Kadının mağdur gösterilmesindensıkılmıştım

Güncelleme Tarihi:

Kadının mağdur gösterilmesindensıkılmıştım
Oluşturulma Tarihi: Ekim 10, 2010 00:00

“Öyle Bir Geçer Zaman ki”nin başrol oyuncusu Ayça Bingöl, öğrencisi Ahmet Rıfat Şungar’la Moda’da, Kemal’in Yeri’nde buluştu ve İstanbul Life dergisi için genç oyuncunun sorularını yanıtladı.

Haberin Devamı

AYÇA BİNGÖL FOTOĞRAFLARI

“Öyle Bir Geçer Zaman ki” adlı dizide oynuyorsunuz. Nasıl dahil oldunuz projeye?  

- Bir önceki projem henüz bitmemişti senaryoyu bana gönderdiklerinde. 15 bölüm senaryo gelmişti, bu önemli bir ayrıcalık. Karakterler çok iyiydi, hepsi özenle, ayrıntılı olarak yazılmıştı, derinlikleri vardı. Aslında hikaye çok basit ama çok gerçek, olaylar ayrıntılarda gizli. Yönetmenimiz Zeynep Günay, senaryoyu bu gerçeklik duygusu üzerine çekiyor. Yapımcımız ve kanal da çok özeniyor ve büyük destek veriyor. Bu projede olmamam için hiçbir sebep yoktu. Üstelik kilit bir rol ve genel anlamda yazılan kadın rollerinin aksine güçlü bir kadın çizilmiş. Çok doğru bir ekiple çalışıyorum, çok şanslıyım. şu anki setimde en büyük mutluluğum setin komutanının egosuz olması. Setin komutanı, yönetmendir. O yüzden kimse sette egosunu dolaştıramıyor.

60’lı yılların kadınlarına farklı bir açıdan bakıyor karakteriniz değil mi?

- Evet, senaryoda beni en çok sevindiren özelliklerden biri de bu oldu. Genelde diziler erkek odaklı karakterler üzerine çekilir. Bu senaryoda en çok hoşuma giden şey, kadının kendi başına bir hikayesi olması ve tek başına güçlü bir şekilde ayakta durması. Kadını hep mağdur ve zayıf gösteren senaryolardan sıkılmıştım. Bu o yüzden benim için bulunmaz nimet oldu. Bu durum seyircinin de çok hoşuna gidiyor. Birçok kadının başından geçen olaylar ekrana yansıyor. Bu dizide kadın her şeye rağmen çocuklarıyla hayatta kalmayı başarmaya çalışacak. Bunu çok sevecek seyirci.
 
BÜTÜN AŞKLARIMI BURADA YAŞADIM

“Öyle Bir Geçer Zaman ki” bir dönem dizisi. O dönemi solumak nasıl bir his yaratıyor?

- O dönemin başka bir naifliği var. Ben siyah-beyaz fotoğraflara baktığımda bunu hissedebiliyorum. Ritmi düşük bir dönem. Böyle bir koşuşturma, kaos, hız yok o dönemde. Hayat çok daha yavaş ve sindire sindire ilerliyor. Belki de o dönemin en çekici yanı bu. Gerçekten ben de hayatı sindire sindire yaşamak isterdim. Daha fazla yaşadığımı hissedebilirdim. Çünkü biz hep zamanın ne kadar çabuk geçtiğinden şikayet ederiz, hiçbir şeye yetişememekten yakınırız. Bir yerlere yetişme ya da yetişememe durumuyla yaşıyoruz. Bu, hayatta büyük bir huzursuzluk yaratıyor.

60’lı yılların İstanbul’una uygun bir ortamda çekiyorsunuz diziyi... İstanbul’un yapısal dokusunun değişmesi sizi rahatsız ediyor mu?

- İstanbul çok büyük bir şehir. Canlılık içinde yaşamaya alıştığımız için bu artık bize olması gerekenmiş gibi geliyor. Ama şunu da biliyoruz ki kaçabileceğimiz yerlerimiz var. İstanbul’da hâlâ kafa dinleyip, dingin zamanlar geçirebilecek mekanlar bulunuyor. Bu his kendimi korunaklı ve huzurlu hissetmemi sağlıyor. İstanbul’u sevmemdeki en büyük nedenlerden biri de bu.

İstanbul’da bize tavsiye edebileceğiniz, sevdiğiniz mekanlar var mı?

- Kemal’in Yeri, benim için çay içilebilecek en güzel yerdir. Doğma büyüme Modalı’yım ve bütün çocukluğum Moda Parkı’nda geçti. O zamanlar böyle bir park değildi tabii... Her şey tahtadan oluşuyordu. Sonra ilk gençlik yıllarım Kırıntı’da geçti. Lise çağlarımdaki bütün ayrılıklarım, bütün aşklarım Kemal’in Yeri’nde yaşandı. Benim için mekanlar yaşadığım tarih ve bıraktığı anılardan dolayı önemli oluyor. Hâlâ Koço’da balık yiyorum, çünkü bana verdiği hissi seviyorum.

TİYATRO KARIN OLUR KARIN İSE METRESİN

Ayça Bingöl denince akla ilk gelen tiyatro, sahne... şimdi dizide oynamanıza şaşırıyorlar. Geliyor mu böyle tepkiler size?

- Hayatım boyunca tiyatroyu hep ön planda tuttum. Televizyona tiyatronun yoğunluğu sebebiyle çok fazla zaman ayıramadım. Hep ikinci rolleri tercih ettim. Bunun sebebi tiyatronun yoğunluğuydu. Tiyatroyu asla ikinci plana atamazsın. Sevgili hocam Yıldız Kenter “Tiyatro karın olur, karın metresin” derdi hep. Bu abartı bir tabir olsa da tiyatro ihaneti, başıboş bırakılmayı affetmez. Benim televizyondaki durumum, tiyatroda ayaklarım yere daha sağlam bastıktan sonra hareketlenmeye başladı.

Tiyatronun disiplini, televizyon hayatında nasıl bir etki yaratıyor?

- Genelde tiyatro oyuncularının disiplini, sette kurdukları ilişkiden senaryoya yaklaşma biçimine kadar yaptıkları her işe pozitif olarak yansır. Oyunculuğun en önemli noktası her koşulda her şeye çok çabuk adapte olabilmektir. O yüzden kıvrak ve kolay adapte olabilen bir oyuncuysan dizide de çok başarılı olursun. Kendi işini kolaylaştırırsın. Yani tiyatro oyuncusunun zihni, algısı çok geniştir. Bu doğal olarak diğer işlerinde de ona avantaj sağlar.

Önceden tiyatro oyuncularına karşı büyük bir önyargı vardı. Sanki daha yeni anlaşılmaya başladı tiyatro ve konservatuvar mezunu oyuncuların değeri...

- Eskiden tiyatrocuların çok abartılı oynadığı algısı vardı. “Tiyatrocular tiyatro sahnesinde oynamaya alışmıştır ve minimal oynayamaz” denirdi. Oyunculuk da tıpkı yaşam gibi sürekli değişiyor, dönüşüyor ve kendini yeniliyor. Bu nedenle biz oyuncular da gerçekçiliğe, samimiyete ve doğallığa yatkın bir oyunculuk sergilemeye çalışıyoruz. Tiyatrocular gerçekliğe daha yakın durdukları için bu algı değişti ve büyük başarılar elde edildi. Bunu sinema yönetmenleri de fark etti. O yüzden artık tiyatro oyuncularıyla çalışmayı daha çok istiyorlar.

Haberin Devamı

BİRAZ ŞİDDET EĞİLİMİMİZ VAR

İstanbul biraz hızlı gelişiyor ama bir yandan yükselirken bir yandan dibe batıyor...


- Çok büyük uçurumlar yaratıldı. Bu gelişme ve büyümeyle birlikte tahammülsüzlük arttı. Kimsenin kimseye hoşgörüsü yok. Her şey tahammülsüzlükten çıkıyor. Bu yaptığın işe de yansıyor. Herkes birbirine saldırıyor ve suç artıyor. Kimse kendine bakmıyor. ınsanın kendisine dönüp bakması zordur. Kendini eleştirmesi birazcık cesaret ister. Kendi içine bakmaktan korkan kişi karşısındakine kızarak bir çıkış yolu arıyor. O yüzden bence biraz şiddet eğilimimiz var. Önce kendimize bakıp sonra diğer insanların yaptıklarını eleştirmeliyiz. Kendimize bakmaktan çekiniyoruz. Yani şehrin büyümesi, değişmesi bana bunları düşündürtüyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!