Güncelleme Tarihi:
Geçtiğimiz hafta Türk Havayolları’nın uçağıyla Londra’dan İstanbul’a geliyorum.
Uzun uçak yolculuklarını katlanılır kılan şeydir film gösterimi. Nasıl geçtiğini anlamazsınız zamanın.
Merakla beklerim hangi film gösterilecek diye.
Kulaklıklar dağıtıldı ve ekranda baktım Jim Carrey’nin başrolünü oynadığı ve geçtiğimiz aylarda vizyona giren Yes Man (Bay Evet) filmi gösteriliyor.
Filmi sinemada görmüştüm ama severim Jim Carrey’yi. Filmi de komik bulmuştum ve yolculuk boyunca eğlenirim diyerek tekrar izlemeye başladım.
Filmde Carrey’nin canlandırdığı Carl Allen, hayatı kötü giden biridir. Sevgilisi tarafından terk edildiği için depresyona girmiş, arkadaşlarının onu eğlendirdikleri davetler dahil her şeye hayır diyen biri haline gelmiş.
Bir gün eski bir tanıdığı her şeye ‘evet’ deme ilkesine dayanan bir programa davet eder ve hayatı bir anda değişir.
Artık hiç kimseye ve hiç bir şeye ‘hayır’ diyemez, eğer derse lanetlenecektir. Evet gurusu öyle söylemiştir çünkü.
Buna sürekli kendisine asılan yaşlı komşu kadın da dahildir. Filmde hatır için yapılan bu sevişmenin şekli, kapı aralığından kadının takma dişlerinin bardağın içinde gösterilmesiyle seyircinin hayaline bırakılır.
Uçaktaki koltuğumda otururken, birden filmden bu sahnenin çıkartıldığını fark ettim. Herhalde yemeğimi yerken ben kaçırdım diye düşündüm, çünkü anlık bir görüntüydü.
Fakat filmin finali, can alıcı sahnesi de karartılınca düpedüz THY’nin oynattığı filmi sansürlediği anlaşıldı.
Sürekli evet dediği için sevgilisiyle de arası bozulan Carrey evsizlere eşya yardımı sayesinde arasını düzeltmeye çalışır. Tam bir kamyon eşyayla geri döndüğünde, kız sorar “Bu kadar eşyayı nereden buldun” diye.
Carrey’in cevabı “Bir şey istediğimde hayır demiyecek bazı dostlarım var” şeklinde olur.
Son sahne şöyledir: Yes Gurusu, müritlerinin toplandığı salona girince tam anlamıyla şok geçirir. Kamera geniş açıya geçip salonu gösterdiğinde, toplantıya katılan herkesin çıplak olarak oturduğu görülür. İşte o sahne THY tarafından flulaştırılmış. Böyle olunca da, gurunun şaşırması da anlamsız hale geliyor.
THY’nin cinsellik ve çıplaklık konusunda bu kadar tutucu olduğunu bilmiyordum doğrusu. Hele işi sansür uygulamaya kadar götüreceğini düşünemezdim. Hem madem sansürleyecekler, niye gösteriyorlar ki? Film şirketinin bu sansür konusunda ne düşündüğünü merak ediyorum şimdi.
Cinsel kitapların edebi olup olmadığı nasıl anlaşılacak
Nedim Gürsel’in son romanı Allah’ın Kızları için açılan davada Diyanet İşleri Bakanlığı’ndan fetva alınması tartışılırken yeni bir kitap yasaklama davası geldi gündeme.
Burada da sorun bir kitabın edebi olup olmadığına kimin karar vereceği.
Sel Yayıncılık’ın Ocak 2009’da başlattığı Cinsel Kitaplar diye bir dizisi var. Burada erotik edebiyatın önde gelen eserleri yayımlanıyor.
İşte bu seriden çıkan dört kitap hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı.
Soruşturma açılan kitaplar: Ben Mila’nın Perinin Sarkacı, Guillaume Apollinaire’in Genç Bir Don Juan’ın Maceraları, Fransız P.V.’nin yayına hazırladığı Görgülü ve Bilgili Bir Burjuva Kadınının Mektupları ile Juan Manuel de Prada’nın Kukular Kitabı.
Adı geçen kitaplardan sadece Kukular Kitabı edebi olarak değerlendirildi ve diğer üç kitap hakkında TCK’nın 226. Maddesine göre İstanbul (Sultanahmet) 2. Asliye Ceza Mahkemesi dava açtı.
Bu madde, genel olarak müstehcenliği cezalandırıyor fakat yine de “Bu madde hükümleri, bilimsel eserlerle; üçüncü fıkra hariç olmak ve çocuklara ulaşması engellenmek koşuluyla, sanatsal ve edebi değeri olan eserler hakkında uygulanmaz” deniyor.
Savcılık da bir kitabın edebi eser sayılıp sayılamayacağını bilirkişi olarak kabul ettiği kişilere soruyor ve gelen olumsuz değerlendirmeye dayanarak soruşturma açıyor.
Örneğin kitaptan bir paragraf alınıp altına lezbiyen ilişki, başka bir paragraf alıp altına ters ilişki diye bütününden koparılarak değerlendirme yapılıyor.
Sel Yayıncılık kitapların birilerine edebi mi değil mi diye sorulmasına karşı olduklarını belirtiyor ama illa birine sorulacaksa bu konunun uzmanı akademisyenler, PEN, Yazarlar Sendikası olmalıdır diyor.
Açıklama şöyle devam ediyor: “Sözkonusu kitaplar, gerçeğe dayalı anlatımlar değil, kurgudur.
Kurgunun cezalandırılması doğrudan düşüncenin cezalandırılmasıdır.
Bir kitabın edebiyat eseri olup olmadığına karar verecek olan başta o kitabın yayıncısı-editörü, eleştirmen ve okurdur.
Şimdi Ticaret Üniversitesi’nden birilerinin bilirkişi sıfatıyla edebiyat eseri değildir demesiyle dünyaca okunan, ülkemizde de tanınan Guillaume Apollinaire’in kitabı edebiyat eseri olmaktan mı çıkacak?”
Görgülü ve Bilgili Bir Burjuva Kadınının Mektupları ile ilgili bilirkişi raporunda şöyle bir ifade yer alıyormuş mesela: “Toplumumuzda geçerli olan genel ahlak kuralları ve gelenek, görenek alışkanlıkları bağlamında ele alındıklarında, bir ailenin birlikte okuyup, inceleyemeyeceği nitelikte oldukları anlaşılmıştır.”
Bir eseri edebi kılan yeni bir nitelik daha öğrenmiş olduk sayın bilirkişi sayesinde. Aileyle birlikte okunup incelenebilecek nitelikte olması.
Sakıncalı Piyade için Mahsun Kırmızıgül taktiği
Mahsun Kırmızıgül’ün son filmi Güneşi Gördüm’ü Avrupa’da ayrı bir afişle vizyona sokması haber olmuştu biliyorsunuz. Güneşe tutulan çocuklu afiş yerine Avrupa izleyicisinin daha çok ilgisini çeker düşüncesiyle, ailenin travesti oğlunu infaz etme sahnesi öne çıkartılmıştı.
Geçtiğimiz günlerde aynı yöntem Uğur Mumcu’nun Sakıncalı Piyade oyununun Avrupa turnesi için de
kullanılınca, tiyatronun sanat yönetmeniyle yolları ayrıldı.
Geçen yıl Mart ayında Orhan Aydın’ın Genel Sanat Yönetmenliği’nde kurulan Su Gösteri Sanatları Sahnesi, Uğur Mumcu’nun Sakıncalı Piyade oyununu sahnelemiş ve oyun 82 gösteride toplam 45 bin kişi tarafından izlenmişti.
Böylesine ilgi gören oyunun yurt dışı turnesi söz konusu olduğunda yeni bir afiş hazırlanmış. Afişte oyunda rol alan oyuncuların hangi televizyon dizisinde oynadığı da vurgulanıp dikkat çekilmek istenmiş bir de. Bunun üzerine sanat yönetmeni isyan ediyor ve ekipten ayrıldığını bir bildiriyle duyuruyor.
Orhan Aydın zehir zemberek açıklamasında şunları söylüyor:
“Sakıncalı Piyade oyunundaki hareket düzeni, ışık, efekt, dekor kostüm, aksesuar, film tasarımı, afiş tasarımı, tiyatronun amblem tasarımı ile oyunun rejisi üstündeki tasarrufumu geri çekiyorum.
Tiyatromuzun içine itildiği çürümenin en net örneği olduğuna inandığım ekteki belgeyi (sözde afiş) paylaşarak, ardımızdan gelen kuşakların bu ve benzeri namussuzluklara yenik düşmemeleri için, ortak bir akıl ve çaba içinde olmaları gerektiği gerçeğini, bir kez daha yinelemek istiyorum. Sanatta sahtecilik, her defasında gerçeğe yenik düşmüştür. Sanat emekçileri, emeklerine sahip çıkmalıdırlar. Tiyatro seyircileri bu ve benzeri sahtekarlıklardan hesap sormalıdırlar.”
Popüler kültürün nimetlerinden yararlanılıp, Mahsun Kırmızıgül’den de yöntem çalınmasına çok sinirlenmiş Orhan Aydın.
Bakalım sanat emekçileri ne diyecekler bu duruma?
Teoman, müzisyenleri edebi anlamda zayıf buluyormuş
Bu ay çıkan Bilboard dergisinde şarkıcı Teoman’la Sebla Koçan’ın yaptığı ilginç bir söyleşi var. Röportaj Teoman’ın edebiyatla ilişkisi üzerine kurulduğu için dikkatimi çekti. Boğaziçili ve entelektüel yanıyla da öne çıkan biri kendisi ya. Söyledikleri o yüzden ilginç geldi bana.
Teoman okuduğu kitapları genelde bitiremezmiş. “Yazarın finaline uymak zorunda değilim. Eğer benim için bitmişse bitmiştir, yazardan bana ne!” diyor.
Egosu hayli yüksek bir okur profili değil mi?
Son albümündeki “Uçurtmalar” parçasının sözlerini yazan Elif Şafak bile nasibini almış bu yarım bırakılma hareketinden.
Söyleşide ilginç bir de fikir ortaya atıyor. İşte onu çok sevdim.
Nazan Öncel’in Masumiyet Müzesi için şarkı yapmasını çok sevmiş, bu projeyi daha ileri götürmeyi öneriyor:
“Aslında benim şöyle bir niyetim var. Madem ki Orhan Pamuk, 2010’da Masumiyet Müzesi’ni açmak istiyor, biz de 40 kişi toplansak, Orhan Pamuk’a dair, kitaplarından oluşan bir albüm yapsak ve gelecek yıla yetiştirsek. Mesela Nazan Öncel ‘Masumiyet Müzesi’ için şarkı yaptı. Ona kendini yakın hisseden bir sürü şarkı sözü yazarının ve müzisyenin, seçtiği bir Pamuk kitabını şarkılaştırdığı bir double CD güzel olmaz mı?”
BEYAZ KALE İÇİN ŞARKI YAPMAK İSTİYOR
“Siz öyle bir durumda hangi Orhan Pamuk kitabına şarkı yapmak isterdiniz?” şeklindeki soruya verdiği cevap ise diğer müzisyenleri kızdıracak belki ama haklı bir tespit:
“Ben ‘Beyaz Kale’yi alırdım. Benim o yıllarda çok sevdiğim tam anlamıyla postmodern bir eser. Zor olur şarkısını yapmak ama isterim. Bu bir tür şizofreniyi anlatabileceğim bir şarkı olurdu. Ben müzik dünyasının diğer bütün sanat dallarına olan uzaklığından şikayetçiyim. Oysa o kadar golü atabilecek, hedefi bulabilecek pozisyondayız ki... Bence müziğin edebiyatla da, şiirle de hatta görsel sanatlarla da evlenmesi gerekiyor. Ben aslında kendi çapımda çalıştım bunun için. Yani zaten şairlerden şarkılar alıyorum, Rock’n Coke’da özellikle küçük İskender’in çıkmasını istedim sahneye. Ama bu üç-beş hamleyle olmaz. Başkaları da yapmalı. Müzisyenleri edebi anlamda zayıf buluyorum, hem bunu da güçlendirir.”