Güncelleme Tarihi:
Rahmetli dedemin babası Mustafa Ruhi Efendi, Makedonya Nakşibendi şeyhiydi. Bulgar çetecilere fişek yapıp satarmış. Fişek soyadı oradan geliyor. Abdülhamit, "Sen okuma yazma biliyorsun. Gel seni Topkapı'ya müdür yapayım" demiş. O da almış bütün aileyi gelmiş, ertesi gün Sultanahmet’te asmışlar. Bunun üzerine aile dönmüş.
Dedem Hayrullah Paşa, Atatürk'le İsmet Paşa'nın Selanik Askeri Lisesi'nden sınıf arkadaşı. Atatürk, Samsun'a çıkınca o da Bursa'dan Ankara'ya gelmiş. Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı olmuş. Annemin babası Ali Taha Bey de Makedon. İzmir’de hakimlik yapıyormuş. O da Büyük Taarruz'a katılan Yunan işgal kuvvetleri komutanı Nikolaos Trikopis’in sınıf arkadaşı. İzmir’in işgalinden sonra, burada hayat yok, diyor ve bütün aileyi alıp Ankara'ya geliyor.
Nerelisin diye sorarsanız, 93 yıldır Ankaralı'yım. TBMM'nin arkasındaki Harbiye Hastanesi'nde doğdum. Çocukluğum, Kızılay'daki Selanik Caddesi, Mithatpaşa, Meşrutiyet, Bakanlıklar civarında geçti. Hasan Cemal ve Güneri Civaoğlu ile Mimar Kemal İlköğretim Okulu'nun bahçesinde futbol oynardık. Hasan Cemal'i ilk tanıdığımda Kıbrıslı zannetmiştim; soyadı yok ya. Sonra öğrendim, İttihatçı Cemal Paşa'nın torunu olduğunu. Hasan sol ayağını kullanamazdı ama sol haf oynatılırdı. Güneri de sol açık. Mimar Kemal'den sonra Ankara Koleji. Ardından ODTÜ Kimya Mühendisliği, üçüncülükle girdik ama atıldık. Sonra İdari ve Siyasi İlimler Kamu Yönetimi.
ŞEYTANİ ZEKAMI TURGUT ÖZAL KEŞFETTİ
Kimya tahsilimin sadece bir faydası dokundu: İçki damıtmayı öğrendim. Bu bana cezaevinde çok yaradı. İçki yasaktı. Biz de iki tencerenin kenarlarını oyar, araya lavabo lastiği yerleştirir, üzüm posasından içki yapardık. 1971 darbesi sonrası tutuklandığımda yedek subaydım. Örgüt kurmakla suçlanıyorduk: Birleşik cephe davası. Mamak Muhabere Okulu'nun içindeki Keçikıran Tepesi'nde bulunan radyoevinde işkenceden geçtik. Altı ay sonra Ecevit iktidara geldi, beraat ettik.
Dedem paşa olduğu için askerliğin içinde büyüdüm. 27 Mayıs ihtilali sonrası 29 Mayıs'ta evimizin kapısı tekmelendi. Açtım, bir başçavuş, arkasında süngülü dört asker: "Nusret burada mı" dediler. Babam "Buyrun benim" deyince, ite kaka götürdüler. Annem ağlar; birader küçük, ağlar... "Bir yanlışlık var, aile CHP’li" diyorum. İki saat sonra peder döndü, öğrendik ne olduğunu. Başçavuş bunu ite kaka Meclis'e Alparslan Türkeş'in odasına sokmuş. Türkeş'ten başçavuşa bir tokat! Peder eve sağlık bakanlığı müsteşarı olarak dönmüştü. Bu emir komuta zincirinin ilginç tarafıdır. Akım derken bokum anlaşılabilir.
Kimya mühendisliği tahsilim sırasında ilk hocam Erdal İnönü'ydü. Fizik dersinde iki sınav yaptı, birinden 100 üzerinden 0, diğerinden 15 aldım. Yanına gittim, 'Aritmetiğin hangi işlemini uygulasam sınıfı geçemezsin. İki notunu çarpsam sıfır eder. Toplasam 15, çıkarsam -15. Gelelim bölmeye: 0'ı üste alsam 1 olur, alta koysam sonsuza gider" dedi. Benimle kafa bulduğunu anladım. Aritmetiksiz ders seçmek için öğrenci işlerine gittim. Ders, tabii kaynaklar işletmeciliği yani hidrolik. Hoca Süleyman Demirel. Mekanik hocası da Necmettin Erbakan. O yıl okuldan kovuldum. Sınava tekrar girdim. Bu sefer kamu yönetimi. Şeytani zekamı keşfeden Turgut Özal'dır. Bu isimlerin hepsi yedek subay olarak askerliğini yapıyordu.
BENİM GİBİ MERKEPLER PARA VERİRDİ
Ankara asla terk etmeyi düşünmediğim bir şehir. Başka herhangi bir yerde yaşamayı ve de gömülmeyi düşünmedim. Ankara ile hiçbir yeri kıyaslamam, kıyaslamadım. Ankara demek Türkiye demek, siyaset demek. Yetiştiğin ortamın özelliğine göre şartlanıyorsun.
1942'de Ankara'nın en önemli mekânı radyoeviydi. Devletin tek sesi. Ulus Meydanı'na giderken Devlet Opera ve Balesi'nin çaprazında. Şimdi o önemi kalmadı. Ankara Hipodrom'du ayrıca. Atlar koşar, benim gibi merkepler para verirdi. At yarışına çok para yatırdım. Bir keresinde 80 bin lira kazanmıştım.
Ankara'nın merkezi hâlâ Kızılay'dır. En değişmeyen yerdir çünkü. Çankaya'dan Ulus'a, Dışkapı, Esenboğa'ya, Bahçelievler'den Cebeci'ye çizgi çekin. Kesiştikleri yer. En güvenli yeri hâlâ Çankaya Köşkü. Genelkurmay ve kuvvet komutanlarının konutları, muhafız alayı orada. Ankara hapşırsa Türkiye nezle olurdu; şimdi eski Ankara kalmadı. Daimi ordu kalmadı, bürokrasi malum, muhalefet yok, iktidar aldı başını gidiyor.
Ankara'ya sevgimin çoğaldığını söyleyemem ama şehir de aynı değil. Binalar çoğaldı. Eski Ankara'ya özlem var tabii. Sessizliği arıyorum, insanların anlayışını. Kapılarda gösterilen nezaket trafikte gösterilse kaza olmaz. Ama hâlâ nizam, intizam var, dünyanın suç oranı en düşük şehri. Yanılıyorsam yetkililer düzeltsin.
ÖNCE ANITKABİR'İN IŞIKLARI YANIYOR
Atadan Ankaralı gazeteci, akademisyen Kurthan Fişek ile 44 yıllık eşi balerin Neyran Fişek'in Gaziosmanpaşa semtindeki evi, Ankara'ya hakim bir noktada. 34 yıldır bu evde yaşayan Kurthan Fişek, balkondan Ankara'nın sembollerini gösterirken "Önce Kocatepe'nin mi, Anıtkabir'in mi ışıkları yanacak" diye eşiyle yazı-tura attıklarını söylüyor. "Peki hangisinin ışığı önce yanıyor" sorusuna Neyran Fişek yanıt veriyor: "Anıtkabir." Kurthan Fişek neredeyse yarım asırlık beraberliklerini "Neyran siyasetten anlamıyor, ben baleden. Birbirimize sorup danışabileceğimiz, birbirimizden öğreneceğimiz çok şey vardı" sözleriyle özetliyor. Şimdi ikisi de emekliliğin tadını çıkarıyor. Neyran Fişek by-pass'lı olmasına rağmen sürdürdüğü baleyi altı yıl önce, 65 yaşındayken bırakmış. Kurthan Fişek ise üç yıl önce emekliye ayrıldığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nde hâlâ doktora dersleri veriyor. Üç yıldır her anı birlikte geçiren çift derslere de birlikte gidiyor.
İSTANBUL KOZMOPOLİTSE BEN DE ŞİMENDİFERİM
Kurthan Fişek 10 yıl öncesini anlattığı kitabında Ankara'nın İstanbul'dan daha kozmopolit olduğunu savunuyor. Ankara'nın 66 aşiretini tek tek sayarak, "İstanbul kozmopolitse ben de Ankara tren garında şimendiferim" diyor. Arkasından bugünkü İstanbul'un hakkını veriyor: İstanbul'da artık İstanbullu kalmadı. Kitapta İstanbul-Ankara kıyaslamasına çokça rastlanıyor. Yahya Kemal'e inat, "Ankara'nın en iyi tarafı İstanbul'dan dönmesi" diyen Fişek kitapta İstanbul'a niye ısınamadığını anlattığı anısını, "Bütün İstanbul'a teşmil etmiyorum" şerhi düşerek hatırlatıyor: "İstanbul'da asansörde sırf laf olsun diye sordum: Şimdi aklıma gelmiyor, cumhurbaşkanı kimdi, diye... Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer o sırada. Muhtelif görüşler atıldı ortaya: 'Sezen Cumhur Önal mıydı' diyen oldu. 'Yok canım; Sezen Aksu' diyen de. Doğru cevabı bulamayınca konuyu değiştirdim: 'Hande Ataizi en son kiminle beraber?' diye sordum bu kez... Yedi kuşak öncesine kadarki beraberlikler sayıldı.
BASKIN ORAN JANDARMAYA OR-AN'I ANLATAMADI
Ankara'nın en ünlü yerlerinden biri Or-An. 1968'de Orta Anadolu A.Ş.'nin sermaye ve çabalarıyla kuruldu, adı oradan geliyor. TRT Genel Müdürlüğü orada, politikacılar orada oturur. Bülent Ecevit, Deniz Baykal, Alparslan Türkeş... Mülkiye'de birlikte hocalık yaptığım Prof. Dr. Baskın Oran anlatmıştı. Orada ev yaptırıyor, taşını, tuğlasını kendi götürüyor. Saati şaşırmış, sıkıyönetimin sokağa çıkma yasağına yakalanmış. Jandarma erleri çevirmiş: "Nereden geliyorsun?" Cevap: "Or-An'dan." Soru: "Bizimle alay mı ediyon lan, adın ne senin?" Cevap: "Oran..." Üç gün gözaltında kalmış bu yüzden. Or-An ile Oran arasındaki tire işareti farkını izah edemediği için.