İclal Aydın ve Tuna Kiremitçi, yani iki eski karı-koca epeydir aynı gazetede köşe kapmaca oynuyorlardı.
Türkçesi; biri iç sayfalarda, diğeri de arka sayfada köşe yazıyordu. Sonra ne olduysa oldu, önceki gün bir baktık ki İclal Aydın -köşeci jargonuyla- döşenmiş/çakmış/geçirmişti eski kocası Tuna’ya. Sebep? Tuna’nın en son kaleme aldığı yazılardan birine ıclal artık dayanamamış ve Tuna’ya şu iki maddede toplanabilecek hususlarda fena içerlemiş, içindekini kusmuş da kusmuş, üzerine de bir soğuk su içmiş: * Bana da, benden önce ve sonra çıktığın tüm kadınlara da bir filmden alıntıladığın aynı cümleyi sarf edip duruyorsun Tuna. Böylece herkes kendini biricik zannediyor, kalplerde taht kuruyorsun. Ayıptır, artık bu taktiği bir an önce değiştir... * Yeni birini severken öncekileri tamamen gömüyor, onlarla yaşadıklarını “başarısız” sayıyor, bunu ilan etmekten kaçınmıyor, ayıp ediyorsun. Bir gün yenisi de eskiyecek. Eskiler çoğalacak ve sen ne yapacaksın? ıclal’in özetle derdi bu. İyi de Tuna ne yazmış ki son yazısında? Jacqueline diye bir kadından övgüyle/aşkla bahsetmiş. “O çello çalıyor, ben de roman yazıyorum. Biriyle beraber yaşamak ne hoşmuş meğer” kıvamında aslında gayet sıradan bir yazı kaleme almış. Oysa flaş yavrum flaş! Meğer ıclal’in yeni sevgili sandığı Jacqueline çoktan ölüp gitmiş ünlü bir çellistmiş. Yani Tuna’nın yazısı kurguymuş tamamen. Hayır, asla “ıclal mort oldu, bak ne bilgisizmiş” diye düşünmüyorum. Tuna açıklayıncaya kadar kim biliyordu ki o Jacqueline, ölüp gitmiş meşhur çellist Jacqueline? ıclal mort olmadı ama keşke böyle aşırı kadınca bir yazı kaleme almasaydı. Kendini tutsaydı ya da tam tersi: Telefon açıp bağırıp çağırsaydı Tuna’ya. Çünkü köşeler böyle hesaplaşmaların yeri değil bana göre. Eğer iş bu tarz romantik komedi kavgalarına dönüşecekse, köşeciler ilgi çekmek adına şunları yapmak zorunda kalacak pek yakında, ürkmekteyim: * Eski eşe, sevgiliye, anneye, babaya, yeğene, arkadaşa; direkt ismiyle hitap ederek tüm yazı boyunca birikmiş duyguları döşenmeye doyamamak. Hatta daha da ileri gidip sadece iki kişi arasındaki sırları ifşa etmek... * Mümkünse köşeci bir sevgili edinmek. Sonra ondan ayrılmak ve köşelerden atışıp tutuşmak. Arada tekrar bir araya gelip okuyucuyu şaşırtmak, delirtmek. * Mümkünse Aşk-ı Memnu tarzı bir yasak aşk yaşamak. Sonra bunu lönk diye köşede açıklamak. Tefrika tadında bu aşkı anlatıp durmak. Arada okurlardan yardım istemek. 300 bölüm, yani bir 300 gün sonra da tıpkı Tuna gibi kalkıp “Pardon kurgu yapmıştım, yaşadıklarımın hiçbiri gerçek değildi” deyivermek. Ardından pek tabii şık bir şekilde istifayı basmak...
Kafaya takılanlar
MEMELİ MEVZU * Deniz Akkaya’nın “Silikonlarım emzirmeme engel değil” lafı çok hoş. Peki ekstra büyümüyor mu zaten o malum dönemde memeler? O zaman ne oluyor?
KURGUSAL MEVZU * Bir-iki yıl önce filan, ben de Tuna gibi bir kurgu yazı kaleme almıştım, “Bir günüm nasıl geçiyor” diye. Acayip abartılı, aşırı lüks, şımarık bir hayat tarzı çizmiştim o yazıda. Sonra da yazının altına neden böyle bir şey yazdığımı açıklamıştım. “Bunlar gerçek değildir”in altını çizerek... Ona rağmen herkes gerçek zannetti. Ne mail’ler gelmişti. Kafama takılan şu: Köşede kurgusal yazmak iyi bir şey mi kötü bir şey mi?
UÇ UÇ BÖCEK * TASSA Kabin Memurları Derneği Başkanı ızzet Levi’ye geçen yazıda sormayı unuttuğum bir soru vardı. “Uçmak bağımlılık yapar mı? Gün gelip bu iş bırakılsa ne olur acaba?” diye. Yapıyormuş, hem de nasıl! ızzet Levi bir süre denemek için girdiği mesleği 18 yıldır bırakamamış işte. ızin günlerinde bile uçakları özlüyormuş. Habire bir uçaktan inip diğerine bindiğim şu iç hat günlerinde bende de aynı hissiyat oluşmaya başladı. Karada sıkılıyorum artık, hemen havalanmak istiyorum! “Kemerlerinizi bağlayın” notu: Bu arada TASSA’nın ilköğretim okulu için düzenlenen sergi bitti, ama dileyen/isteyen hâlâ yardımda bulunabilir. Özellikle de uçma sevdalıları. Tıpkı, konuya gönüllü destek veren Lobby’nin sahibi Ünal Uzun gibi.
BENNU VE CEM DE GOA’DA * Bennu Gerede ve Cem Büyükhanlı da evlenir evlenmez balayı için soluğu Hindistan’ın Goa şehrinde alanlardan. Orhan Pamuk sayesinde beyaz Türkler arasında birdenbire yeniden gözde olan Goa, Hindistan’ın ıbiza’sı gibi bir yer. Yani dinginliğin yanı sıra eğlence de var. Yıllar önce Pune’daki meşhur Osho Ashram’ına giden spritüel Türkler çok önceden keşfetmişti orayı...