Ezgi BAŞARAN
Oluşturulma Tarihi: Aralık 21, 2008 00:00
Koyre Ödülü bilim tarihinde çığır açan, yeni bir ufuk keşfeden kişilere veriliyor. Uluslararası Bilim Akademisi tarafından verilen dünyanın en saygın bilim tarihi ödülü. İlk kez bir Türk’e verildi. Bu yıl ikinci defa İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) genel sekreterliğine seçilen Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu (65), geçen hafta Paris’te düzenlenen bir törende aldı ödülünü.
Yaptığı konuşmada ödülü almasına sebep gösterilen Osmanlı ilmi üzerine yaptığı araştırmalarından ve 40 yıllık bilim yolculuğundan bahsetti. Onunla İstanbul’da Yıldız Sarayı’nda bulunan, yıllarca genel sekreterliğini yaptığı IRCICA binasında buluştuk.
Aslında ben bir kimyagerimEkmeleddin, dinde en üst düzeyde olan demek. İsmini Kahire’de kralın sarayında Osmanlı ve Türk arşivlerinden sorumlu olarak çalışan Yozgatlı babası koydu. I. Dünya savaşından sonra İtalyan hakimiyetine geçen Rodos’tan Kahire’ye göçen annesi ve babası, Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir muhitte tanışmış, 1930’ların sonunda evlenmişti.
Kahire’de doğan Ekmeleddin İhsanoğlu, sokakta Arap ve İslam kültürüyle, evde babasının ona verdiği Türkçe edebiyat zevkiyle büyüdü. Babası 1951’de kurulan Ayn Şems Üniversitesi’nde Türkoloji kürsüsünü kurunca, o da aynı üniversitenin kimya bölümüne girdi. Üniversitede okurken aynı zamanda Kahire’deki Milli Kütüphane’de çalışıyordu: "Bu kütüphanenin Şarkiyat bölümünde çok sayıda Osmanlı el yazması vardı. 4 yıl boyunca hayatım onların arasında geçti, kültürümün en sağlam temelini bu kütüphanede attım."
MİKROBU SARTON’UN MAKALESİNDEN KAPTIMOrganik kimya üzerine master ve doktorasını El Ezher Üniversitesi’nde tamamladı. Reaksiyon kinetiği ve mekanizması, saniyenin çok küçük bir bölümünde olup biten iyon değişmeleriyle ilgili araştırmalar yaptı: "Aslında ben bir kimyagerim, fen kafasında olan birinin İslam ve Osmanlı literatürüyle bu denli ilgilenmesi nadir bir durum değil mi?"
Geçen hafta dünyanın en saygın bilim tarihi ödülü olan Alexander Koyre’yi alırken yaptığı konuşmada da bundan bahsediyordu İhsanoğlu. "Bilimden bilim tarihine 40 yıllık yolculuk"tu konuşmasının başlığı. "1970’lerin sonunda bilim tarihinin kurucusu olan George Sarton’un bir makalesini okumuş ve bilim tarihi mikrobunu orada almıştım. Sarton, bilim tarihiyle ilgilenenlerin hep emekli bilim adamları olduğundan, halbuki bilim tarihinin ayrı bir disiplin olması gerektiğinden söz ediyordu. 1980’de kimyayı bıraktım ve kendimi bilim tarihine adadım."
Zaten kendi deyimiyle kolun altındaki karpuzlardan birini bırakmak zorundaydı çünkü İslam Konferansı Örgütü’nün ve dönemin hükümetinin isteğiyle, önce İslám Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi’ni (IRCICA) kurdu, 1989’da da Türk Bilim Tarih Kurumu’nu.
EŞİNDEN ÖNCE KAYINPEDERİNİ TANIDIİhsanoğlu, eşi Füsun Hanım’dan önce kayınpederi Prof. Emin Bilgiç’i tanıdı. Bilgiç 1968’de Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekanı olarak Hititlerle ilgili bir konferans vermek üzere Kahire’ye gelecekti. O dönemde Ekmeleddin İhsanoğlu Kahire’de fahri kültür ataşesiydi. Büyükelçi Semih Günver, ondan Bilgiç’e gezisi sırasında eşlik etmesini istedi. İlk tanışmaları bu vesileyle oldu. "Sonra 1970’te mastırımı bitirince annemle birlikte Türkiye’ye döndük. Ankara’da edebiyat fakültesinde iş buldum. Böylelikle Emin Bey’le daha sık görüşmeye başladık. Evlerine yemeğe gittiğim bir gün eşim Füsun Hanım’la tanıştım. Üstünden 37 sene geçmiş..."
İhsanoğlu şu anda Cidde’de küçük bir sarayda eşi Füsun Hanım’la birlikte yaşıyor. Oğulları hukukçu Tuğrul, endüstri mühendisi Aziz ve iktisatçı Orhan İstanbul’da.
DAHA ÖNCE MUHALEFET EDENLER BU KEZ OYBİRLİĞİYLE BENİ SEÇTİTürkiye İslam dünyasında ayrı bir konuma sahip. Çünkü hem çok zengin bir tarihi var hem de demokratik ve modern bir toplum; diğer İslam ülkelerinin ilgisini çekiyor, yakından takip ediliyor. Çünkü onlar da ilerlemek istiyorlar. Laiklik meselesi de İslam ülkeleri arasında bizim zannettiğimiz gibi büyük bir tartışma konusu değil. Resmen laik olan tek İslam ülkesi biz değiliz. Endonezya, Malezya, Suriye, Irak, Tunus bunlara bir örnek. Hatta laik olmayan ülke az diyebilirim. Ülkemizde laiklik konusundaki iç tartışmalar ortalığı toz duman ediyor, bu tür gerçekleri görmemizi engelliyor. İKÖ’nün ikinci kez genel sekreter olarak beni seçmesinin ardında dünyaya bir mesaj verme kaygısı olduğunu sanmıyorum. İlk dört sene içinde yaptığım hizmetler çok doğru bulundu ve bu kez oybirliğiyle seçildim, daha önce muhalefet eden ya da başkasını destekleyen ülkeler bile benim seçilmem konusunda fikir birliği içindeydi.
OSMANLI İLİM ALANINDA KARANLIK BİR DÖNEM DEĞİLDİBana niye Koyre ödülünü verdiler? Çünkü 600 senelik Osmanlı tarihinde ilim alanında yaşanan gelişmeleri Batı dünyasına anlattım. Tamamı 15 cilt olan Osmanlı Bilim ve Literatürü ansiklopedisi bunun en iyi örneği. Koyre Ödülü’nü veren komite, benim bu eserime atıfta bulunarak Osmanlı ilmi hakkında önyargıların ve bilgisizliğin giderildiğini söyledi. Osmanlı’nın ilim alanında hiçbir şey yapmadığı, karanlık bir dönem olduğu düşünülüyordu. Osmanlı tarihi klasik ve yenileşme olmak üzere iki bölüme ayrılır. Klasik dönemde bilim Timur ve Selçuklu’ya oranla daha ileriye gitmiştir. Osmanlı sonraki yüzyıllarda da Batı ilmiyle tanıştı ve bu zannedildiği gibi çok geç olmadı. Ama 16. yüzyılda başlayan Batı’yla bu bilgi alışverişi seçiciydi, yani köklü ve sistematik bir değişimden çok sadece işlerine yarayan yenilikleri ithal etmişler. Elbette bu seçicilik 19. yüzyıla geldiğinde işe yaramamaya başladı.
İLERLEME NİYE O DİKDÖRTGENDE OLDU BİR MUAMMAİslam dünyası 16. yüzyıla kadar Batı dünyasından daha ileriydi. Sonra ne oldu? Koyre Ödülü’nü alırken yaptığım konuşmada buna değindim. Sorunun cevabını bulmak için daha geniş düşünmek gerek. İlerleme sınırları çok belirli bir dikdörtgende oldu, bütün Avrupa’da da değil. İtalya’nın kuzeyi, Benelux ülkeleri, Hollanda, Almanya, Fransa ve İngiltere ilerledi. Niçin Osmanlı’da ya da Çin’de değil de sadece bu dikdörtgende olduğu hakkında bilim tarihinde yüzlerce kitap yazıldı ama hálá cevabı bulunamadı. Bu soruya Joseph Needham sorusu da denir. Bilimde geri kalan sadece Osmanlı değildi ve bunun İslamiyet’le hiç ilgisi yok, çünkü örneğin çok eski bir medeniyet olan Çin de Batı’yı yakalayamadı.
JÖNTÜRK KAFASINDAN VAZGEÇELİM DEDİM ÇÜNKÜJöntürk tarihiyle ilgili birçok kitap ve makale okudum ve orada Jöntürk kafası diye bir şeyle karşılaştım. Bugün ak dediğine, yarın kara diyen bir zihniyet bu. Çünkü menfaat ilişkileri var, kimden para alıyorsa ya da kimin tesiri altındaysa fikirleri ve davranışları ona göre şekilleniyor. Vaziyeti kurtarıyor. "Hakikat ya da doğru olan sırf benim düşündüğüm şekilde olabilir" kafasından vazgeçersek bilimde ilerleyebiliriz bana göre. Şu anda ülkedeki aydınlar arasındaki kutuplaşmanın, hırçın tartışma üslubunun ve polemiklerin Jöntürk kafasından geldiğini düşünüyorum. Bunlar enerjimizi alıyor. Fener-
Galatasaray kavgası yapacağımıza,
Dünya Kupası için çalışalım diyorum.