Paylaş
Tetiği çektim, sol omuz başına isabet. Omzu kırıldığı için üzerine basamıyor sol ön bacağının. Mermi omzu kırıp mutlaka kalbine isabet etti ama hemen düşmeyecek. Bir anda bizi görüyor ve üzerimize dönüyor... Traktör gibi geliyor üzerimize. Bu kez tam göğsünün ortasına atıyorum. Bu da tam hedefte. Kalbi, ciğerleri; mutlaka! Birer mermi daha yolluyoruz. Sarsılıyor ama devam ediyor üzerimize gelmeye. Son kurşunumu da kalbine yapıştırıyorum... Çalışan bir kalbi kalmadığına eminim. Beynine nişan alsam? Dümdüz gelmiyor ki, kafası hareket halinde. O koca kafada yumurta büyüklüğündeki beyni ya tutturamazsam? Birimiz düşene kadar kurşun sıkmaya devam...
Cem Boyner CEO Life dergisi için kaleme aldığı yazıda Afrika’nın Miombo ormanında 800 kiloluk bir bufaloyu nasıl öldürdüğünü anlatıyor. Avcılık “hobisine” ilişkin anılarını bir kitapta toplayacakmış. Önden de tadımlık bir parça servis etmiş.
Bir kere şu “hobi” sözcüğünden girelim konuya. Benim hobiden anladığım ahşap boyama, örgü, yemek yapmak vs... Canlı öldürmenin neresi hobi? Hobi bir yana, bir de elinde silah hayvanları kovalamayı spor addedenler var.
“Avlanmak spor değildir. Çünkü sporda her iki taraf da oyunda olduğunu bilmelidir” diye bir söz var. Ve bence her şeyi açıklıyor.
Spor beceri gerektirir, rekabetçidir ve eğlencelidir. Basketbol spordur, tenis spordur. Avcılık ise değil... Avcılığın beceri gerektirdiğini söyleyenlere, çivi topuklarla yürümenin de beceri gerektirdiği karşılığını verebiliriz. Ama bu bir eylemin spordan sayılması için yeterli değil.
Avcılık rekabetçi değil. Çünkü sadece bir tarafın kazanma şansı var. O da elinde silah olan. Avcıların ellerinde silah gururla poz vermeleri kadar saçma bir şey de olamaz.
Neyin gururunu yaşıyorsun? Silahsız çık bakalım o bufalonun karşısına da görelim zaferini.
Kimse kusura bakmasın; 100 bin yıl evvel avcılık insanoğlunun hayatta kalmasının yegane yolu olabilir ama bugün karın doyurmak için hiç de gerekli olmayan son derece vahşi bir boş zaman değerlendirme aktivitesi.
Birçok avcının kendini haklı göstermek için uydurduğu “doğanın dengesini koruyoruz” yalanına tezat olarak da avcılık, dünya çapında çeşitli hayvan türlerinin neslinin tükenmesine katkıda bulundu. Tazmanya kaplanı buna örnek.
Nesillerinin tükenmesi bir yana... Avcıların yaraladığı birçok hayvan acılar içinde yavaş yavaş ölüyor. Maine Avcılar Birliği’nin rakamlarına göre, yaylı tüfekle vurulan hayvanların yüzde 50’si yaralanıyor ama ölmüyor. Avcıların yaraladığı tilkilerin yüzde 20’si tekrar vuruluyor, yüzde 10’u kaçmayı başarsa da aç kalarak ölüyor. Her yıl 3 milyon yaralı ördek acı çekerek ölüyor.
Avcıların vurduğu geyiklerin yüzde 11’i iki ya da üç kez vurulduktan sonra ölüyor, hatta bazıları 15 dakika acılar içinde kıvranıyor.
Avcılık, hayvanların göç ve kış uykusu düzenlerini de bozuyor.
Avcıların neden olduğu stres, hayvanların kış aylarında hayatta kalmalarını sağlayan yağ ve enerjiyi depolamalarını engelleyerek yeme alışkanlıklarını bozuyor.
Eko-sistemin öyle narin bir dengesi var ki... Doğal avcılar en hasta canlıları öldürerek bu dengeyi ayakta tutuyor. Ancak avcılar, şöminelerin üzerine kimin kellesini asmak istiyorlarsa tüfekle onun peşinden gidiyor.
Bu nedenler bir yana... Benim aklım silahla insan ya da hayvan, herhangi bir canlının peşinden koşmayı, onu pusuya düşürüp kanlar içinde ölüşünü izlemeyi almıyor.
Kimin sözü hatırlamıyorum ama katılıyorum: “İnsanlığı seviyorum, insanları değil.” Bazen “Maymunlar Cehennemi” gerçek olsun istiyorum. Müstahak.
Paylaş