Gerçek Hayat Dostları’nın Cenk Koray anısına düzenlediği geceden ödül törenine kalamadan ayrıldım.
Beklediğimden çok daha görkemli bir geceydi. Ödül alan, almayan herkes oradaydı... Gecenin ise bence tek bir yıldızı vardı; Gönül Akkor... Yıllardır ortalarda görünmeyen, rahatsızlığı nedeniyle evinden çıkmayan Gönül Akkor, yürümekte zorluk çekse de geceye gelmişti. Yıllar sonra da gerçek bir stardı... Gerçek Hayat Dostları bu tür gecelere devam edecek. “Nereden para kazanılıyor, herkes davetli burada” diye sordum. İlk organizasyon olduğu için böyle yapmışlar. Bundan sonra yardıma muhtaç sanatçılar için geceler düzenleyeceklermiş ve onlar paralı olacakmış. Gönül Akkor’un bile geceye katılması, Gerçek Hayat Dostları’nın iyi şeyler yapacağına olan inancımı artırdı. Ödül kategorisindeki tek itiraz noktam; “Son yüzyılın erkek sahne fenomeni” başlığına... Seneye aynı ödülü başkasına verdiğinizde ona ne diyeceksiniz; “geçen yüzyılın” mı?..
Hacı Abdullah...
İstiklal’de, Ağa Cami’nin sokağındaki şu restoran Roma’da, Paris’te olsa, “Ay 100 yıllık mutfak şekerim” diye kapısında kuyruk oluştururduk... Hacı Abdullah 122 yaşında... İstanbul’un en eski lokantası... Yıllardır uğrak yerlerimden biridir burası. Yemeği, lezzeti, dekorasyonu, temizliği dillere destandır. Tuvaletine kadar her yeri pırıl pırıldır. Ama gelin görün ki, ne sokağı sokak, ne yolları yol... Sokak o kadar keşmekeş ve pis ki, içeriye girdiğinizde başka bir dünyaya adım atmış gibi oluyorsunuz. şimdi yanında alışveriş merkezi yapılıyor. Ortaya nasıl bir manzara çıkacak merakla bekliyoruz. O alışveriş merkezi inşaatının yarattığı kirlilik, diğer binalara verdiği tahribat, Beyoğlu’nun tarihi dokusuna verdiği zararı hep birlikte göreceğiz. Hacı Abdullah, lokantanın ötesinde ıstanbul’un kültürel parçasıdır artık, tıpkı Rejans gibi... Ne yazık ki pislik içinde bir sokakta, tepesine yıkılmak üzere olan bir binanın altında hizmet veriyor. Daha ne kadar dayanır acaba...
Çok film olmuş...
“Çok Filim Hareketler Bunlar”ın en komik sahnesi hangisi? Öne çıkan skeç hangisi? Herkes neyi konuşuyor? 300 günübirlikçiyi! “300 Spartalı”dan esinlenerek karikatürize edilen müthiş bir skeç... Yönetmen Ozan Açıktan’ın da Allah’ı var, çok güzel çekmiş. Hatta filmin afişinde de bu sahne var. Deniz kıyısına koşan ve orayı talan eden günübirlikçilerin komedisi... Fikri bile komik... Mutfak’çıların yerinde olsam, bu hikayeyi filmin ana merkezine oturtur, etrafına diğer skeçleri örerdim. Böylece başından sonuna akan bir kurgusu olurdu filmin... Mutfak ekibi ekranda çıtayı öyle bir yere koydu ki, bu ekipten yılın komedisini bekliyordum ben... Sonuçta seyirciyi güldürecek, eğlendirecek bir film yapmışlar ama senaryo zayıf, skeçler uzun olduğu için büyük bir fırsatı kaçırmışlar.
Sinema oyunu
“Sinemayı çok iyi bilirim” diyenlere kendini sınayacakları bir site öneriyorum şimdi... www.99filmesobe.com adıyla bir site açtı Cinecity sinemaları. Siteye girenler tek bir tabloyla karşılaşıyorlar. Tablonun üzerinde yapılmış 99 desen var ve her biri bir filmi simgeliyor. Desenlerin üzerine tıklayıp hangi filme ait olduğunu yazıyorsunuz, doğruysa yeşil yanlışsa kırmızı oluyor. Ama bu oyun için yerli ve yabancı ciddi bir sinema bilgisine sahip olmak gerekiyor. Oyunu ilk bitirene de Cinecity sinemaları 1 yıllık bedava bilet veriyor. Şu ana kadar oyunu bitirebilen yok. Ben arada girip deniyorum, şu ana kadar 12-13 film bulabildim sadece. Hafta sonu oyuna kafayı takarsanız bana kızmayın hiç... Bir ipucu: Desenler film sahnelerini değil, filmlerin adını simgeliyor. Mesela “selvi ağacının altında oturan kırmızı başörtülü kadın”, Selvi Boylum Al Yazmalım... Ama hiç sevinmeyin bu en kolayıydı...
İclal-Tuna olayından çıkarılacak ders...
Ah be İclal’im, tam Tuna olayından sıyrılmış yolunda gidiyordun... Başbakan’la kahvaltı bile yapmıştın... Eski davalar canını sıksa da, yazılar tadında, hayat güzelken... Nereden çıktı eski eşe köşe yazısı yazmak? Tamam, Jacqueline du Pre senin için bir simge... Biliyorum sen eski eşin yeni sevgilisinden çok, eski eşin her kadına aynı mektubu yazmasına takıldın... Ama bak işin yansıması hiç öyle olmadı. Dün bütün gazetelerde “İclal ölen çellisti Tuna’nın yeni aşkı sandı” başlığı vardı. Ne gerek vardı? Biz yazarların buradan çıkaracağı ders şu olmalı: Bir hışımla yazılan yazıları bir gün sonraya bırakmak, sakinleşince yeniden okumak ya da mutlaka yakın bir dosta okutmak gerekiyor.