Erol Büyükburç'u istediğiniz kadar sevmeyin, nefret edin, dinozor deyin, yine de onun ‘‘Türkiye'nin ilk pop starı’’ olduğu gerçeğini değiştiremezsiniz. Dile kolay, 1960'ların Türkiyesi'nde ‘‘Summertime’’ ile ‘‘Hey Onbeşli’’yi aynı sahnede buluşturacaksın... ‘‘Little Lucy’’ gibi İngilizce sözlü besteler yapacaksın...
Anadolu turnesine çıkan ilk pop starı olarak Türkiye'nin dört bir yanındaki konserlerinde hem türkü düzenlemelerini, hem de Jones, Sinatra, Elvis, Nat ‘King’ Cole söyleyeceksin... Kızlar paralayacak, erkekler omuzlarda taşıyacak, nineler, dedeler yanaklarından öpecek... Devrin en sosyetik, en lüks, en kaliteli alaturka gazinolarında solist altı olarak sahneye çıkacaksın... Yıllar sonra senin açtığın o kapıdan içeri giren kimileri ‘‘Kim ulan bu moruk?’’ deyip selam vermeden yanından geçecek. Eskiden kuyruk gibi peşinde dolaşanlar, bir kuru telefonla hatırını sormayacak, başsağlığı bile dilemeyecek. Boşuna dememişler, vefa aslında bir semtin adıdır diye. Erol Büyükburç, 1936 Adana doğumlu bir Boğa olup kendisi Fatih'ten mahalle ağabeyimizdir. Darüşşafaka Caddesi'nden Mutemet Sokak'a, Halıcılar Caddesi'nden Akdeniz Caddesi'ne kadar. 1960'ların Fatihi'nde annesiyle beraber oturduğu her kiralık evde kızlı erkekli partiler verirdi. Fatih Güreş Kulübü'nde mindere çıktı, at koşturdu, deniz diplerine daldı. Yetmedi, devrin ünlü ustası Ferhat Özsert'ten 7 yıl karate dersi aldı, tahtalar, mermerler parçaladı, bu uğurda kırılmadık parmağı kalmadı. Erol Büyükburç'la yıllar sonra bir buluştuk, pir buluştuk. Etiler Çamlık'taki mükellef dairesini ağır hasta olan ablasına tahsis ettiği için, geçici olarak nişanlısı Ute'nin Kartal Rahmanlar'daki dairesinde iç güveysi durumunda. Erol usta, eskiden olduğu gibi yine yerinde duramıyor, yine gözleri kıpır kıpır. Galiba saçları hem gürleşmiş, hem siyahlaşmış, şakaklar hariç. Kim bilir belki o da bir gün saçlarını usturaya vurdurup rahat eder. Her neyse, çıkalım Adalar manzaralı balkona, biz Ute yengenin yaptığı çayları içerken, Erol usta rahleden sahneye açsın sır kapılarını.
Annemle kadınlar hamamına giderdim
- Ben mizaç itibariyle erotiğim, bu da Allah vergisi, doğuştan yapım böyle. Çocukluğumdan beri benim tamamıyla kadınlara eğilimli bir dünya görüşüm vardı, koordinatlarım böyleydi. Mesela annem beni kadınlar hamamına götürürdü, orada kadınları seyretmek çok hoşuma giderdi. Annem evde kabul günleri yapardı, gelen misafir kadınlar benden hoşlanırlardı. Çoğunun gözlerimin içine bakıp iç çektiklerini bilirim, çok enteresan. Çok anlamlı bir yüzüm olduğunu zannediyorum, belki de o anlamı beynim oluşturuyor. Eğer ruhsal donanımı olmayan hamşot bir adamsan, ne kadar güzel bakarsan bak, hiçbir kadını etkileyemezsin. Kadın ateşlenmek, uyarılmak ister, karşısına benim gibi uyarıcı bir adam çıktığı zaman hoşlanır. Bunun yakışıklılıkla hiç ilgisi yok, bu tamamen erotik performansla ilgili. Bence bu özellik doğuştan, genlerden geliyor, sen istediğin kadar başkalarını taklit et. Bu özellik sende ya var, ya yok, ortası yok. Kadınları seven yanımın çok coşkulu olmasının da Erol Büyükburç olmamda büyük katkısı var. Elbette yalnızca kadınlara bakmadım, bütün renkli insanlara da baktım, hepsinin derinliklerinden yararlandım.
Kan dökmeyen devrimciyim
- Millet ne zannediyor biliyor musun, üç tane şarkı ezberlerim, sahneye çıkarım, iki de kıç atarım, haydi gelsin para, şöhret. Hayır, böyle bir şey yok, önce o insanın içinde tüm evreni, tüm insanlığı kavrayacak derinlikte enerji olacak. Sadece güzel ses yetmez, vizyonun olacak. Ben belli çıtayı çoktan aştım, bu işin olimpiyatı varsa ben altın madalyaları kazanmışım arkadaş. Benim için yarış bitmedi, ölünceye kadar yarışmaya devam edeceğim. Bana göre hayat bir ringdir, bu ringde savaşını durmadan sürdüreceksin, kırmadan, kanatmadan. Ben Türkiye'nin en büyük devrimcilerinden biriyim ama, hiçbir zaman kana bulaşmadım. Gençler, sadece bir klibe, bir kasete dayalı şöhret aramayın, benim gibi karmaşık yollardan yürüyün.
Vizyonsuz müzik olmaz
Asi ve özgür bir adamım, kimse beni kalıba sokamaz.
Yeniliklere çok açık, vizyon derinliği olan bir gençtim. Türk pop müziğine getirdiğim yenilikler de içimdeki bu coşkular sonucunda gerçekleşti.
Alman gelinin 10 parmağında 10 marifet
- Ute'yle Emelciğimi kaybettikten bir yıl sonra tesadüfen tanıştım. Serhat adlı bir arkadaşımın kız kardeşiyle beraber açtığı dans okulunun Kadıköy Evlendirme'deki davetinde. Daha sonra Bostancı Gösteri Merkezi'ndeki bir konsere davet ettim. Baktım çok ölçülü, çok itidalli, ağırbaşlı bir hanım, hoşuma gitmeye başladı. Bir gün beni yeni CD'leri göstermek için buraya çağırdı. Kasetlere bakarken ciddi anlamda bir duygusallık başladı aramızda ama, ikimiz de belli etmedik. Birkaç kere daha buluştuktan sonra bu evde ona ‘‘Seninle hayatımı birleştirmek istiyorum’’ dedim, hoşuna gitti. Bu ilişkimi Kazım Yılmaz adlı bir işadamı dostuma açtım, Datça'daki otelinde bizi kendisi nişanlayacağını söyledi. Kızımın adı Evren, Ute'nin oğlunun adı Kenan diye Kazım bey bize onurlu bir sürpriz yapıp nişan yüzüklerimizi Kenan Evren'e taktırdı. Şu anda nişanlıyız. Ute çok güzel pasta yapıyor, olağanüstü iyi yemek pişiriyor, olağanüstü terzi, çok usta marangoz... Dolabındaki bütün giysileri onun kendi eseri, bu gördüğün büfe ve dolaplar da. Bütün bunların yanı sıra çok da iyi bir müzikolog, olağanüstü dört sesli söylüyor şarkıları. Almanya'da kilise korolarında çok çalıştığı için müzik bilgisi muhteşem. Alman kulağı başka, bizden o kadar farklı ki. Ute aynı zamanda çok başarılı bir triatloncu.
Panik atak yüzünden yerlerde süründüm
- Rahmetli eşim Emel'in son gününe kadar ne elini bıraktım, ne de gönlünü. Ellerimde vefat edişini hayatımın sonuna kadar unutmama imkan yok. Başı arkaya düşüp gözlerini son kez açıp bana öyle bir bakışı var ki, hálá gözümün önünde. Bu, bende derin etki yaptı, bir anda panik atak oldum. Kriz geldiği anda nefesim kesiliyor, hava alamıyorum diye saatlerce yerlerde sürünüyorum. Hiç oksijen yok sanki, ha öldüm, ha öleceğim. Öleceksem öleyim diyorum ama, bu hadise 4 saat sürüyor kardeşim, çok büyük bir işkence. Bir kere arabada kriz geldi, hemen sağa çekip kendimi dışarı attım. Allahım nefes alamıyorum, gelen geçen bana bakıyor. Sonunda beni psikologlara götürdüler, uzun bir ilaç tedavisinden sonra düzlüğe çıktım. Ondan sonra büyük bir yalnızlık duygusu girdabına düştüm. İşte o sırada karşıma çıktı sevgili Ute, o da Allah'ın bana bir lutfu.