte böyle sakat olduğu kolayca deşifre edilebildiği için, Chavez mitolojisinin temeline siyaset konuyor.
“Chavismo” ideolojisini savunanlara göre Chavez, demokratik yollarla iktidara gelip anayasal düzenlemelerle “21’nci yüzyıl sosyalizmini” kurmayı hedefleyen Bolivarcılığı başarıya ulaştırdığı ve elbette dış politikada ABD’ye kafa tuttuğu için siyaseten kusursuzdur.
Peki, gerçekten böyle mi?
Evet, Chavez, yerel ölçekte görece katılımcı süreçler işletmişti. Fakat çoğulcu bir demokrasiyi uzun vadede garanti altına alacak hiçbir demokratik kurumu miras bırakmadı.
Geri kalmışlığının kökleri sömürgecilik döneminden yadigar kurumlara uzanan Venezuela, Chavez döneminde de bir hukuk devletine dönüşmediği gibi, ülkede kuvvetler ayrılığı iyice bozuldu. İfade özgürlüğü ise ayaklar altına alındı.
Bu durum, Chavez’in asıl niyetinin, sağlam bir özyönetim kurmaktan ziyade (tıpkı eğitim ve sağlık alanlarındaki popülist kamu programları gibi) salt oy kazanmak (veya sahip olduğu “barrio” (varoş) oylarını kaybetmemek) olduğunu gösteriyor gibi.
Kaldı ki, 1992’de darbe yapmaya çalışan, muhaliflerine acımasızca saldıran, ideolojisine uymayan devlet memurlarını işten atan, kendisini eleştiren gazeteleri ve televizyonları kapatan hırslı bir otokrattan beklenebilecek bir tutum bu…
* * * LATİN AMERİKA’NIN GERÇEK MODELİ * * *
Chavez'in, Batılı birçok siyasetçiye kıyasla kendi içinde çok daha tutarlı, inandığını yapan biri olması (yahut en azından böyle görünmesi) başka bir şey.
Fakat az gelişmişlik kısırdöngüsündeki bir ülkenin geleceği söz konusu olduğunda liderlerin ne kadar samimi olduğundan, hatta neye inandıklarından da önemlisi, hangi kurumları miras bıraktıklarıdır.
Chavez, Latin Amerika'da CIA destekli sağ diktatörlüklere karşı tarihsel bir tepki şeklinde gelişen sözde solcu bir yarı-diktatörlüğe örnek vermekten öteye gidemedi ve tarihe postmodern bir “caudillo” olarak geçti.
ABD’nin eski genelkurmay başkanı ve eski CIA başkanı David Petraeus’un abartılıp efsaneleştirilmesini aylar önce eleştiren biri olarak, sanırım “Chavez mitolojisini” de böyle yermeye hakkım var.
Bu mitoloji de yıkıldıysa, Latin Amerika’dan somut gerçeklere dayalı bir iyi örnek arayan dünya solu, bence asıl Brezilya’ya bakmalıdır.
1970’lerden itibaren bir sendikal hareketin içinden gelen, militarizmin hiçbir türüne bulaşmamış Lula ve arkadaşları, siyasi ve ekonomik adaleti boş devrim laflarıyla değil, köklü bir evrimle sağlamış, demokratik kurumları tedricen kurmuştu.
“Washington Konsensüsü” denen neoliberal canavarı altedecek olanın "Chavismo" değil, işte bu “Brasilia Konsensüsü” olduğunu yaşarsak göreceğiz.
- Hürriyet Gazetesi Dış Haberler Şefi Emre KIZILKAYA'nın iletişim bilgilerine ve bloguna http://www.emrekizilkaya.com adresinden ulaşılabilir. Ayrıca: http://www.twitter.com/ekizilkaya