Paylaş
Ben bir çizgi film hastasıyım.
Eskilerden Heidi’yi şeker Kız Candy’i yeniden izlemem ama Tom ve Jerry’i
hâlâ oturup izlerim mesela.
Yetişkinlere yönelik Simpsons, South Park, Family Guy, As Told by
Ginger’ın hastasıyım.
Sponge Bob’u ne zaman yakalasam, gözüne far tutulmuş tavşan gibi
kalırım, zap yapamam.
“şu yeryüzünde nerede çalışmak isterdin” diye sorsalar, tereddütsüz
“Pixar” yanıtını verecek noktaya gelmiş durumdayım...
Pixar, Kayıp Balık Nemo, Arabalar gibi Hollywood’un en iyi animasyon
filmlerinin altında imzası bulunan şirket...
Geçen akşam Disney’le ortak yaptıkları Wall-E adlı animasyonun DVD’sini
izledim.
Bir mucize bu film!
Yok denecek kadar az konuşmayla seyirciyi ekrana bağladığı için
mucize...
Her tarafı çöp yığını olmuş, insanların terk ettiği bir dünyada tek
başına yaşayan Wall-E adlı robotun, dünyaya gelen araştırma robotu Eve’e
olan aşkını anlatıyor film.
Benim gibi çizgi film hastası olan bir arkadaşım, “Animasyon izlediğim
geceler çok daha iyi uyuyorum. Ne gece yarısı kalkıyorum ne de kötü bir
rüya görüyorum. Deliksiz bir uyku çekiyorum” demişti.
Uyku problemim yoktur ama fark ettim ki bir doğruluk payı var bu
lafta...
Animasyonlar başka dünyalara götürüyor bizi. Kimi zaman okyanusların
altında, kimi zaman buzullarda, kimi zaman uzayda hiç olmayacak masallar
anlatıyor bize.
Hepsinde de müthiş bir sıcaklık, sevgi var.
Hiç sözün olmadığı iki robotun aşkı bile yatağa mutlu götürüyor
insanı...
Çocukluğumuzda yatmadan önce dinlediğimiz, sonu mutlu biten masalların
etkisini yaratıyor belki de...
Wall-E’yi izledikten sonra müthiş bir uyku çektim.
Deneyin, animasyonun en iyi uyku ilacı olduğunu göreceksiniz.
Bunları biliyor musunuz?
? 90 dakikalık bir animasyon filmini tek bir sanatçı yapmaya kalksa, 442
yılda tamamlayacağını...
? Bir animasyon filminin dört yılda tamamlandığını...
? Bir karakterin göz ya da dirsek hareketini yaratmak için bile aylarca
çalışıldığını...
? Bir animasyon filmi için yüzlerce sanatçının çalıştığını...
? Tek bir sahnede bile onlarca sanatçının emeği olduğunu...
? Çocukluğunda legoya düşkün sanatçıların karakter yaratmada daha
başarılı olduğunu...
Yetişkinlere çizgi film bizde neden yok?
Bir süredir kafayı bu soruya takmış durumdayım.
Yarışmasından reality’sine dünyada tutmuş her format bizde var da neden
yetişkinlere yönelik çizgi film yok?
Oysa Amerika’da izleniyor, Avrupa’da yapılıyor, ıngilizler’de var...
Bunun en büyük nedeni maliyeti.
Çizgi filmler pahalı prodüksiyonlar olduğu için, hiçbir kanal bu işe
bütçe ayırmıyor.
Çizgi filme kucak dolusu para verip, prime-time dışında yayınlamak kârlı
bir iş değil.
Prime-time’da yayınlamaya da hiçbir kanalın cesareti yok.
Oysa nasıl dünya televizyonlarında varsa, bizim izleyicide de bunun
karşılığı olacağına inanıyorum ben.
Beş-altı yıl önce Bir Kadın Bir Erkek’i yapmaya kalkmıştık, ancak
kanallar bu formata hazır değildi ve olmadı.
Bugün Bir Kadın Bir Erkek nasıl Türkmax’ta yayınlanıyorsa, Türkiye’de
‘yetişkin çizgi filmler’ için de zamanın geldiğini düşünüyorum.
Yıllar önce Varol Yaşaroğlu, Pembe ve Mavi diye bunu denemişti.
Türkiye’nin ilk yetişkin çizgi filmiydi bu ama hem kötü bir saatte
yayınlandığı hem de senaryosu zayıf olduğu için sadece sekiz bölüm
yayınlandı.
Türk televizyon-larının en büyük eksiği bu...
Artık Türkiye’de yetişkinlere yönelik iyi bir çizgi film yapmanın zamanı
geldi...
‘Fuarın yeri iyi’ diyenlere...
TÜYAP Kitap Fuarı’nın sekiz yıllık sürgünü bitmeli ve seneye
Beylikdüzü’nden yeniden şehir merkezine taşınmalı diye yazdım.
Avcılar, Küçükçekmece, Beylikdüzü’nde oturan okurlar tepki gösterdi bu
fikrime.
“Her şeyi ayağınıza beklemeyin, bir şey için de poponuzu kaldırın. Siz
oralarda yazarlar, sanatçılarla koyun koyuna yaşıyorsunuz. Bizim yılda
bir kez şairlerle, yazarlarla buluşmamızı da çok görmeyin” diyorlar.
Öyleyse Anadolu yakasındakilerin suçu ne? Onlar hiç buluşamıyorlar.
Taksim’de oturduğum için “fuar da Taksim’de olsun” diyecek kadar
delirmedim.
Anadolu yakasında da otursam aynı şeyi söyleyeceğim, Bakırköy’de de
otursam...
Kaldı ki, yıllarca Bahçelievler’den kalkıp gittim ben Tepebaşı’ndaki
fuara...
Ama yıllardır Beylikdüzü’ne gidemiyorum işte, benim gibi binlerce insan
var.
Beylikdüzü’ne hatta Silivri’ye güzel bir Disneyland kurulabilir ama bu
tür kültür sanat etkinliklerin adresi şehrin merkezidir.
Paylaş