Mahmut Esat Bozkurt, 35’indeyken Lahey’de Fransızlar’ı fena devirmişti

Yargıtay Birinci Başkanvekili Osman Şirin’in modern hukuk sistemimizin kurucusu kabul edilen Mahmut Esat Bozkurt ile ilgili olarak ‘Bu ülkede bütün saygınlığıyla 79 yıl boyunca hükümranlığını sürdürdü.

Şimdi yeni bir dönem, uygar dünyaya açılım adı altında başlıyor’ demesi üzerine bir Mahmut Esat Bozkurt tartışması başladı. Bu tartışmalarda Bozkurt hakkında sadece ‘hukuk sistemimizin kurucusu’ dendiğini ama dünya hukuk literatürüne geçmiş bir başarısından pek bahsedilmediğini görünce, sizlere unutulan bu hadiseyi hatırlatmak istedim: 1927’de Türkiye ile Fransa arasında büyük gerginlik yaratan, Lahey’deki Adalet Divanı’na götürülen ve o sırada henüz 35 yaşında olan Mahmut Esat’ın zaferiyle sonuçlanan

‘Bozkurt-Lotus’ davasını...

MODERN
hukuk sistemimizin kurucusu kabul edilen Mahmut Esat Bozkurt’un adı, 70 küsur sene aradan sonra yeniden gündemde.

Tartışma, Yargıtay Birinci Başkanvekili Osman Şirin’in bir panelde ‘1926’da başlayan ve dönemine bir hukukçu olarak adını vermiş bulunan Mahmut Esat Bozkurt, bütün saygınlığıyla 79 yıl boyunca hükümranlığını sürdürdü bu ülkede. Şimdi yeni bir dönem, uygar dünyaya açılım adı altında başlıyor’ demesiyle başladı. İki haftadan buyana Çankaya’dan Barolar Birliği’ne, siyasi partilerden gazete sütunlarına kadar birçok yerde bir ‘Mahmut Esat Bozkurt’ tartışmasıdır gidiyor.

Mahmut Esat’ın kim olduğunu şimdi çoğumuz hatırlamayız ve ismine sadece adını taşıyan bazı caddelerle okullardan áşinayızdır. Son tartışmalar sırasında Bozkurt hakkında sadece ‘modern Türk hukukunun kurucusu’ dendiğini ama dünya hukuk literatürüne geçmiş bir başarısından pek bahsedilmediğini görünce, sizlere unutulan bu hadiseyi hatırlatmak istedim: 1927’de Türkiye ile Fransa arasında büyük gerginlik yaratan, Lahey’deki Adalet Divanı’nda götürülen ve Mahmut Esat’ın zaferiyle sonuçlanan ‘Bozkurt-Lotus’ davasını...

İşte, Türkiye’nin yanısıra dünya hukuk çevrelerinde de uzun yıllar konuşulan Bozkurt-Lotus davasının ayrıntıları:

SEKİZ DENİZCİ ÖLDÜ

1926’nın 2 Ağustos gecesi, Midilli Adası’nın on kilometre kadar kuzeyinde bir deniz kazası yaşandı: Lotus adındaki bir Fransız yolcu gemisi, kömür taşıyan Türk şilebi Bozkurt’a çarparak batırdı ve kazada sekiz Türk denizci can verdi.

Bozkurt’un sağ kalan mürettebatını denizden toplayan Lotus, ertesi gün İstanbul Limanı’na geldi ve polis kazayı soruşturmaya başladı. Lotus’un kaptanı Demons ile Bozkurt’un süvarisi Hasan Bey kazada can verenlerin aileleri tarafından yapılan şikáyet üzerine tutuklandılar ve haklarında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Mahkeme kararını 13 Eylül’de verdi: Fransız kaptan Demons, 80 gün hapse mahkûm edilmişti.

Hadise, mahkeme devam ettiği sırada uluslararası bir mesele halini almıştı. Fransa, kapitülasyon döneminden kalma bir alışkanlıkla, Türkiye’nin bir Fransız kaptanı yargılayamayacağını ileri sürüp tutuklamayı ve mahkûmiyeti protesto etti. Taraflar, gerginliğin artması üzerine 12 Ekim günü davanın Lahey’deki Adalet Divanı’na götürülmesi konusunda anlaştılar. Davada Türkiye’yi, zamanın Adliye Vekili olan Mahmut Esat Bey temsil edecekti.

PAŞA EMİR VERDİ

Mahmut Esat Bozkurt,
daha sonra yayınladığı hatıralarında Adalet Divanı’na gidilmesi kararının nasıl alındığını anlatırken, şunları yazıyordu:

‘Birgün, Atatürk beni nezdlerine çağırdılar. Meseleyi bir daha izah etmemi istediler. Anlattım ve sözlerimi şöyle tamamladım:

‘Paşam, Lahey Adalet Divanı’na gidelim. Kimin haklı olduğu orada meydana çıksın. Ben, hakkımızdan eminim. Müsaade ederseniz, davamızı ben müdafaa edeyim. Kaybedersem, memlekete bir daha dönmem; fakat kazanacağız. Hem, Adalet Divanı önüne gitmeden Fransızlar’ın dediğini yapacak olursak, Fransız devletinin tehditleri karşısında boyun eğmiş olacağız. Bu da, onlara diğer meselelerde aynı tehditleri öne sürmek cesaretini verecektir. Halbuki, Lahey Divanı’na gidersek davayı kaybetsek dahi şeref ve haysiyetimiz zedelenmez. zira milletlerarası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil, bilákis büyük şereftir.’

Bu sözler üzerine Atatürk bana ‘Güle güle git. Kazanacaksın. Kazanmasan da memleket seni bağrına basacaktır’ dedi.’

LOZAN’IN ONAYI

Tarafların Divan’a başvurularını yapıp gerekli belgeleri vermelerinden sonra, ilk celse 1927’nin 2 Ağustos’unda yapıldı ve duruşmalar 7 Eylül’e kadar devam etti. Fransız temsilci Profesör Basdevant, Türkiye’nin bu konuda dava yetkisinin olmadığını iddia edip Kaptan Demons’a altı bin lira tazminat ödenmesini istiyor; Mahmut Esat Bey ise kazadan iki sene önce imzalanmış olan Lozan Antlaşması uyarınca Türkiye’nin dava yetkisi olduğunu söylüyor ve tazminat talebinin reddini talep ediyordu. Türkiye’nin Divan’a sunduğu bütün savunmaları, bizzat Mahmut Esat Bey kaleme almıştı.

Adalet Divanı’nın 1927’nin 7 Eylül sabahı açıkladığı karar, genç Cumhuriyet’in uluslararası arenada Lozan’dan sonraki ikinci hukuk zaferiydi: Kararda, Lotus gemisinin kaptanı Demons’u tutuklayarak mahkûm eden Türkiye’nin Lozan Antlaşması hükümlerine ve hükümranlık haklarına uygun hareket ettiği söyleniyor, Fransa’nın tazminat talebi reddediliyordu.

ADINA MARŞ BESTELENDİ

Bugün artık çoktan unuttuğumuz Bozkurt-Lotus davası, Türkiye’nin gündemini daha sonraki senelerde de işgal etti. Lahey’in kararı milli bir zafer, davayı kazanan Mahmut Esat Bey de kahraman olmuştu. Bazı şairler dava ile ilgili destanlar yazdılar ve zaferin şerefine bir de marş bestelendi. Dava ve Mahmut Esat Bey’in savunmaları, zamanla dünya hukuk literatürüne girecek ve benzer davalarda emsal teşkil edecekti.

İşte, önde gelen bir Yargıtay yetkilisinin ‘Uygar dünyaya açılım adı altında yeni bir dönemin başladığı’ müjdesini verirken ‘Bütün saygınlığıyla 79 yıl boyunca hükümranlığını sürdürdü bu ülkede’ dediği, yani hükümranlığının artık son bulması gerektiğini ima ettiği Mahmut Esat Bozkurt, böyle bir hukukçuydu.

Ve, konunun bir başka tarafını da gözden uzak tutmamamız gerekiyor: Mahmut Esat Bozkurt’un, ‘hükümranlığını’ tesis edip Lahey’de dünya hukuk literatürüne girdiği sırada, henüz 35 yaşında olduğunu!

‘Yürekler Acısı’ başlıklı son yazısını tamamladığı anda öldü

MAHMUT Esat Bey 1892’de, Kuşadası’nda doğdu. İttihad ve Terakki’nin önde gelen simalarından olan dayısı Ubeydullah Efendi’nin teşvikiyle 1912’de İsviçre’ye gitti, Fribourg Üniversite’nin Hukuk Fakültesi’nde kaydoldu ve mezuniyetinden sonra ‘Osmanlı Kapitülasyonları’ konusunda doktora yaptı.

Ege Bölgesi’nin Birinci Dünya Savaşı sonrasında Yunanlılar tarafından işgale uğraması üzerine Türkiye’ye dönen Mahmut Esat, Ege’de kurulan Kuvá-yı Milliye’nin öncülerinden oldu ve Kuşadası’ndaki Milli Müfreze’nin başına geçti. İlk Meclis’e İzmir Milletvekili olarak girdiğinde, henüz 28 yaşındaydı. 1922’de İktisat Vekili, yani Ekonomi Bakanı yapıldı. 1923 Şubat’ında İzmir’de toplanan ilk İktisat Kongresi onun bakanlığı sırasında yapıldı. 1924 Anayasası’nın hazırlayıcılarından ve Ankara Hukuk Fakültesi’nin kurucusu olan Mahmut Esat, o senenin Kasım’ında Adalet Bakanı yapıldı ve 1930’daki istifasına kadar bu görevde kaldı.

Türk Hukuk Devrimi’nin en önemli yeniliklerinin başında gelen Medeni Kanun ve Ceza Kanunu ile beraber daha birçok değişiklik, Mahmut Esat’ın Adalet Bakanı olduğu sırada uygulamaya kondu. Gerekçeleri, bizzat hazırlıyordu.

Mahmut Esat, 1926’da kabul edilen Medeni Kanun’un gerekçesinde ‘...Dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması, günümüz uygarlığının esaslarından ve eski uygarlıkla yeni uygarlığın en ayırt edici özelliklerinden biridir. ...Din, ...vicdanlarda kaldıkça saygındır ve temizdir. ...Yüzyılımızın devleti, dini dünyevi hayattan ayırmakla, ona sonsuz bir taht olan vicdanı tahsis etmiştir’ diyordu. Bu sözleri kanunda 1991’de değişiklik yapılması sırasında yeniden gündeme gelecek ve ‘dindar halkı rencide edebileceği’ gerekçesiyle yeni kanun metnine alınmayacaktı.

1930’da bakanlıktan istifa eden Mahmut Esat, milletvekilliğinin yanısıra üniversitelerde Türk İnkıláp Tarihi dersleri verdi, bu arada gazetelere yazılar yazdı ve çok sayıda yayın yaptı. Hayata 21 Aralık 1943’te İstanbul’da, Yeni Sabah Gazetesi’nin Cağaloğlu’ndaki binasında ‘Yürekler Acısı’ başlıklı son yazısını tamamlamasından hemen sonra veda etti ve Kuşadası’ndaki aile kabristanına defnedildi.

Mahmut Esat, asıl şöhretini Bozkurt-Lotus davasının 1926’da Lahey Adalet Divanı’nda görülmesi sırasında Türkiye adına yaptığı savunmayla ve davayı kazanması üzerine elde edecek, kendisine sonraki senelerde Atatürk tarafından ‘Bozkurt’ soyadı verilecekti.

Lahey’deki hukuk zaferini bu heykel temsil ediyordu

1927’nin Türkiye’sinin gündemini en fazla meşgul eden olay, Lahey’deki Adalet Divanı’nda görülen Bozkurt-Lotus Davası idi.

Davanın Adliye Vekili Mahmut Esat’ın zaferiyle neticelenmesi üzerine, Lahey’deki duruşmalara katılan Türk heyeti tarafından batan geminin adından hareketle tunçtan bir bozkurt heykeli yaptırıldı ve heykel Mustafa Kemal Paşa’ya hediye edildi. 29 santim yüksekliğinde olan heykelin kaidesinde eski harflerle ‘Bozkurt Davası Hatırası, Lahey, 7 Eylül 1927’ yazılıydı. 1960’ların sonuna kadar Anıtkabir’de sergilenen heykel, daha sonra Samsun’da açılan Gazi Müzesi’ne gönderildi, birkaç yıl burada teşhir edildi ve daha sonra ortadan kayboldu. 1998’de gazeteci Kemal Çapraz’ın müzenin deposunda tozlar arasında bulduğu heykel, şimdi aynı müzede yine Atatürk tarafından kullanılmış olan bozkurt şeklindeki bir zille beraber sergileniyor.
Yazarın Tüm Yazıları