Güncelleme Tarihi:
Dev kubbenin altında, ana salonun zeminine gömülü sarnıç kapaklarından önce girişe yakın olanı açıldı. Çevresindeki betona bakılırsa, uzun zamandır kullanılmamıştı. Ayasofya Yıllıkları, 1945’te zemindeki suyun boşaltılıp araştırma yapılmasına karar verildiğini, ancak sarnıçlardaki suyun azalmadığını, motorun yanmasıyla bu işten vazgeçildiğini yazıyordu. Yani, kapaklar 64 yıl sonra ilk kez açılıyor, tarihte ilk kez zemine bir dalgıç iniyordu. Saat sabahın 9.30’uydu, su sıcaklığı aralık ayının da etkisiyle 6 dereceye düşmüştü. Sarnıca kameraman Engin Aygün ve ardından fotoğrafçı Ozan Çokdeğer indi. Bir hafta önceki ön keşif çalışmasında, ucuna ip bağladıkları kamerayı suya sarkıtmış, geçide benzer bölgeler görmüşlerdi. Kapak, dalgıç tüpünün geçemeyeceği kadar dardı. Bu nedenle, 50 metrelik hortum hazırlanmıştı. Geçitler binanın derinlerine uzanıyorsa, dalgıçlar burada nargile sistemiyle hortumdan soluk alarak ilerleyecekti.
İlk kapağın altındaki sarnıç 12 metre derinlikteydi. Ozan Çokdeğer, dibe yaklaştığında kürek sapını andıran, ağacın damarlarını bile görebileceği kadar iyi korunmuş iki kalın sopaya rastladı. Dokunduğu anda toza dönüştüler. Ardından bir kova çıktı karşısına. O da dokunur dokunmaz tuz buz oldu. Bunların dışında bir hayvan iskeleti vardı zeminde. Yaklaşık 50 dakika sarnıç duvarlarını inceleyip, su üstüne çıktı.
HEYECAN YARATAN FOTOĞRAF
Araştırma ekibinin dalış için sadece bir günlük, yani 8 saatlik çalışma izni vardı. Hızla, kubbenin merkezine daha yakın olan ikinci kapağa yöneldiler. Müzenin eski müdürlerinden Erdem Yücel, yönetmen Göksel Gülensoy’a yıllar önce eski bir fotoğraf göstermiş, bunun Ayasofya’nın temellerinde çekildiğini söylemişti. Fotoğrafta, Yerebatan Sarnıcı’nı andıran suyla dolu bir mekânda bot içindeki araştırmacılar görülüyordu. Sismik araştırmalar da büyük salonun altının boş olduğunu göstermişti. Ön inceleme sırasında ikinci sarnıca kamera sarkıtan ekip, kapağın iki metre altında, binanın merkezine ve çıkış kapısına uzanan iki geçit saptayınca heyecanlanmıştı. Bu geçitler Yerebatan’dan, Topkapı’ya kadar uzanabilirdi.
KUTSAL SU MATARALARI
Dalış amiri Levent Karataş ve acil durum dalgıcı Kenan Ergüç, kameraman ve ardından fotoğrafçıyı iple ikinci sarnıca indirdi. Önce dibe kadar indiler. Balçıkla kaplı zemin aşağılara doğru gidiyordu. Sanki, çöküntüyle kapanmıştı. Dizlerine kadar balçığa batan Çokdeğer’in ilk gözüne çarpan, 1917 tarihli 10 civarında asker matarasıydı. İşgal yıllarında kutsal sudan almak isteyen İngiliz askerleri düşürmüştü bunları. Ardından Ayasofya’yı aydınlatan dev avizelerdeki kandillerin camları çıktı. Biraz daha karıştırınca, eline bir zincir geldi. Ucunu çektiğinde, iki halkayla karşılaştı. Prangalı bir tutsağın hayatı muhtemelen burada sona ermişti. Bu düşünceyle ürperen Çokdeğer’in, gittikçe bulanan suda en son gördüğü vitray benzeri, 7 renkli bir camdı. Bulduğu objelerden birkaçını daha net görüntülenmesi amacıyla sarnıç dışında bekleyenlere iletti. Bunlar daha sonra tekrar suya atıldı. Taş örülü duvardaki, kapatılmış geçitleri de inceleyen, görüntüleyen iki dalgıç yaklaşık 50 dakika sonra sarnıçtan çıktı. Doğruca bahçedeki seyyar röntgen aracına gidip, film çektirdi. Yönetmen Gülensoy’un talebi üzerine, Sağlık Bakanlığı’nca görevlendirilen aracın personeli, dalgıçların vücudunda herhangi bir yabancı cisim bulunmadığına dair rapor tuttu. Bakanlık bulguların yerinde bırakılması, yapıda iz bırakacak herhangi bir değişiklik yapılmaması koşuluyla çekim izni vermişti. Bu nedenle kapalı geçitler de zorlanmamıştı.
Ayasofya’nın ana salonundan girilen tünellerdeki araştırma ve görüntüleme çalışmasını ise Yaman Özakın yönetimindeki Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası Mağara Araştırma Derneği (BUMAD) üstlenmişti. Dört tecrübeli mağaracının, dalgıçlar gibi, araştırma ve çekim için 8 saati vardı.
YERALTINDA 283 METRE
Kasklarına profesyonel kameralar yerleştirilmişti. Önce İGDAŞ ekibi geçidin girişinde zehirli gaz ölçümü yaptı. Tehlike yoktu. Ardından dört kişilik ekibe gaz dedektörleri verildi. Aşağıya sarkıtılan mağaracılara Ayasofya Müzesi Başkanı Doç. Dr. Haluk Dursun da katıldı. İlk ayak bastıkları salon koridor gibi uzundu, sütunlarla güçlendirilmişti. Buradan Sultanahmet Meydanı ve Topkapı Sarayı yönüne, yaklaşık 70 santim yüksekliğinde, taş örülü iki tünel uzanıyordu. 5. yüzyıldaki güçlü Bizans İmparatoru II. Teodosios’un halka görünmeden Ayasofya’dan Tekfur Sarayı ve Hipodrom’a geçtiği tünel bu olmalıydı. Mağaracılar iki ekibe ayrılıp, zıt yöndeki tünellere girdi. Tuğladan kemerlerle güçlendirilmiş tüneller 50 metre sonra ikiye ayrılıyor, bir kolları kubbenin altına doğru ilerliyordu. Bu uçlar kapanmıştı. Yaman Özakın ve Emrah Çoraman, lazer yardımıyla ölçüm yaptı, kroki çıkardı. Pelin Kurt ve Aydın Menderes, Topkapı Sarayı yönünde ilerlemeyi sürdürdü. Menderes, önce 25 santim yüksekliğindeki bir tünelden sürünerek, ilerledi. Taşların arasından, ışığın sızdığı bir noktaya rastlayınca kalem kamerasını buradan dışarı çıkardı. Avluya ulaşmıştı. Geri döndü, bu kez daha dar bir başka bölümden sürünerek geçip, iki metre yüksekliğinde, yaklaşık beşer metrekarelik iki odaya ulaştı. Çevrede kemikler, testi kırıkları vardı. Kaynaklara göre Ayasofya’ya 13. yüzyıla kadar sadece bir kişi gömülmüştü: Çocuk Aziz Antinegenos. 200 yıl sonra ise Patrik Athanasius defnedilmişti. Muhtemelen ulaşılan oda bu iki kişinin mezarıydı. Ve Ayasofya zeminindeki 283 metrelik tünellerdeki keşif turunun en heyecan verici bulgusu bu odaydı.
GÖKSEL GÜLENSOY (Yönetmen)
Altı, üstünden daha heyecan verici