Paylaş
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın 2012 yılbaşı partisi…
Yakın olduğum iki Amerikalı gazeteci arkadaşım ayak üstü konuşuyoruz.
O sırada yanımızdan geçen üst düzey bir Amerikan yetkilisini durdurduk.
Çembere alıp konuşmaya başladık.
İş döndü dolaştı Suriye’ye geldi yine.
Ve ben üst düzey yetkiliye neden Rusya’ya yeterince baskı yapmadıklarını, Türkiye’ye neden yeterince destek vermediklerini sorduğum an film koptu.
“Siz New York’ta Birleşmiş Milletler’deki Türk yetkililerin neler söylediğini bilmiyorsunuz…”
“Tasarı hazırlayın, diyoruz hiçbir taslak ortaya koymuyorlar…”
“Güvenlik Konseyi’ne siz de baskı yapın, diyoruz, hiçbir işe girişmiyorlar…”
“Türkler Suriye’de şikâyet ediyorlar ama hiçbir adım atmıyorlar” diye açtı ağzını yumdu gözünü…
“Bu konuda asıl engel Rusya iken Amerika’nın ikna gücü ile Türkiye’ninkini karşılaştırmak haksızlık olmaz mı” diyecek oldum.
“Olmaz. Kimse her şeyi Amerika’dan beklemesin artık” diye bir tur daha celallendi…
Esti gürledi gitti.
İki ay sonra...
Bu sefer Ahmet Davutoğlu’nun 2012 Şubatı’nda Washington’a yaptığı kritik ziyaret.
Olayı bana aktaran da birinci ağızdan bir kaynak.
Davutoğlu toplantılarda Suriye konusunda Amerika’nın ne kadar müdahil olabileceğini soruyor.
Ve Amerikan tarafı da Türk heyetine en fazla ne yapabileceklerini söylüyor.
“Tampon bölge mi istiyorsunuz. O zaman size bunun teknik altyapısını çalışacak, 20 kişilik bir uzman heyeti verelim. Beraber çalışın” diyorlar.
İyi de ya askeri kısım?
İşin o kısmı için ise 70 bin asker gerektiğini ve bunun tamamını Türkiye’nin karşılaması gerektiğini söylüyorlar.
Türk tarafı planı kabul etmiyor.
İş kalıyor.
Geçiyoruz, 6 ay sonraya.
Bu sefer Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Türkiye’ye gelmiş.
Yer İstanbul.
Kaynak ise hikâyeyi ilk kez geçen hafta Wall Street Journal’da uzun uzun yazdığı bir haberle ortaya çıkaran, Türk Hükümeti’nin mimli gazetecisi Adam Entous
Gazetelerde hepimiz büyük büyük yazıyoruz o sıra.
“Operasyonel mekanizma kurulacak”, “Amerika sahaya iniyor” vesaire diye.
Clinton, Türk heyetine bu sefer “Uçuşa yasak bölge mi istiyorsunuz, o zaman yapalım” diyor.
Türk tarafı ise “Hazırlıklı değiliz” diye yine reddediyor.
Entous Clinton’ın “yapalım” derken Amerika’nın bu işe ne kadar katkı sağlamayı önerdiğini yazmamış.
Ama belli ki, Türkiye tıpkı tampon bölgede önerilen 20 stratejist meselesinde olduğu gibi teklifi yeterli bulmayıp yine reddetmiş.
Şimdi bu işin bir boyutu.
Ne deniyor?
İşte Türkiye Suriye’de işin içine şöyle girdi, böyle müdahil oldu, öyle iş karıştırdı, değil mi?
Bu örneklerde bunun bir izine rastlıyor musunuz?..
Hayır.
Aksine gayet temkinli, riskten kaçıp hep maceradan uzak duruyorlar.
Ama bir de madalyonun öteki yüzü var ki…
Türkiye’yi Suriye’de iki kat daha sıkıştıran cendere faslı.
Washington’dayım.
Suriyeli silahlı muhaliflerin temsilcilerinden biriyleyiz.
“Kiminle görüşüyorsunuz Türk Hükümeti’nden” diyorum, “bağlantınız ne”?
“Başbakanlık’tan birileri” diyor, “bize çok destek oluyorlar”.
Türkiye’nin Suriye sınırı kamplarla doldu.
En son sayı 10’un üzerine çıkmıştı halen de yeni yerler açılıyor.
Başka bir muhalif sözcüyleyiz.
“Türk Hükümeti bize çok yardımcı oluyor, kamplar için minnettarız” diye anlatıyor.
“İnsani yardımı mı kast ediyorsunuz” diyorum.
“Örgütlenme desteği de alıyoruz, lojistik destek de. Sadece inani yardım değil” diye düzeltiyor.
Buna bir de geçen hafta ilk New York Times’ın yazdığı Suriye’ye Türkiye üzerinden havayoluyla Esenboğa’ya indirilen silahların aktarıldığı haberini ekleyin…
Hepsini bir araya getirince ilk anlattığım resimle hiç ilgisi yok.
O zaman bu şöyle bir şey mi?..
Bunu Amerikalılar da yapıyor çünkü.
Biz her gün Dışişleri brifingine gider soru sorarız.
Sözcü bize anlatır.
Ama geri planda kimsenin bilmediği, hatta muhtemelen bize cevap veren sözcünün de vakıf olmadığı işin bir istihbarat boyutu vardır ki, o bambaşka bir mecrada ilerler.
Bir görünen politika vardır.
Bir de arkada yürüyen işler.
New York BM’deki büyükelçi temkinlidir.
Ama Başbakanlık Esenboğa’ya uçak indirir.
Ve temkinli büyükelçi inen uçaklardan asla haberdar olmaz, çünkü telgrafta bile yazılmaz.
Peki ikinci soru…
Eğer hakikaten böyleyse bu doğru bir şey mi?..
Bütün dünya Türkiye’yi Suriye meselesine gırtlağına kadar gömülmüş diye görüyorken diplomasinin Başbakanlık’a ayak uydurmaması mantıklı mı?
Ya da tam tersi…
Türkiye aslında yazılan çizilen onca şeye rağmen aslında Suriye dış politikasında geleneksel olarak maceradan uzak kalma tavrını sürdürüyorsa, Başbakanlık’ın oradan oraya uçak indirmesi akıllıca mı?
En kötüsü bu değil mi?
Emsal belki Washington olabilir ama Amerika gibi okyanus ötesinden konuşmuyorsunuz ki…
Burnunun dibinde gelişen bir olaya ya girmemen ya da giriyorsan topyekün girmen gerekmiz mi?
Paylaş