Güncelleme Tarihi:
“Büyük Resesyon” ile birlikte Avrupa başta olmak üzere dünyada yükselen yeni nesiller, küresel sistem için netameli bir geleceğin işaretlerini veriyorlar. Ve Türkiye’de 12 Eylül darbesiyle zorla siyasetten uzaklaştırılmış ebeveynlerin çocuklarından oluşan “Özal gençliği” plazalarda yaşlanırken, “Antikapitalist Müslüman Gençler” ve “RedHack” gibi hareketler, dipten gelen bir dalgayı büyütüyor.
Kadıköy’ün arka sokaklarında bir kafede, hayat sanki 20 yıl önce durmuş gibi.
Çünkü bir Cenk Taner şarkısı başlıyor:
“Akşamları yorgunum, eve geldim sızdım kaldım / Müzik, tütün ve çay, tüm dertlerden çok uzağım.”
Dışarıda, serpiştiren damlaların altından seke seke yürüyüp iskeleye varsanız, kolyeli büyük yağmurkuşlarının göç yolu üstündeki Boğaz’ın berisinde başlayan Avrupa’da bugünlerde bambaşka tınılar duyarsınız.
* * *
1990’ların ortasında, İstanbul’un Asya yakasındaki orta sınıf ve üstü muhitlerin gençlerinin yarattığı, “Kadıköy Sound” diye kavramsallaştırılan o naif müzik anlayışı, aynı zamanda internet öncesi Türkiye gençliğinin kentsel mekânda oluşturduğu bir sosyal ağdı.
Kronikleşen ekonomik krizlerle parçalanmış, neoliberalizasyona tâbi tutulmuş bir kamusal alanda o sosyal ağ olmasa kendilerini çok daha yalnız hissedecek bu ‘Özal gençliği’nin protesto ve gösterileri de elbette apolitik olacaktı… ki bir başka şarkısında şöyle diyordu Cenk Taner:
“Gençler geçti ellerinde / “Yalnızlığa geçit yok” pankartları."
12 Eylül ile birlikte zorla “depolitize” edilen anne-babaların çocuklarından oluşan bize özgü o kayıp kuşağın büyük bölümünün, bugün hâlâ siyasetten uzak olduğunu, artık orta yaşlara ulaşmış bu insanları, kravatları ve döpiyesleri içinde plazalarda gözlemleyerek onaylayabilirsiniz.
Oysa Üçüncü Boğaz Köprüsü güzergâhından Avrupa’ya doğru seyreden o kolyeli büyük yağmurkuşlarından birinin kanadına takılsanız, gideceğiniz yerlerde ne kadar farklı şarkılar ve şarkıcılar dinliyor kentli gençler…
* * *
İngiliz müzisyen Charlie Winston (33) mesela…
Winston ile ilgili en çarpıcı taraf, kendi ülkesinde ilk albümünü 2006’da çıkarmasına rağmen, dünya çapında üne 2009 yılında Fransa’da ulaşmasıdır.
Sabahın köründe Paris sokaklarında, metrolarında İngilizce şarkılarını söyleyip, çevredekilere rica ederek kendi kamerasıyla çektiği görüntülerini YouTube’a yüklemiş ve bu videolar çok izlenince bir anda meşhur olmuştu Winston…
Winston’ın “sosyal mesajlarla” dolu şarkılarının böyle aniden popüler olmasının zamanı ve yeri tesadüf değil.
2009 yılında İzlanda’nın tetiklediği mali kriz, Fransa’da onbinlerce kişiyi Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin ekonomi politikalarını eleştirmek için sokağa dökebilecek boyuta gelmişti.
Öncü depremleri 2008’de başlayan Büyük Resesyon’un, bugün Avrupa’nın dört bir yanında (ama özellikle de Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz ve Fransa’da) ilk önce gençleri vurduğunu, onları gelecekleri hakkında büyük bir karamsarlığa sürüklediğini bu ülkelerde yaşayan arkadaşlarımdan da biliyorum.
İspanya ve Yunanistan’da gençlerin tam yarısı işsiz. Fransa’da bu oran, aşağı yukarı Avrupa Birliği ortalamasında: Yüzde 23.
İngiltere’den Fransa’ya gelmiş bir “göçmen” olarak Winston’ın şarkıları bu nedenle zamanın ve mekânın ruhuna uyuyor.
Mesela “In Your Hands” adlı şarkısında şöyle diyor: “Anne, buradan gitmeliyim ki ailemi yoksulluktan kurtarabileyim / Ve biraz para kazandığımda, sana da göndereceğim / Bayım, lütfen izin verin çalışayım / Beni 18 aydır bekletiyorsunuz / Hep ‘yakında’ diyorsunuz / Tüm hayatım avuçlarınızda / Ama neden böyle lanetlendim, sırf doğduğum yer yüzünden?”
Winston sadece ekonomik eşitsizlikleri vurgulamakla kalmıyor, aynı zamanda şarkıları gençlere bir umut veriyor, ahlaki bir zemin sunuyor…
Örneğin YouTube’da 9 milyon kişinin izlediği ‘Like a Hobo’da, “Kimsenin servetinde gözüm yok / Ne kadar az şeyim varsa o kadar mutluyum” diyor.
* * *
Charlie Winston bir istisna değil.
Yine Fransa’dan bu kez bir başka “göçmen…” Belçika-Ruanda asıllı Stromae, iki yıl önce dünya çapında üne kavuşan ve bugüne dek YouTube’da 26 milyon kez dinlenen “Alors on Danse” şarkısında, Fransızca sözleri dikkate alırsak hiç de “club” müziği yapmıyor, batağa saplanan sistemi iğneliyordu aslında:
“Sana ‘oku’ diyen aslında ‘iş yap’ diyor / ‘İş yap’ diyen ‘para’ diyor/ ‘Para’ diyen ‘harca’ diyor / ‘Kredi’ diyen ‘borç’ diyor / ‘Borç’ diyen ‘icra’ diyor / Derin bir b.kun içindeyiz (…) Bu yüzden tüm sorunlarımızı unutmak için geceleri gezmeye çıkıyoruz / Ve dans ediyoruz / Öyleyse dans et.”
Ama iki sorun var:
İlki, kendileri yaratmadıkları bir sistemin omuzlarına bindirdiği yük yüzünden Avrupa’da gençlerin artık dans edecek hallerinin bile kalmaması.
İkincisi ise, Charlie Winston’ın şarkılarında geçen o “para kazanılan yerlere” gitme umudunun da tükenmiş olması. Zira tüm Büyük Resesyon, tıpkı Büyük Buhran (Depresyon) gibi dünyanın geniş bir bölümünü sarmış durumda.
Bu durum artık görmezden gelinemeyecek bir dip dalga yaratıyor…
ABD’de Wall Street’i İşgal Et Hareketi ve SOPA/PIPA yasa tasarıları karşıtı genç muhalefet…
İngiltere’de en küçük kıvılcımda satın alamadıklarını yağmalamaya hazır genç kitleler…
Almanya’da sağlam bir siyasi söylemi olmamasına rağmen gençlerin tepki oylarıyla yükselen Korsan Partisi…
Yunanistan’da son seçimlerle meclisi dolduran aşırı solcu ve aşırı sağcı gençler…
İspanya’da “Öfkeliler”…
Şili’de Camila Vallejo ve arkadaşları…
Norveç’teki Anders Behring Breivik’lere karşı, Avrupa çapında El Kaide hücrelerinde beyni yıkanan göçmen gençler…
* * *
Avrupa’da ve dünyada gençlik bunları yaşarken, “Kadıköy Sound” ile simgeselleştirdiğimiz “Özal gençliği” plazalarında ne yapıyor olursa olsun, sokaklarda ve evlerin arka odalarında Türkiye’de de yeni kuşak gençler sosyal medyanın yardımıyla tekrar politize oluyor.
Kimisi “Antikapitalist Müslüman Gençler” gibi meşru siyasi yollardan kapsamlı bir söylem oluşturmaya çabalarken, kimisi RedHack benzeri yasadışı internet aktivizmiyle sisteme darbe indirmeye çalışıyor. Ve Türkiye cezaevlerinde yüzlerce öğrenci var…
Kısacası, Avrupa’nın derinliklerinden gelen dalga, Türk gençliğini de içten içe çalkalıyor.
Peki, Charles Dickens romanlarını andıran koşulların oluştuğu ve küresel sistemin “kritik eşiğe” gelmiş gibi göründüğü günümüzde, tüm sorunları daha fazla tüketim ve daha fazla borç ile biraz daha ötelemeye kalkmak akıllıca mı?
Hayır; aksine, dünyada ve Türkiye’de gençlik bu haldeyken sosyopolitik ve sosyoekonomik statükoyu ne pahasına olursa olsun sürdürme çabaları, Büyük Resesyon’u bir ‘Büyük Patlama’ya dönüştürme riskini doğuruyor.
* Hürriyet Gazetesi Dış Haberler Şefi Emre KIZILKAYA’nın iletişim bilgileri ve bloguna http://about.me/emrekizilkaya adresinden ulaşılabilir. Twitter hesabı: www.twitter.com/ekizilkaya