Güncelleme Tarihi:
Tolga TANIŞ
Sonra etrafında onu memnun etmek için koşturan öğrenciler, araştırma görevlileri görüyorsunuz.
Üç gündür aldığı binlerce e-postayı temizlemek için uğraşan teknik elemanlar, karşınızda seferber oluyorlar.
Ve hepsi birleşince, bir başarı hikâyesi yazmanıza uygun, harika bir mizansenle karşılaşıyorsunuz.
Ancak durun bir dakika.
Sonra sormaya başlıyorsunuz.
Bir portre ortaya çıkarmaya çalışıyorsunuz çünkü.
Ve birdenbire...
Konuştukça işlerin aslında hiç de planladığınız gibi sonuçlanmayacağını anlıyorsunuz.
DNA onarımını merak etmiyorsunuz ki...
Siz meseleye Aziz Sancar’ın Nobel aldığı yerden girmiyorsunuz ki...
Sancar’ın laboratuvar dışındaki halinin peşindesiniz.
Ve oradan sordukça başta tasarladıklarınızın elinizden nasıl yavaş yavaş kaydığına tanık oluyorsunuz.
Bir Nobel haberi değil... Nobel’e giden yolda nasıl çetrefil, insanın yüzündeki tebessümü elinden alan, nasıl zor, nasıl meşakkatli bir yaşam olduğunun öyküsü çıkıyor ortaya.
Aziz Sancar bir kahraman.
İnsanlık için çalışan, hayatlarını buna adayan bilim adamlarının en kıymetlilerinden.
37 yıldır evli olduğu ve her gün işe beraber gittiği öğretim üyesi eşi Gwen Sancar’la (66) küçücük bir kasaba olan Chapel Hill’de kendini bilimin gelişmesine adayan ve tek tutkusu Türkiye dışında kendini bütün dünyevi zevklerden arındırmış, görüp görebileceğiniz en farklı karakterlerden biri.
Bu sadece bir başarı öyküsü değil.
Aslında hiçbir başarının kolay elde edilmediğini, büyük bedeller gerektirdiğini anlatmaya çalışan bir deneme.
Hepimizin gurur duyduğu, ayrılırken sarılıp aklıma gelen bütün güzel sözlerle minnettarlığımı sunduğum, aylarca laboratuvarda yaşayıp yangın musluğunda duş alan bir Türk’ün Nobel’e uzanan sıradışı öyküsü bu.
* Nerede başlıyor hikâyeniz?
- Mardin’in Savur ilçesinde doğdum. 1946’da. Aslında 10 kardeşiz, iki de üvey kardeşim var. Bir kere hata ettim, sekiz kardeşiz dedim, onlardan bahsetmedim. Aynı babadanız.
* Aile, geçimini nasıl sağlıyordu?
- Herkes çiftçilikle uğraşırdı. Kendi bahçemiz, kavaklarımız vardı. Varlıklı demeyeceğim de fakir de değildik. Geçinecek kadar. Mesela orta 2’ye kadar okul harici ayakkabımız yoktu. Yazın yalınayaktık.
* Anadiliniz neydi?
- Anne-babayla Arapça konuşurduk ama çocuklar kendi aramızda Türkçe konuşarak büyüdük.
* Aile Arap kökenli mi?
- Arap demenizi istemiyorum. Diyelim İstanbullu. Mutlaka Bulgaristan, Yunanistan bir şey vardır. Doğudaki insanın da kanında Türk’ü de var, Kürt’ü de var; Arap’ı var, Ermeni’si var, Yezidi’si var. Kalkıp bunları konu yaparsak, ne konuştuğumuzu unuturuz. İngiltere’de kaç etnik grup var. Adama soruyorsunuz, “İngilizim” diyor. Burada da “Amerikalıyım” dersin. İstersen kökenini söylersin ama Amerikalı dedi mi, bitti. Ben Mardinliyim. “Türk’üm” diyorum. “Sen Kürt müsün, Arap mısın, Yezidi misin...” Yazık kardeşim!
ABİM EMEKLİ GENERAL
SENİ İSTEMİYORUM DEDİ Mİ NE YAPACAKSINIZ?
Kızlar hep beni bıraktı. Mardin’deyken lisede bir kız arkadaşım vardı. Üçüncü sınıfta bıraktı beni. El ele dolaşmak filan yoktu. Kitaplarını taşırdım eve giderken. Sonra önemli bir hukuk danışmanı oldu. Evlendi. Ben (2005’te) Amerikan Bilim Akademisi’ne seçildikten sonra iletişim kurduk. Gittim, görüştük. Çocuklarından bahsettik. “Sen beni niye bıraktın?” dedim. “Sen” dedi, “başka bir kıza bakmışsın”. Ne başka kızı! 16 yaşında ne başka kızı. Senden başkasına bakmıyordum. O zaman sormadım. “Seni istemiyorum” dedi mi ne yapacaksınız? Bir tek o vardı. Lise 2 ve 3’ü beraber okuduk. Üniversitede aynı hikâye devam etti. İki-üç kişi oldu. Benim kendimi çok adamış bir insan olduğumu ve zamanımın çoğunu da bu işe ayıracağımı seziyordu sanırım kızlar. Öyle bir hayat istemiyorlardı.
ARKADAŞLARIM İKNA ETTİ TIBBA KAYDOLDUM
Ben aslında kimyacı olmaya lisede karar verdim. Ama Mardin’de lise okurken arkadaşlarım “Hadi tıp sınavına da girelim” dediler. Ona da girdim, hem kimya sınavını hem tıp sınavını kazandım. Sınıfımdan beş kişi tıbba girdi. Yakın arkadaştık. Ben kimyaya kaydolacağım, “Aziz” dediler, “kardeşim hadi beraber hareket edelim”. İkna ettiler. İstanbul Tıp’a kaydoldum.
NE AMERİKALIYI NE KOMÜNİSTLERİ İSTERDİK
* Anahtarlığınızda üç hilal amblemi var.
- Ülkücülük vardı. Lisede başladı.
* O zaman 1960 Müdahalesi’nin olduğu dönem. Lisede sağ-sol olayları var mıydı?
- O zaman yoktu. Tıbbiye başlayınca oldu. Biz ülkücüydük, solcular vardı. O zamanlar yaptığım çok şeyden hayıflanıyorum. Çünkü yok yere birbirimize girerdik. Çok kavga olurdu. Ben Beyazıt’taki üniversitenin merkez binasına kızıl bayrağın çekildiğini hatırlıyorum.
* İndirmek istediniz mi?
- Nerede! Onlar silahlı çocuklardı. Silahım filan yoktu. Ben hiç silah taşımadım.
* Bir de siyasi İslam’ın da yavaş yavaş palazlandığı bir dönem.
- Bir de onlarla çatıştık. Çünkü istemiyorduk.
* Üniversite 2’de Kuran’a merak salmanız o mücadele nedeniyle miydi?
- Hayır, ben kendim için istedim. Çünkü onların fikirlerini değiştiremezsiniz. Onlarla münakaşa etmek gereksiz.
* Amerika’nın rolüne nasıl bakardınız?
- Biz ne Amerikalıyı ne de komünistleri isterdik.
* Ülkü ocaklarına sık gider miydiz?
- Fikren o eğilimdeydim. Ama kendimi çalışmalara vermiştim. Pek kavgaya karıştığım da olmadı. Hareket olarak birbirimizle kavga ediyorduk, onu kastettim.
LABORATUVARDA YAŞIYOR, YANGIN HORTUMUYLA DUŞ ALIYORDUM
İLK GEMİYE KOYUP TÜRKİYE’YE GERİ GÖNDERİN
Amerika iyi bir yer ama yabancı oldun mu Türk de olsan, Çinli de olsan, Koreli de olsan bir dezavantajımız var. Çünkü gelip ders vereceksin. Aksanın var. Amerikalı çocuk anlamıyor. Hatırlıyorum, burada ilk dersi verdiğimde, biliyorsunuz öğrencilerin değerlendirmeleri oluyor, bir çocuk “Onu ilk gemiye koyup Türkiye’ye geri yollayın” diye yazdı. Aksanım var diye.
EVLENME TEKLİFİ EŞİMDEN GELDİ
Eşimle Teksas’ta tanıştık. O da moleküler biyolojideydi. O da geç saatlere kadar çalışırdı. Beraber yemeğe gidiyorduk. Hangisi flörttü, hangisi değildi, artık bilmiyorum. Evlenme teklifinde de o bulundu. Doktorayı o benden altı ay önce bitirdi. New York Üniversitesi’nde iş buldu, 1977’de oraya gitti. Ben de New York’ta iş bulmaya çalışıyordum. Ama Yale Üniversitesi’nde buldum. Oraya gittim. Altı ay kadar, hafta sonları New York ve New Haven arası gidip geldik. Telefonda konuşuyorduk. “Evlenelim” dedi. Öyle...
SİNEMAYA, TİYATROYA HİÇ GİTMEDİM
* Neler okursunuz? Sosyal hayatınız nasıldır?
- Bütün Türk, Fransız, Rus klasiklerini okudum. Her yıl edebiyatta Nobel kazanan yazarların kitaplarını okurdum. Sinema yok. Tiyatro yok. Hiç gitmedim. İstanbul’a gidince ben çok korktum. Çünkü lisede birinciydim. İstanbul’a gitmişim. Türkiye’nin en güzel liselerinden insanlar vardı. Robert Koleji’nden adam vardı. “Burada yapabilecek miyim” diye korktum ben. O yüzden bütün gücümle kendimi çalışmaya verdim. Öyle ki, İstanbul’da yaşadığım halde etrafımı görmüyordum. Tıbbiye’yi bitirdikten sonra, Mardinli arkadaşlarla “Doktor olduk, hadi gidelim Topkapı Müzesi’ni görelim” dedik. Sultanahmet’ten her gün geçiyorduk. Altı yıl hiç fırsatımız olmamış! Ve Topkapı Müzesi’ne gideceğiz diye Topkapı otobüsüne biniyoruz. Otobüs bizi Topkapı’ya götürüyor. Oradaki adama soruyorsun “Nerede Topkapı Müzesi” diye... “Ben İstanbul’un değerini şimdi anladım. Fatih’te oturuyordum. Vefa’yı dünyanın öbür ucunda zannediyordum. Vefa Fatih’in hemen yanında. Bozacılar geliyor ama nereden geliyor bilmiyorum. Çok aşırı yaptım.
* İçinizde hiç ukde var mı?
- Var tabii. İstanbul’u tanımak isterdim. İstanbul’u tanıyamadım.
* Ama eğer içinizde ukde kalan o şeyleri yapsaydınız belki Nobel alamazdınız.
- Başka örnekler var ama. Klasik müzik dinleyen, tiyatroya giden, başka şeyler yapıp, Nobel’i kazananlar da var. Ben öyle yaptım. Her insanın kendi şeyi işte.
BENDE HEP TURGAY ŞEREN RESİMLERİ VARDI
En büyük aşkım spordu. Kaleciydim ben. Hem lise takımının kalecisiydim hem de Mardin’de iki amatör takım vardı, biri Mardinspor, diğeri Mezopotamya. Ben Mezopotamya’nın da kalecisiydim. Kendimi bildim bileli Galatasaraylıyım. Turgay Şeren resimleri vardı bende hep. Reflekslerim çok iyiydi, o yüzden kaleciliği seçtim.