Antakyalı Mehmet Cemil, ülkedeki savaş ortamından yorulmuştur. 1919 yılında İskenderun limanından bindiği bir gemiyle dünyayı dolaşır. Gittiği her ülkede bir süre kalır. Önce Güney Amerika... Ardından Güney Afrika... Yıl 1928 olduğunda, Gine’nin başkenti Conakry’ye gelmiştir, buraya yerleşir.
Fransızca bilen Mehmet Cemil, Fransız sömürgesindeki bu ülkede post ticareti yapmaya başlar. Bir de bölgenin değerli taşlarını satar başka ülkelere. Başarılı ticaretiyle kısa sürede kendisine iyi bir çevre edinir.
Bir gün, derede çamaşır yıkayan genç bir kız görür. Gördüğü anda büyülenir. Birkaç gün sonra Kasambiy köyünde bir tören izlemeye gider. Derede çamaşır yıkayan kız, törende muhteşem bir yankadi dansı (rumba) yapmaktadır. Kim olduğunu araştırır. Kızın, Gine’nin dört büyük kabilesinden birisi olan Bagalar’ın lideri Morlaye Camara’nın kızı, Fatumata olduğunu öğrenir. Güzelliği, neşesi ve dans yeteneğiyle kabilede herkesin hayranlığını toplayan Fatumata 14, Mehmet Cemil 28 yaşındadır. Fatumata siyah, Cemil beyazdır. Mehmet Cemil bu kızla evlenmeyi kafasına koyar. Ancak Reis Morlaye’nin bir beyaza verecek kızı
yoktur. Aşkı karşılıksız kalmayan Mehmet Cemil, Fransız sömürge valisini, belediye başkanını araya sokar ama kabile şefi, kızını Müslüman bile olsa bir beyaza vermeyi kabul etmez. Ama Mehmet Cemil pes etmez. Ne yapar eder, araya hatırı sayılır Yasin adlı bir vekili sokar ve sonunda Morlaye’den Fatumata’yı alır.
Fatumata 15 yaşında, ilk oğlu Cemil’i doğurur (1932). Yerliler ona, ‘küçük anne’ anlamına gelen Mamady adını takar. Mamady Fatumata ve Mehmet Cemil’in yedi çocukları daha olur: Cemil’den sonra Aliye, Mustafa, Sıdıka Cemile, Suphi, Sait, Yahya ve Salima... Altıncı çocuk Sait bugün Türkiye’nin ilk koreografı ve ‘Yok Böyle Dans’ yarışmasının jüri üyesi olarak karşımızda.
Hikâyeye kaldığımız yerden devam edelim: Mehmet Cemil, Gine’de iyice yerleşik düzene geçmiştir artık. Burada yapılmayan ne var diye düşünür ve bir ekmek fırını açmaya karar verir. Tabii kabile reisi Morlaye’nin onayıyla. Tuz, şeker ve un tüketmeyen, bulgurun ne olduğunu bilmeyen yerlilere değil lejyonerlere satış yapmaktadır ve işleri çok iyi gitmektedir.
TÜM BEYAZLARI YİYEBİLİRSİNİZ
Çocuklar da mutludur. Okuldan artakalan zamanlarda mango ağaçlarından mango toplayıp, sokaklarda yalınayak gezip, bisiklete binip, cumartesi akşamları yakılan ateş etrafında tamtam çalarak, balafonlar ve koralar arasında dans etmektedirler. Ta ki İkinci Dünya Savaşı sonrası iç savaş patlak verinceye kadar. 1950’li yılların başında Mehmet Cemil, ailesiyle birlikte ülkesine dönme kararı alır. Ama önce Reis Morlaye’ı ikna etmek gerekmektedir.
Morlaye kızını bir beyaza vermiştir tamam ama, kızının ve sekiz torununun kendilerine ‘yamyam’ diyen beyazların içinde yaşayacak olmasını bir türlü içine sindiremez. Ama Mehmet Cemil’i kararlı görünce üç şart öne sürer: “Bir” der, “Torunlarım ve kızım kesinlikle tuz yemeyecek.” Pek aklı yatmaz ama “Tamam” der Mehmet Cemil. “İki” der Morlaye, “Şeker de yok!” “Yahu ben fırıncıyım, pasta filan yapıyorum. Nasıl olacak bu” der ama bakar ki Morlaye dönmeyecek yolundan, ona da “Peki” der. Ve üçüncü madde gelir: “Un da yok! Bu üç beyaz kesinlikle yok!” “İşte bu mümkün değil; ne yiyecek bu çocuklar” diye sorar Mehmet Cemil... Esprili kişiliğiyle tanınan Morlaye’ın ağzından yılların kırgınlığını da ifade eden şu sözler çıkar: “Geri kalan tüm beyazları yiyebilirler!”
Ve dönüş yolculuğu başlar... Mehmet Cemil ve ailesi günler süren yolculuktan sonra İskenderun’a ulaşır. Gece karanlığında geldikleri İskenderun’da Mehmet Cemil’in önceden yaptırdığı eve yerleşirler. Sabah olduğunda onlar komşularına komşuları da onlara şaşkınlıkla bakmaktadır. Sait Sökmen o günleri şöyle anlatıyor:
“70 yaşında bir adamın çocukluğunu hatırlaması öyle zor ki. Keşke bir çipim olsaydı da çocukluğumu hiç unutmasaydım. Gine’nin sokaklarını hayal meyal hatırlıyorum. İskenderun’a geldiğimizde 10 yaşımda filandım. Türkçe olarak tuz, su ve şimdi hatırlamadığım bir kelime daha biliyordum. İlk konuştuğum kişi, komşunun oğlu Nejat’tı. Bana Arapça olarak adımı sordu. Çünkü herkes bizi Arap sanıyordu. Geldikten birkaç hafta sonra babamı kalp krizinden kaybettik. Annem dilini bilmediği, hiç tanımadığı bir ülkede sekiz çocuğuyla kalakaldı. Sonra, kardeşim Yahya da vefat etti. Annem Türkçeyi çok zor öğrendi. Yine de iyi değildi Türkçesi...”
ANNEM SILADA ÖLDÜ
Fatumata’nın bir daha ülkesine gidememesi oğlu Sait Sökmen’in içinde hâlâ yara. “Çocuk uğruna ülkesini, akrabalarını, arkadaşlarını terk ediyor. Anneme bir yeminim vardı, ‘Seni mutlaka ülkene götüreceğim’ derdim, olmadı. Zamanla adapte oldu buraya ama sıla sonuçta. Şarkı söylerdi ülkesini özledikçe. Ben de hiç gidemedim. Anne tarafım öylece kayboldu. İşte o yüzden anneme çok acırım.”
Sait Sökmen 1995 yılında kaybettiği annesi Fatumata ile evde yankadi yaptıkları günleri özlemle anıyor. Bir de ailece oturdukları sofraları: “Bizim evin matrak tarafı
yemek kısmıydı. Masaya oturduğumuzda bizimle olsanız hiçbir şey anlamazdınız çünkü aynı anda Fransızca, Türkçe, İngilizce ve Susuca konuşuluyordu. Evimizde yemek tencere değil kazanla pişiyordu. Bağıra çağıra şarkılar söyleyerek yemek yerdik.”
GİNELİ FATUMATA CAMARA’NIN OĞLU TÜRKİYE’NİN İLK KOREOGRAFI OLDU
Ağabeyi operada okuyan ve onu gözünde ilahlaştıran Sait Sökmen, ağabeyinin teklifiyle Ankara’ya gitti ve konservatuvar sınavlarına girdi. Bütün notları yüksekti ancak içlerinde en düşük olanı baleydi. Yaşının bale için geçkin olması ve bacaklarının futboldan dolayı kas yapmasını dezavantaj olarak gördü. Ama ağabeyinin “Burada hep kızlar var, hem dokuz yıl kızlarla birlikte okuyacaksın hem de rakipsiz olacaksın” telkinleriyle balede karar kıldı.
Konservatuvarın en sivri ama bir o kadar da başarılı öğrencilerinden biri oldu. Hatta o kadar başarılı oldu ki Ankara Devlet Konservatuvarı yüksek devresini dokuz yerine altı yılda bitirdi. 1947 yılında Türkiye’ye çağrılı olarak gelen ve Türk Devlet Balesi’ni kuran İngiliz Kraliyet Balesi’nin de kurucusu olan Dame Ninette de Valois tarafından çok yetenekli bulunan dansçılar İngiltere’ye davet edildi. Bu öncüler arasında bulunan Sait Sökmen, Dame Ninette de Valois’nın ilk koreografi için seçtiği kişi olarak Ravel’in Yaylı Sazlar Dörtlüsü üzerine Çark balesini yaptı. Eser, 6 Kasım 1968’de Ankara Devlet Balesi tarafından başarı ile sahnelendi.
Sökmen, Devlet Balesi’nde başdansçı oldu ve ilk Türk koreograf olarak tarihe geçti. 1971 yılında Ankara’da Kuğu Bale ve Dans Stüdyosu’nu açtı. Sahne hareket hocalığı yaptı. 1981 yılında Bale Sanat Merkezi’ni, 1987’de Sait Sökmen Sanat Merkezi’ni ve 1989 yılında da eşi Gaye Sökmen ile birlikte Gaye Sökmen Ajans’ı kurdu.
SANATA GÖNÜL VERMİŞ BİR SÜLALE
Mehmet Cemil, İskenderun’a gelmeden önce çocuklarının okullarını ayarlamış. Hepsi de iyi yerlerde iyi eğitimler almış. En büyük çocuk Cemil Sökmen konservatuvardan mezun olup operacı olmuş. Aliye terzi. Saint Benoit ve Sorbonne mezunu Mustafa mimar. Sıdıka Cemile de enstitü mezunu. Suphi, Saint Benoit’dan sonra iktisadi ilimler fakültesinden mezun olmuş, aynı zamanda futbolcu. Lakabı ‘Arap Suphi’. Sonra Sait Sökmen geliyor. Onu pek çok kişi ‘Yok Böyle Dans’ın jüri üyesi olarak tanısa da Sait Sökmen Türkiye’nin ilk koreografi, bale öğretmeni ve yönetmeni. Devlet Balesi’nin başkoreografı, başdansçısı. Salima Sökmen de koreograf ve balerin. Ailenin futbol becerisi Gine’den, dans ve müzik yeteneği ise anne Camara’dan geliyor. Sait Sökmen’in iki oğlu ve 10 yaşında bir torunu var. Torunu gitar çalıyor, resim yapıyor. Büyük oğlu Mehmet Sökmen (43) konservatuvarda vurmalı sazlar öğretim görevlisi. Küçük oğlu Emre Sökmen ise (39) Belçika Kraliyet Balesi’nde dansçılık yaptıktan sonar emekli olup tekrar üniversiteye döndü. Yönetmenlik yapıyor. Ağabeyi Suphi’nin kızı Melis dansçı ve şarkıcı. Kardeşi Aysun da Devlet Operası’nda flüt çalıyor. En büyük ağabey Cemil’in oğlu Cenk, Devlet Opera Balesi’nde viyola çalıyor, diğer oğlu Tunç ise Stuttgart Balesi’nde uzun yıllar başdansçı olarak dans ettikten sonra şimdi bale menajerliği yapıyor. Ailenin fertleri çeşitli zamanlarda Devlet Opera Balesi’nde yöneticilik de yaptı.