Güncelleme Tarihi:
AK Parti 2002’de iktidara geldikten sonra çok uzun süre ekonomi politikalarında sizin mirasınız üzerinde gitti. Bugünkü çizgilerini nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’nin bugün geldiği noktada hiç kuşkusuz 2001 ve 2002’de seçimlerden önce yaptıklarımız önemli, ama ondan sonra yapılanlar da çok önemli. Hiç bir ülke 10 sene önce yapılanlarla devam edemez. Sorumlu bir maliye politikasının devam etmesinde, koalisyon hükümetinden sonra gelen Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin ve Sayın Babacan’ın da pek tabi önemli bir icraatı var. Maliye politikasını ciddi ve sıkı tuttu, bu çok önemli. Türk toplumu hakikaten çok dinamik, çok girişimci, çok sorun çözen bir yapıya sahip. Politika ne olursa olsun bu Türkiye’nin bir avantajı. Bir eksiğimiz ise yeterli tasarruf etmeyen bir toplum olmamız. Kamu politikası epey düzeldi ama hem hane halkı hem de şirketler yeterli ölçüde tasarruf etmiyor. Bu da ödemeler dengelerinde yüksek cari açıklara neden oluyor. Türkiye’nin cari açıktan kaynaklanan bir kırılganlığı var. Bu arka plana göre Türkiye’de zaman zaman çok sevincirici çok hızlı büyüme gerçekleşiyor; ama bu çok sürekli olamıyor maalesef. 1999, 2001, 2009 gibi negatif büyüme yılları, Türkiye’nin ortalama performansını olumsuz etkiliyor.
Başbakan Erdoğan’ın ortaya koyduğu bir 2023 vizyonu var, dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmek..
Sayın Başbakanın ifade ettiği güzel bir toplumsal hedef bu. Ancak, dünyanın en büyük ekonomileri arasına ulaşmamız için bu negatif veya çok düşük büyüme yıllarından kurtulmamız lazım.
2013 de negatif büyüme yılı mı olacak sizce?
Dünyadaki olaylardan elbette etkileniriz. Büyümenin sürekli olması ve düşük gelirli vatandaşlarımızın gelirini de hızla arttırması lazım. Bir yıl yüzde 6 olur, bir yıl belki yüzde 4’e düşer ama ondan sonra yine yüzde 8’e çıkabilmeli. Ortalama yüzde 7’yi tutturmamız lazım. Onun için kazaya uğramamız lazım.
Bugünkü tabloya baktığınızda sizce hükümet cari açığı kapatmak için bir süre daha yüksek zamlarla mı devam eder?
Ekonomi yavaşlayınca vergiden elde edilen gelirler de düşüyor. Türkiye şu anda ciddi bir yavaşlama yaşıyor. 2012’de büyüme herhalde yüzde 3 seviyesinde gerçekleşecek, belki de biraz altında. Bütçede de bir bozulma var. Cari açık sorunumuz olmasa bunu düzeltmek için maliye politikasını gevşetmek, Sayın (Zafer) Çağlayan’ın dediği gibi “gaza basmak” makul gibi gözükebilir. Ama fazla gaza basarsak, cari açığın yeniden büyümesi ihtimali var. Bu zor dünya ortamında cari açığımızı aşağı indirmezsek, dışarıdan gelen 70 milyar dolarlık sermaye akımına bağlı olarak büyümeye devam edersek, kırılganlığımız devam eder, riske gireriz. Türkiye’nin mali politikasını ciddi bir şekilde gevşetme lüksü yok maalesef. Bu arada, başta Merkez Bankası olmak üzere, diğer ekonomik politika kurumlarının da partizan kısa vadeli siyasetin baskısına uğramadan ülkenin uzun vadeli hedeflerine odaklanması her zaman önemli olacaktır. 10 yıl önce gerçekleşen temel reformların ana ilkesi buydu.
KURUMLAR PARTİZAN BASKIYA MARUZ BIRAKILMAMALI
Kazadan nasıl korunabilir Türk ekonomisi?
Ben gayrimenkul ve inşaat sektörüne çok dikkat edilmesi gerektiği kanısındayım. Birçok ülkeyi derde sokan inşaat sektörü ve gayrimenkuldaki sürdürülebilirliğin üstündeki artış. Bizde o ölçüde bir durum yok ama dikkat etmekte yarar var. O sektörü frenleyecek vergi önlemlerinin alınması, başka zamlara kıyasla belki daha yararlı olabilir. Turizm yatırımları hariç, gayrimenkul "ihraç" edilemez, döviz kazandıramaz, onu unutmamak lazım.
Sürdürülebilir büyüme için anahtar nedir?
Sürekli hızlı büyüyebilmek için mutlaka ulusal tasarruf oranımızın artması lazım. Tasarrufu mutlaka özendirmemiz lazım ki hükümet son günlerde bununla ilgili önlemler almakta. Tasarruf, ekonomik önlemlerin ötesinde, güven ortamına, iç barışın devamına, huzurlu bir siyasal ve sosyal yaşantıya da çok bağlı.
İÇ BARIŞ SORUNU ÇÖZÜLMEDEN 2023 HEDEFİ ZOR
İç barış derken neyi kastediyorsunuz?
Türkiye’nin hakikaten 2023 hedeflerine ulaşabilmesi için bazı temel toplumsal sorunların halledilmesi lazım. Sadece konjonktür meselesi değil. Bu temel sorunlar arasında iç barış sorunu var. Gerilim arttı son zamanlarda. Kürt vatandaşlarımız dahil, kültürlerini ve kimliklerini, Türkiye içinde istedikleri şekilde yaşayacak tüm vatandaşlarımızın da rahat edebileceği, gerçek barış ve anlaşma ortamını henüz kuramadık. Bu da aşırı uçların işine geliyor. Gerilim eninde sonunda ekonomiyi de etkiliyor. Süregelen bir huzursuzluk kaynağı var. Bu bence Suriye’den Irak’tan Libya’dan daha önemli bir konu aslında. Türkiye Cumhuriyeti 2023’te kesin olarak bu sorunu halletmiş olmalı. Yoksa hepimiz çok üzüleceğiz. Artık “çözeceğiz” demenin ötesinde çözümü gerçekleştirmemiz lazım.
Arap ayaklanmalarıyla başlayan süreçte Türkiye’nin izlediği politika hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin artık bir “dünya vatandaşı” ülkesi gibi hareket etmesine çok seviniyorum. Afrika’ya uzanmasına, BM’de daha aktif bir rol oynamasına, Arap ülkeleriyle ticari dostça ilişkilerin, tarihten gelen yakınlığımızın gelişmesine çok seviniyorum. Ama bunlar başka, o ülkelerin içişlerine karışmak başka. Turizm, televizyon programları, yüksek düzeyde ticaret, bunların hepsi çok güzel. İlgi göstermek, mümkünse yardımcı olmak, kendi gerçekleştirdiğimiz örneğin boyutlarını anlatmak, komşularına yapacağı en büyük katkıdır. Ama Türkiye bir şekilde o iç kavgalarda taraf olursa, veya tek başına bir güç gösterisine girişirse, çok farklı bir ortama gireriz. Bizi bu yönde kışkırtmak isteyen, Türkiye'nin hoşgörülü etkisini kıskananlar olabilir. Onların oyununa gelmeyelim. Şu anda Türkiye Arap dünyasında sevilen, kotası yüksek bir ülke. Ancak Türkiye’nin Arap dünyasının içişlerine karışmasını Arap ülkeleri ve halkları uzun vadede hoş görmeyecektir. Suriye’de şu anda ciddi bir çatışma var ve oradaki insanların bir kısmı dünyadan da Türkiye’den de yardım istiyor. Yanı başımızda çok sayıda insan ölüyor, ve buna kayıtsız kalmak mümkün değil. Barışın yeniden tesisi için elimizden geleni yapmamız doğal. Ama eğer taraf tutarak içişlerine karışmaya başlarsak, elde ettiğimiz konum tersine döner.
AMERİKAN MÜDAHALESİNİ HİÇ SEVMEDİM
‘Güç gösterisi’ ifadesini kullandınız. Türkiye’nin Suriye’de bu pozisyonunu abarttığını mı düşünüyorsunuz?
Tabii ki Türkiye’nin toprak bütünlüğüne bir saldırı olursa, hele de Türk vatandaşları hayatını kaybederse buna hiçbir cumhuriyet hükümeti kayıtsız kalamaz. Ama Atatürk’ten bu yana Türkiye’nin genel bir yaklaşımı olmuştu: Biz kendi gelişmemiz üzerine odaklanalım, dış dünya ile de mümkün olduğu kadar iyi ilişkiler içinde olalım. Suudi Arabistan Kralı ile de Atatürk arasında son derece yakın ve dostça ilişkiler vardı, İran Şahı ile de. Ama diğer ülkelerle de vardı. Gücümüzü kendimizi korumak için kullanacağız, zaten gücümüz onun için var. Ama başkasının içişlerine güç ile karışmak farklı bir olay. Ben bu açıdan örneğin Amerikan politikasını eleştirdim. Amerika tek başına bir takım yerlere müdahale etmeye kalktı geçmişte. Bunu sevmedim, hiçbir zaman desteklemedim. Milletvekili iken de desteklemedim. Bir kaç ay sonra o meşhur Irak oylamasının onuncu yıldönümüne geleceğiz. Bugün de bakıp iyi ki katılmadık derim, iyi ki Meclis Türkiye’nin o batağa girmesini önledi o zaman. Amerika'da da bir çok insan geçmiş hatalarından ders çıkardı. Başkan Obama'nın, yeniden seçilirse, uluslararası “birlikte çalışmaya” önem vereceğini umuyorum.
EURO KRİZİ TÜRKİYE İÇİN FIRSAT
Krizden çıkabilirse AB neye benzeyecek?
Euro krizi Avrupa’nın bugünkü haliyle yola devam edemeyeceğini gösterdi. Hem ortak paranız olacak, hem de bunu siyasal egemenliği paylaşmadan, ortak bir maliye politikası uygulamadan yapacaksınız. Bunun artık mümkün olmadığı ortaya çıktı. İki seçenek var. Ya Euro bölgesi tamamen parçalanacak, ya da Euro bölgesi toparlanacak ve çok daha ileri düzeyde bir egemenlik paylaşımına gidecek. Bence ikincisi olacak. Ben Avrupa’nın Euro’yu feda edeceğini düşünmüyorum. Zorluklar bir iki sene daha sürecek ama eninde sonunda toparlanacaklar. O zaman da karşımızda eski Avrupa’ya benzemeyen, yeni bir Avrupa göreceğiz. Bu oluşum karşısında Türkiye’nin ne yapacağını iyi düşünmemiz gerekiyor.
Almanya, Fransa ve İtalya gibi bazı ülkeler Euro bölgesinde kalıp bu ileri düzeydeki egemenlik paylaşımına gidecekler. Bazı diğer ülkeler de, başta İngiltere olmak üzere, bu ileri düzeydeki entegrasyona katılmayacak. Dolayısıyla Avrupa Birliği’nin içinde her iki tür ülke de üye olmaya devam edecek. Kendi içinde çeşitlenmiş bir Avrupa Birliği ile karşılaşacağız. Bu aşamada bence bütün Türkiye – AB ilişkisini yeniden düşünme fırsatı çıkıyor. Bu fırsatı kullanmamız lazım.
Türkiye bu sizin öngördüğünüz yeni AB’nin neresinde olmalı?
Ben Türkiye’nin görünür gelecekte ileri düzeyde egemenliği paylaşan Euro bölgesinin bir parçası olabileceğini ya da olmak isteyeceğini düşünmüyorum. Ama İngiltere veya İsveç gibi Avrupa Birliği’nde belli alanlarda karar süreçlerine tamamen katılan, Avrupa Parlamentosu’nda milletvekili, Avrupa Komisyonu’nda komiseri olan bir ülke olabiliriz. Ortak dış politika servisine, ortak güvenlik konseptine, ortak eğitim politikalarına katılırız. Ama Avrupa Merkez Bankası’na katılmayız, Euro’yu para birimi olarak kabul etmeyiz, ortak maliye politikasının getireceği bir egemenlik paylaşımı içinde olmayız.
AB ANCAK TÜRKİYE SAYESİNDE 2G’Yİ DENGELER
Ankara bu modeli makul bulsa bile bugüne kadar Türkiye’nin önüne taş koyan üye ülkeler kabul eder mi ki?
Herkes kabul etmez. Yine muhafazakar iktidarlar her zamanki gibi büyük ölçüde karşı çıkar. Ama sosyal demokratlar, liberaller, yeşil çevreci partiler buna sıcak bakar. Ülke olarak baktığımızda, İngiltere muhafazakar bir iktidarla bile sıcak bakar. Tabii Fransa çok önemli. Sarkozy Türkiye'yi dışlayan bir siyaset takip ediyordu. Ama şimdiki sosyal demokrat hükümet ile ilişkiler düzelebilir. Her iki taraf için de daha gerçekleşebilir ve yönetilmesi mümkün bir model oluşturulabilir. “İmtiyazlı ortak” gibi suni şeyler yerine, hem Türkiye tam üye olarak katılmış olur, ama Euro bölgesinin daha da politikleşen egemenlik paylaşımına o ölçüde katılmaz. Bence bu iki taraf açısından da rahatlatıcı bir unsur olur. Avrupa’daki birçok siyasal gücün buna destek verebileceğini düşünüyorum
Neden destek versinler?
Avrupa’nın ortak hareket etmediği bir dünya G2 dünyası olacaktır ve en azından bir süre, ABD ve Çin’in adeta tek başlarına yön verecekleri bir dünya olur. Avrupa, Türkiye ile birlikte bu G2’yi dengeleyen üçüncü bir güç odağı olabilir ve Avrupa’nın sosyal dayanışmayı önemseyen toplum modeli, dünyanın ihtiyaç duyduğu bir model.
Bu öneriniz için öncelikle AB’nin hem kendisini hem de üyeliğin koşullarını yeniden tanımlaması gerekiyor.
Evet. Biz de fazlaca “Acaba onlar ne yapacak?” diye beklemek yerine, artık nasıl bir Avrupa istediğimizi aktif olarak ortaya koymalıyız. Daha önce bu seçenek yoktu çünkü ülkeler eninde sonunda Euro bölgesine girmek kaydıyla aday oluyordu. Bu kaideyi ortadan kaldırmamız lazım. Diyelim ki şu bakımlardan İngiltere’ye benzemek istiyoruz, şu bakımlardan farklı olmak istiyoruz, Euro ile ilişkimiz şu olacak. Bunları kendimiz masaya getirmeliyiz. Türkiye, Avrupa’nın 75 milyonluk bir oyuncusu olarak, “Artık şöyle olursa iyi olur” demesi lazım.
Demezsek ne olur? Geçen hafta EDAM toplantısında Egemen Bağış’ın dediği gibi iki yıl sonra Avrupalılar “Türkiye’yi kim kaybetti?” diye tartışmaya mı başlarlar mı?
Çok fazla zamanımız yok. Türk vatandaşı haklı olarak artık bu AB tartışmasından bıktı. Böyle gidemez. Yok Rum Kesimi veto etti, yok şu faslı açamadık. Bu böyle iki üç yıl daha devam ederse sanıyorum çok yazık olacak hem bize, hem onlara. Dolayısıyla bu krizle birlikte yeniden yapılandırma fırsatını kullanmamız çok iyi olur. Bu konuda Türkiye’de toplumsal mutabakat olmalı. AKP ya da CHP, veya bir başka partinin projesi değil. Bu bir Türkiye projesi. Sayın Cumhurbaşkanımız da zaten bunun altını çok etkileyici meclis açılış konuşmasında çizdi. Hem de bu Arap dünyası ile yakın ilişki kurmamıza hiç engel değil. Tam tersine, herhangi bir Ortadoğu ülkesi haline gelirsek şu andaki etkinliğimizi bile kaybederiz. Avrupa Birliği’ne üye bir Türkiye, Ortadoğu’da daha da etkin olur.
SİYASET YARIM YAPILMAZ
Arkanıza fazla da bakmadan siyaseti bıraktınız ama anlıyoruz ki hala siyasetin ana gündemine kafa yorarak vaktinizi geçiriyorsunuz. Zaman zaman içinde olsam da şurasından tutsam dediğiniz oluyor mu?
Siyaset yarım yapılmaz. Siyaseti ya tam yapacaksınız ya da yapmayacaksınız. Bu siyasi çözüm üretemezsiniz, fikir geliştiremezsiniz anlamına gelmez. Kendi siyasal aidiyet duygunuzu da yaşayabilirsiniz. Ben bütün hayatım boyunca sosyal demokrat oldum. Sosyal demokrat olarak da devam edeceğim. Ama aktif siyaset yapmak başka, fikir üretmek, bazı konularda etkili olmaya çalışmak başka. En kötüsü, yarım siyaset yapmak. Dünyada da, Avrupa'da da, Türkiye'de de sosyal demokrat yaklaşımları benimsiyorum. Bu başka fikirlere saygılı olmadığım anlamına gelmez. Sosyal demokrasi etkin bir piyasa ekonomisini, güçlü bir sosyal dayanışmayı ve barışa odaklanan bir dış politikayı bağdaştırmaya çalışan bir yaklaşım. Güçlü ekonomi, sosyal adalet ve dayanışma, uzlaşma ve barışa çok değer veren bir politika olgularına yazı ve çalışmalarımla katkıda bulunabilirsem mutlu olurum.