Paylaş
İnanılmaz bir doğa mucizesi resmen... Hayatımda hiç, bir meyvenin soframıza gelirken nasıl uzun bir yoldan geldiğini, ne çok şey yaşadığını, nasıl doğduğunu, büyüdüğünü ve geliştiğini böylesine gözlemlememiştim. Büyülendim.
Bahçemize muz ağacı dikmiştik. Anamur muzu. Ağacın muz vereceğini ve oturup yiyeceğimizi söylediklerinde, gülüp geçmiştim.
Muz bana hep, tropik dünyalarda ağaçta cırt diye biten ve yaramaz maymunlar hepsini yiyip bitirmeden toplanıp ithal edilen, adı da Çikita olan bir meyve gibi gelirdi.
O minik muz ağacı büyüyüp dev bir muz ağacı olup, yanından yeni bir muz, yeni ikinci bir muz, üçüncü bir muz ağacı yavrulayana kadar muz ağacına hiç yakından bakmak da aklıma gelmemişti. Bizim muzlar öyle bir hale geldi ki, resmen taburemi önüne çekip seyretmeye başladım.
Muz ağacı büyürken yanından yeni bir muz ağacı yavrularsa: “Ben sana meyve vermeye hazırlanıyorum!” demekmiş biliyor musunuz. Bizim ilk muz ağacı 3 metreye ulaştığında, yanında 6 tane daha muz ağacı büyümeye başlamıştı bile...
Heyecanı size anlatamam. Çocuklarla her sabah koşa koşa yanına gidiyoruz, bakıyoruz, sayıyoruz, çığlık atıyoruz.
Derken bir gün muzun o muhteşem kocaman ve mis gibi gölge yapan yapraklarının yanındaki bir daldan kocaman mor renkli bir çiçek çıktı. Yani ben onu çiçeğe benzettim.
Tepetaklak duran bir huni gibiydi. O huninin adı hevenkmiş meğer. Yaprak yaprak katmanlardan oluşan kocaman, şişman ve ağır bir çiçek gibi hayal edin. O hevenkin yaprakları sırayla ve asil bir ahenkle açılmaya başladı. Yavaş yavaş...
İçinden minicik, şekerli bir sıvı dolu, akıllara zarar verecek güzellikte çiçekler çıktı. Sonra bir baktım, arılar akın etti, bal arıları ama sürüyle. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken ve acaba arılar beni sokar mı diye düşünürken, o akıllı ve amacı belli arılar sadece ve sadece o çiçeklerden o tatlı sıvıyı toplamaya, toplarken de çiçeklerin dibini hafiften oymaya başladılar. Oydukları çiçeğin dibinden yaprakları döküldü ve ortaya yavru muzlar çıktı iyi mi! Minicik, koyu yeşil muzcuklar.
Gözlerime inanamadım biliyor musunuz. Günlerce seyrettim. Hevenk yaprağını açtı, çiçek göründü, arı geldi, bal topladı, çiçeği dibinden tırtıkladı, çiçeği dalından düşürdü ve muz göründü... Hayat zinciri böyle devam etti.
O 2-3 santimlik muzcuklar arkadan gelen yaprak katmanının altında saklanan diğer muzlara yer vererek sırayla büyüdüler ve muz salkımı oldular. 30’a yakın muzumuz oldu. O kadar ağırlaştı ki dal, yere eğildi de eğildi. Kesme zamanı geldi. Kestik. Merdiven altına yerleştirdik, muzların olgunlaşmasını bekliyoruz. Muz ağacının dibinde biten diğer muz ağaçları o dalı kesilen muzun gövdesinden aldıkları besinle güçleniyorlarmış şimdi. Öyle olurmuş yani.
Kışın meyvesini vereni gövdeden kesmemiz gerekecekmiş ki, muzlar doğurmaya devam etsin, başka muzlar gelsin.
Muzun gelişiminde arıların da marifeti varmış meğer. şu doğanın mucizesine, işleyişindeki ahenge, takım çalışmasına bakıp da insan nasıl etkilenmesin?
Ben pek tabii ki çok etkilendim... Her sabah erkenden muzun dibindeyim. Sizi de beklerim.
Yonca
“Yikita”
Yalıkavak Kolonya
Geçen seneden beri Paşabahçe’den her alınan şeyde keçeden 4 yapraklı bir yonca bağlı paketlere, her gördüğümde ağzım kulaklarıma varıyor, sonsuza kadar bağlasınlar o 4 yapraklı yoncaları istiyorum. Amin.
Bu sene de eşim Paşabahçe’den özel üretilmiş bir kolonya almış, üzerinde Yalıkavak yazıyor ve sıkı durun, Bodrum mandalinası kokuyor! Kolonyadan nefret eden ben, elimden düşüremiyorum.
Budur işte güzel fikir. ınsanı kendinden geçiren, mutluluk veren bu mandalina kokusu ve Yalıkavak bir araya gelmiş, ortaya müthiş bir ürün çıkmış. Hayran oldum. Umarım Yalıkavak dünya markası olur. Bu da yeni hayalimdir. Duyurulur.
Yonca
“kolonyal”
1 kadın, 2 erkek, 3 çocuk
NTV Brüksel’den bildiren Güldener Sonumut ortaokuldan sınıf arkadaşım. Dünyanın en güzel kahkaha atan adamlarından biridir. Kızının adını verdiği yelkenlisi Daphnesan’la Turgutreis D-Marin’den çıkalım, gezelim dedik. Çıktık.
Güldener, ben ve iki çocuğum, bir de dünyanın en uzun isimli insanlarından lise arkadaşımız Christian Xavier Gabriel Olry de Labry Morin de Linclay ve kısacık isimli oğlu Sacha ile...
Daha tekneye adımımı atar atmaz, buzdolabını suntalarıyla birlikte yerinden sökmeyi başararak tarihe geçtim! Bana rağmen batmadan döndük ya, ne desem bilmiyorum.
Ama bir yelkenlide 1 kadın, 2 erkek ve 3 çocukla geçirilebilecek en harika saatleri geçirdim, bunu çok iyi biliyorum.
Yelkenli muhteşem bir şeymiş. Motoru en fazla 15 dakika çalıştırıp yelkenle devam ediyorsun. Denizin sesiyle başbaşasın; su şıpırtısından, rüzgardan başka tek ses yok. Rüya gibi.
Tabii deli gibi de çalışıyorsun. Yok öyle boş durmak. Sporun en alası. Bizim demirin üzerine başka tekne demir attı. Güldener’in muhteşem kaptanlığı sayesinde inanılmaz bir manevrayla dolanmadan kurtulduk.
Ben yelkenli dili de bilmiyorum. Halimiz hayli komikti. Neler neler öğrendim tek bir seyahatte, anlatmak istiyorum; ama kollarım tutmuyor. Yazamıyorum işte!
Yonca
“karabatak”
Paylaş