Güncelleme Tarihi:
“Kemalist ordu konuşacak” demiştim. Ama Türk Silahlı Kuvvetleri bugün üzücü bir noktada. Ordu yönetimi bakımından, ‘Cumhuriyet değerleri, Kemalist değerler önemlidir’ diyenler içeri atıldı. Kemalist ordu ruhunu konuşacak olanlar cezalandırıldı. Geri kalan ordu kendine güveni sarsılmış, hedefİni kaybetmiş, karargâhı dinlendiği halde hiçbir şey söyleyemeyen bir ordu. Bir şey yapsın, gelsin dövsün demiyorum ama düşünsenize karargâh dinlenmiş yani! Sarsak bir yapıya dönüştürüldü.
Üniversite de sarsak hale düşerse kötüdür, yargı da düşerse kötüdür. Ne yazık ki bugün ordunun kendine güveni ve insanların orduya güveni çok sarsıldı. Ordunun politikaya, devlet yönetimine karışmasında elbette bir yanlış vardı. Olmaz olur mu? Bu söylediklerim onu doğrulamıyor. Bu bir üniversitenin, bakayım Batı üniversitesi ne yapmış, onu taklit edeyim, demesi gibi. Değerini yitirmiş, hiçbir şey üretemeyen bir kurum.
LİSEDEKİ GÖRÜŞLERİMDEN MİLİM SAPMADIM
Yargı da kendi doğruları sürekli didiklendiği için sarsak hale gelmiş. Ama bunların faturası çok yüksek. Süheyl Batum, yansıtıldığı gibi bir espriyle söylemedi o ‘Kâğıttan kaplan’ lafını.Öğrenciler olarak Bergama Lisesi dergisi çıkarıyorduk. Arkadaşlar oradaki iki yazımı bulup koymuş Facebook’a. O zamanki düşüncemle bugünkü düşüncem aynı aslında. Her şeyden önce Kemalistim. Şöyle söyleyeyim; Kemalizm ülkemin tarihsel şartlarının ürettiği bir ideoloji. Sosyalizm, Avrupa ve dünya şartlarının ürettiği ideoloji.1970’li yıllarda “Sen nesin?” diye sorsanız, “Dünya ve Avrupa geneli perspektifinden sosyalistim; Türkiye perspektifinde Kemalistim” derdim. O yazılarımı görünce “Aferin” dedim kendime. Milim sapmamışım. Bugün aynı biçimde kendimi evrensel tanımla sol, Türkiye’nin tarihsel özgün tanımıyla Kemalist diye tanımlıyorum. CHP olduğumu düşünüyorum. CHP hiç şüphesiz devrimci bir parti.
AKADEMİSYENLİK
İçişleri’nde uzmanlık yaptım
Boğaziçi Üniversitesi’nde başladım master’a. Ve ilginçtir o yıl babamın vefatıyla ailem mali bakımdan beni finanse edemez hale geldi. Abim Ankara’daydı. “Ankara’da nerede devam edebilirim” diye araştırdım, SBF transferi kabul etti. Transferle geldim Ankara’ya 1984’te. Doktora yaparken İçişleri Bakanlığı’nda araştırma planlama koordinasyon uzmanlığı yaptım. Böylece devlet örgütlenmesi nasıl bir mekanizmadır, onu öğrendim. Ama mekanizma, insanların iradesine teslim olup gidiyor. Bakanlık doktora için izin vermeyince istifa ettim. TODAİE’de 1986’dan 2002’ye kadar öğretim üyeliği yaptım. Siyasal’da 1996’dan itibaren dışarıdan ders veriyordum; 2002’de kadrolu oldum.
GENÇLİĞİM
Kardeşimin dosyası hâlâ açık
Siyaseti 14 yaşında tanıdım, orta 2’deydim. Duvarlara yazı yazmayı İstanbul’da öğrendim. Gece grup halinde çıkardık. Altıncı kardeşimizi kaybettik. 1979 yılındaydı. O da siyasal mücadelenin içindeydi. Öldürüldü ama bir çatışmada veya benzerinde değil. Bulduk biz onu. O dosya hâlâ açık. Karıştırmamızı bekliyor aslında. 27 yaşındaydı. İntihar dendi ama hep siyasi cinayet olarak düşündük. Ama ne yazık ki bunu kanıtlayamadık. “Bunu bari kurtaralım” diye beni apar topar kaçırdılar desem yeridir. İngiltere’ye dil okuluna gittim. 12 Eylül ilan edildiği vakit oradaydım. Bir buçuk yıl sonra döndüm. 5 Ağustos 1981’de Bergama’daki evimizi sardılar. Bizi İzmir birinci şubede tuttular, sonra Narlıdere’de 15 gün kaldık. Fiziki işkence görmedim. O kadar ağır işkence görenler vardı ki, ben genellikle söylemem bile gözaltına alındığımı. 20 yaşındaydım o zaman. Oğuzhan Müftüoğlu’nun, “12 Eylül’ün mağdurları değil muhataplarıyız. Biz mücadelenin içindeydik” sözüne katılıyorum. Ben de kendimi muhataplarından sayıyorum.
GÜNEYDOĞU
Aktütün’de erlerden etkilendim
Kemal Kılıçdaroğlu Bey ile Aktütün karakoluna gittik. Hem erlerde hem de yönetici subaylarda yaptıkları işe inanç ve güven gördüm, çok etkilendim. ‘Yaptıkları işin doğru ve yerindeliğine ülkenin batısından hak verenlerin sayısı azalıyor mu’ endişesi vardı. “Neden televizyonda sürekli hata, sürekli yanlış üzerine konuşuyorlar. Biz iyiyiz ve görevimizi yapıyoruz” diyorlar. Bundan dolayı üzüntülüler.
YENİ SAĞ
AKP 12 Eylül’ün devamı
Yeni Sağ ve devletin değişimi kitabını 1996’da yazmıştım. 12 Eylül, Kenan Evren, askeri hükümet, Turgut Özal, o zaman yoktu ama ANAP iktidarının devamı olarak beliren AKP. ‘Yeni sağ çizgi’ dediğim o. AKP 12 Eylül’ün devamı. Kanıtlarını da söyleyebilirim hemen: Kuran’dan ayetler okuyan, peygamberden hadisten okuyarak mitinglerde insanlara yön veren ilk devlet adamı, üstelik üniformalı kişi Kenan Evren’di. Şimdi AKP her türlü dinsel söylemi kullanıyor. Şimdi yürütülen iktisat politikalarının başlangıcı 24 Ocak’tır. 24 Ocak 1980 kararları hayata geçsin diye 12 Eylül darbesi yapıldı. O kararların mantıki uzantılarını bugün AKP sürdürüyor. Devlet başkanlığı sistemi ve güçlü cumhurbaşkanlığı 12 Eylül’de Anayasa’ya konuldu. Bugün AKP başkanlık sistemini kurmak için uğraşıyor. Yeni sağ çizgi bu işte. Özelleştirme politikası devletin dönüşümünün temel özelliği. İkincisi de özelleştirmeden sonra ne kalıyorsa devlet adına onu şirkete döndürmek. Böyle bir iktisadi modelde sosyal devlet yaşamaz. Çünkü sosyal devlet yalnızca sosyal yardım devleti değildir. Yardımlar pansumandır. Yoksullukla mücadele değil, yoksulluğu yönetme pansumanlarıdır.
KİTAP
Bütün e-posta adreslerim Kelile
Yaşlı anne-baba çocuğuyum. Babam 1910 doğumluydu. Doğduğumda 50 yaşındaymış. Yedi kardeşin en küçüğüyüm. Boşnak annem-babam. Babam 1923’te Türkiye’ye geldiğinde 13 yaşındaymış. Göçmenler kalabalık yaşar. El bebek gül bebek büyüttüler beni. Şahaneydi. Babam esnaftı, annem ev kadını. Bergama Halk Kütüphanesi’nde okuyarak beslendim. Önce sinemaya giderdik, sonra da kütüphaneye uğramak büyük keyifti. Herhalde annemin etkisi, masal dinlemeyi severdim. En sonunda bir kitap bulup okudu. Tabii kamu yönetimi hocası olduğumda ayırdına vardım, o kitap ‘Kelile ve Dimne’. Sanskritçe yazılmış, M.Ö. üçüncü yüzyılda. Dünyanın ilk siyaset ahlakı kitabı. “Aaa bu ‘Kelile ve Dimne’. Annemin okuduğu kitap” dedim. Bütün e-posta adreslerim Kelile’dir.
KADIN HAREKETİ
Boşluk var
CHP Kadın Kolları’nda, yalnızca partinin kadın örgütlenmesini sağlamayacağız. Aynı zamanda Türkiye’de kadın hareketinin siyasal önderliğini üstlenmeyi hedefliyoruz. Türkiye’de muazzam sosyal kadın örgütlenmeleri oluştu. Ama siyasal önderi bakımından bir boşluk var. O boşluğu dolduracağız. Kılıçdaroğlu’nun beni 2014’te İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı göstereceği senaryosunu Yeni Asır yazdı. Yazan arkadaş kendi kendine kurmuş. Dikkate alınacak bir yazı değil bence.
CUMHURİYET MİTİNGİ
Darbeci değil devrimciyiz
Cumhuriyet mitingleri doğru mitinglerdi. Hedefine ulaştı. O mitinglerin hedefi sandık değildi, o mitingleri düzenleyenler de oraya katılımcı olarak bayrağını alıp gelen de sandığı düşünmüyordu. Türkiye için tercihim var diyordu ve tercihini yüksek sesle dile getiriyordu. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı gündemdeydi o zaman. Tandoğan mitingi hazırlıkları başlamıştı 10 gün öncesinden “Darbeciler toplanıyor” suçlamaları vardı. Orada bir milyona yakın insan toplandık, yine “Darbeciler toplandı” dediler. Sonra baktılar bunlarda pek darbeci kılığı yok. Oradaki konuşmamda dedim ki, “Nereden çıktı darbecilik? Biz darbeci değil devrimciyiz.” Darbecilikle devrimciliği karıştırıyorlardı.
GÖBBELS TARZI
Kadını eve kapattılar
AKP’nin propagandası Göbbels tarzı. Öncelikle Meclis eliyle gelip Meclis’i by-pass eder faşizm. Bakın biz yeni parlamentoyuz. Eski parlamentodan aldıkları yetkiyle bütün devlet yapısını KHK’larla değiştiriyorlar. Hiç kimseyle hiçbir şeyi tartışmaya yanaşmama gibi bir özgüven var aslında. İkincisi, günlük yaşam üzerine oynar faşizm. Belki İstanbul’da, Ankara’da yaşayanlar bunu net görmeyebilir ama Anadolu’dakiler bana hak verecek. İnsanları evlere kapatıyor, yalıtıyorlar. 2002’de istihdam edilen kadın oranı yüzde 40. 2010’da yani AKP iktidarının sonunda bu oran yüzde 22. Kadını evlere kapatmaya başlıyorsun, üç çocuk doğur, eve kapan. Etrafa bakın; sohbet evlerde yapılıyor mescitte ya da camide değil. İnsanlar birbirinden koparılıyor, diktatörlüğün özelliği bu. Anadolu’da günlük yaşam muhafazakârlaşıyor. Türkiye, türban takanların özgürlüğünü konuşmaktan, türban takmayanların özgürlüğünü tartışma noktasına geldi. Şortla otobüse binen voleybolcu kız dayak yedi, üstelik İstanbul’da. Daha ne olsun? Doğada en güçlü göründüğünüz anların en zayıf anlarınız olduğunu öğreten çok örneği var. O nedenle yüzde 50, geleceğe dönük umutsuzluk değil umut kaynağı. Referandumdan sonra da umutlanmıştım. Çünkü çok ciddi ‘Getirdiğin modeli istemiyorum’ demişti halk. Bu seçimden bu kadar güçlü çıkmalarını beklemiyordum. Yalnız seçim alanlarında çok net iktisadi zoru gördüm. Gözlerinin arkasında korkuyu gördüm. Bütün çiftçiler kredi almıştı. O kadar dezavantajla bağlandık ki bir değişiklik olursa ne yaparız diye düşünüyorlardı.
SÖZCÜLÜK
Konuşurken yuvarlamayı sevmem
Kamu yönetimi temel kanunu ve başka bir dizi kanun vardı 2003’te. CHP’ye akademisyen olarak uzmanlık alanım itibariyle destek verdim. O tarihten itibaren CHP ile yakın çalıştım. CHP’ye girişim Kılıçdaroğlu ile beraber tabii. Kılıçdaroğlu ile birkaç toplantıda birlikte konuşmuştuk. Davet, Kılıçdaroğlu’nun desteğiyle oldu. Bir kan değişimiyle yürümek uygundu. Genel Başkan bu anlamda doğru bir şey yaptı. Sözcülüğüyse hiç beklemiyordum. Zor bir görev. Akademisyen olarak kendi aklımın sözünü söylerim, burada partinin aklının sözünü söylemekle yükümlüyüm. Kuşkusuz benim açıkladıklarım MYK’daki konuşmalar ve Genel Başkan’la kararlaştırılanlar. Orada üslup benim rengim olacak ister istemez. Konuşurken yuvarlamayı sevmem.