Güncelleme Tarihi:
Aradığımda koşturmaca halindeydi. Birkaç gün önce Fransa’dan gelmişti. Ertesi gün Venedik’e uçacaktı. Tekrar İstanbul’a dönüp çekimlerden sonra Milano’ya… Bu yoğun koşturmacasında bana vakit ayırdı ve Cihangir’deki evinde buluştuk. Beni, cam gibi bakan mavi gözleri ve samimiyetiyle karşıladı. Ona götürdüğüm kasımpatlarına memnun oldu. Elimden alırken ‘Aaa! Hem de mor…’ dedi. Ben ‘Evet, mor sevdiğinizi bildiğim için…’ deyince gözleri parlayarak teşekkür etti. Mavi gözlerini andıran, gözlerimize görsel şölen sunan denizi ve karşı yakayı boylu boyunca gördüğümüz manzarayı göz hizamıza alıp sohbete başladık. Veee…
TÜRKİYE’DE PERUK SORUNU VAR!
Son olarak Ümit Ünal yönetmenliğinde çekilen; başrollerinde Mehmet Günsür, Selma Ergeç’in olduğu ‘Ses’ filminde rol aldınız. Bu filmde canlandırdığınız karakterle başlamak istiyorum. Süt anne Cahide... Neydi cezbeden, bu rolü kabul etmenizde etkili olan?
Kadının diyaloglarında tuhaf bir mizah anlayışı vardı benim çok hoşuma giden. O çok bana benzer bir şey. İzlediğimde; film de, kendi sahnelerim de çok hoşuma gitti. ‘Ses’ filminde oynamaktan keyif aldım. Genelde bir peruk sorunu var Türkiye’de, onun dışında memnun kaldım.
Peruk sorunu deyince… ‘Vavien’ filmindeki canlandırdığınız karakterde de perukluydunuz. Hatta ‘Peruk olmamış!’ diye yazanlar da oldu.
Vavien’deki karakteri peruklu olarak düşünmüştük zaten. Ama bunun dışında Türkiye’de teknik olarak gerçekten düzgün peruk yapmayı bilen biri yok. Böyle insanlar olmadığı için peruk sorunuyla karşı karşıya kalıyorsunuz.
‘Ses’ filminin geneline baktığımda duygusal çıplaklığın iyi anlatıldığını düşündüm. Sizce de öyle mi?
Evet, aynen… Filmin konusu çok özel bir konuydu. Benim ilgimi çeken yanı, didaktik olması… İnsanların kayıtları, hafıza kayıtları…
ANA RAHMİNDEYKEN DE ÇEVREMİZDE OLAN BİTENLERİ, KONUŞULANLARI KAYDETTİĞİMİZE İNANIYORUM!
Ama hafızamızdakileri hep bastırırız, bilinçaltımıza atarız, saklarız. İçimizdeki sesi dinlemeyiz ya, film bir anlamda bunları da anlatıyor sanki.
Aynen… Doğru gözlemlemişsiniz. Bir de şöyle bir şey var; filmde kızın ses duyması olayında, kız sesler duyduğunu netice itibariyle sadece süt annesine söyleyebildi. Bir tek onda huzur ve güven bulduğu için… Ama söylediği Cahide yani benim canlandırdığım karakter olan Cahide, o kızı yönlendirebilecek donanımda bir karakter değil. Çünkü o kızın bir psikyatire gitmesi ve tedavi olması gerekiyor. Nitekim de o sesi duyan başka insanların da yapması gerektiği gibi. Öyle değil mi?
Evet, öyle…  Â
Benim bundan ziyade daha çok, ilgilendiren ve ilgimi çeken ve büyüleyen şeylerden bir tanesi, bizim kendimize rağmen bildiklerimiz.
Kendimize rağmen bildiklerimiz…
Yani şuurlu biçimde değil şuursuz bir biçimde bildiklerimiz. Yani mesela ben şahsen ana rahmindeyken de çevremizde olan bitenleri, konuşulanları kaydettiğimize inanıyorum. Ve bunların kaydının bir yerlerimizde bulunduğuna kesinlikle inanıyorum.
Nasıl yani?
Bir çocuğun ana rahmine düştüğü andan itibaren kayıt taşıdığını ve bunun da bizi biçimlendirdiğini, yönlendirdiğini de düşünüyorum. Genlerimiz bu kayıtların izini sürüyor. Bu film de işte bir şekilde bunu ortaya koyuyor. Bir çocuktan bir şey veya bir gerçek ne kadar saklanırsa saklansın bir şekilde patlak veriyor, ortaya çıkıyor. Psikiyatride en sık rastlanan vakadır bu.
GERÇEKLERLE YÜZLEŞME SORUNUMUZ VAR! EN AĞIR GERÇEK BİLE BİLMEMEKTEN DAHA İYİDİR!
Bu tür olaylar neden çok? Neden gerçeklerle yüzleşemiyor insanlar?
Biz millet olarak da böyleyiz, hep gerçeklerle yüzleşme sorunumuz var. Tarihimiz de öyle… Yüzleşilmeyen gerçeklerle dolu bir tarihin çocuklarıyız biz. Çocuğu kandırmaya yönelik hareketlerle hayata hazırlamaya başlıyor ebeveynler. Daha çocukken onlara gerçekleri söylemek yerine bir yalanla… Daha küçücükken bir çocuğa, annesinin işe gideceğini söylemek yerine çocuk annenin işe gidiş saatinde oyalanır. O zamanlardan böyle başlıyor çocuklar yalanla büyütülmeye. Sonra da… Ve bunun geçerli olduğuna inanırlar. Oysa geçerli değil. Çocuklar saklanan gerçekleri, müstehcen şeyler, gizli olan şeyleri, onlardan saklananları hissederler ve daha çok merak ederler. Halbuki çocuklar da gerçeklerle yüzleşmeli. En ağır gerçek bile bilmemekten daha iyidir. Tabii ki o gerçek söylendiği ve öğrenildiği anda çok acıtır ama o acıyla ve gerçekle yüzleşmek hayata bakışta daha başka bir boyut getiriyor.
4 yaşından beri müsamerelerde yer alıp oyuncu olma yolunda o zamanlardan bir işaret vermişsiniz aslında. Sainte Pulchérie, Saint Benoit mezunusunuz.
Fransa’da Caen Üniversitesi’nde psikoloji eğitimi aldınız. Oyunculuk tutkunuz varken neden psikoloji…
Ben Fen’de okuyan bir talebeydim. Alttan alta hep tiyatrocu olmak istiyordum. Fen’de okurken bana birdenbire psikoloji dersleri çok cazip geldi. Ve de çok ilgimi çekti. Dolayısıyla birdenbire ‘Acaba tıp mı okusam, psikaytri mi okusam’ diye düşünmeye başladım. Sonra Fransız Hükümeti’nin bir bursunu kazandım. Bir kez girdiniz mi psikoloji fakültesine konu değiştirmeniz mümkün değildi. Yarım bırakırsanız bursu da kaybediyorsunuz.
Neydi size ‘Tiyatrocu – oyuncu olmalıyım’ dedirten?
Çocukken, arkadaşlarımı örgütleyip, organize olup evden halılar, örtüler getirip sahne filan yapıyorduk. Okul yıllarında bunlar ilgi gördü, beğenildi, devamını getirdik. Çok cazip ve eğlenceli geliyordu. Çok keyif alıyordum. Ve dolayısıyla bunu meslek olarak yapmak istedim.
Robert Abirached’ten tiyatro eğitimi aldınız. Tiyatroya, ilk olarak Genco Erkal’la Dostlar Tiyatrosu’nda başladınız ve bugünlere… Oyunculukta empati ön plana çıkanlardan…
Aynen öyle… Oyunculuk; insanı anlamak, özellikle insanın regülasyonunu anlamak ve anlatabilecek donanıma sahip olabilmek…
HERKESTE ÖZENTİ VAR!
Sizi çoğu kişi yurtdışında yaşıyorsunuz sanıyor.
Öyle sanılıyor. Böyle bir efsane uzun sürdü ve hâlâ da sürüyor. Beni İtalya’da yaşıyorum zannediyorlar. İtalya’da yaşamadım da, yerleşmedim de, orda evim de olmadı.
Böyle düşünülmesinin nedeni daha çok orada filmler çektiğiniz için olabilir mi?
O da var. Bir de herkes şöyle bir şey taşıyor içinde. ‘Ya abi, bende o imkanlar olsaydı ben oraya yerleşirdim.’ tavrı var ya… O yüzden benim de öyle yaptığımı düşünüyorlar. Herkeste öyle bir özenti var. Benim İtalya’da evim olmadı, uzun zamanlar orada kalsam dahi. Ama Kasım ayından bu yana Paris’te küçük bir yer tuttum. Çünkü çalışmalarım orada ağırlık kazanacak bu yıl.
Sizin de oynadığınız 'Son Harem' adlı oyun, Floransa'nın Rifredi Tiyatrosu'nda 100'üncü kez sahnelenmiş.
6. yılı doldu. Galiba 7. yılı da oynayacağız. Çünkü çok talep var hâlâ. Ben bu oyuna başlarken bu kadar uzun soluklu olacağına asla ihtimal vermiyordum. Oynayacağız ve bir süre sonra bitecek diye düşünüyordum. Bitmedi, çok sevildi.
KENDİMİ DÜNYADA EN RAHAT HİSSETTİĞİM YER SAHNE!
Sahne heyecanını yoğun yaşayanlardan mısınız?
Ben sahneye çıkarken çok heyecanlanan biri değilim. Sahneye çıkarken çok rahatım, evime girmiş gibi rahat ve iyi hissediyorum kendimi. Dolayısıyla sahnede yaşanabilecek olan her türlü olaya karşı donanımlı olabiliyorum. Mesela son oyunların birinde seyirci yerinden kalktı, sahnedeki bir aksesuarı alıp başka bir yere koydu. Böyle bir olay, bir oyuncunun konsantrasyonunu etkileyebilir. Ben tam sahneye çıkarken baktım kadının biri aksesuarın yerini değiştiriyor. Dehşet içinde baktım kadına ama hiç bozuntuya vermedim. Sonra da gayet normal oyuna devam ettim. Böyle bir rahatlığım var. Kendimi dünyada en rahat hissettiğim yer sahne.
ŞEHİR TİYATROSU’NDAN BENİ BOŞUNA KOVMADILAR!
Avrupa ülkelerinde, rol aldığınız filmleriniz baÅŸarı kazanmış ve ödüller almış bir oyuncu olarak baÅŸarının size ifade ettiÄŸi…Â
Başarı benim için düşmanlarımın olması demek! Çünkü başarılı olduğunuz zaman beğenenlerin, gıpta edenlerin, takdir edenlerin sevenlerin yanı sıra düşmanların, kıskananların, sevmeyenlerin de olduğu…
Bu düşmanlıklar, çekememezlikler, kıskançlıklar her sektörde var maalesef.
E tabii ki… Nitekim beni Şehir Tiyatrosu’ndan boşuna kovmadılar!
KAMERA ARKASIYLA BAÅž EDEMEM!
Oyunculuk yapıyorsunuz. Oyun yönetmenliği yaptınız. Ayrıca yine tiyatroda Genel Sanat Yönetmenliği yaptınız. Peki kamera arkasına geçmeyi düşünüyor musunuz?
Kamera arkasına geçmeyi hiç düşünmüyorum. Çünkü baş edemem! Yani en azından kendimi biliyorum. Tiyatroda yönetmenlik yapmayı isterim. Bu anlamda kamera arkasına geçmeyi düşünmüyorum ama sinema için hikaye – senaryo yazmayı daha doğrusu kolektif bir hikaye – senaryo yazım işine katılmayı çok isterim. Tek başıma bir şeyler çıkaramam. Ama 2 – 3 kişi bir araya gelip, ‘Oturalım - senaryo yazalım’ denilirse, buna soyunulursa bu işi gayet iyi yapabileceğime inanıyorum.
OYUNCU DEĞİL YÖNETMENİ SEÇEN, YÖNETMEN OYUNCUYU SEÇER!
Oyunculuk ve birçok filmde beraber çalıştığınız yönetmen olarak baktığınızda, Ferzan Özpetek’in vizyonunda olmanızın en önemli nedenleri…
Bunu ona sormanız gerek. Oyuncu değil yönetmeni seçen, yönetmen oyuncuyu seçiyor!
Sizin de seçme şansınız var ama.
Benim seçme şansım var evet ama Ferzan’ın bana önerdiği senaryoyu beğendiğim için vardım filminde. Ben ona bir teklif götürmüyorum ki, o bana teklif getiriyor. Mesela bakın son filminde yokum. İlla bir yönetmen bir oyuncuyu çok seviyor diye bütün filmlerinde onunla çalışacak diye bir kural yok. Kaldı ki; benim Ferzan’la çalışmam, en azından İtalya’da bir çığır oluşturdu. Yani hep onun malı gibi… Sadece İtalya’da değil, Türkiye’de de… Yani o yüzden biraz ayrılmamız gerektiğini düşündük.
Peki, rahat çalışılan bir yönetmen midir Ferzan Özpetek?
Aaa, tabii. Evet, çok rahat çalışılan, seti keyifli olan, gülüp oynayabilen, eÄŸlenmeyi severek çalışılan yönetmendir.Â
KAFAMA KOYACAK PERUĞUN BULUNAMAYAN BİR SİNEMASI OLAN ÜLKENİN BERLİN’DE ‘ALTIN AYI’ ALIYOR OLMASI HİÇBİR ŞEYİ DEĞİŞTİRMİYOR!
Türk Sineması'ndaki birçok yönetmen Avrupa ülkelerinde önemli başarılar kazanmaya başlaması umut vaad ediyor olsa gerek. Ne dersiniz?
O ödüller çok önemli değil benim için. Çek bir tane film, git bir yerde izleniyor, ödül veriyorlar. Ödül almak yani o beni çok ilgilendirmiyor. Ödül almaktan öte bu sinemanın bir sinema endüstrisi haline gelmesi beni ilgilendiriyor. Kafama koyacak bir peruğun düzgün olması beni ilgilendiriyor. Kafama koyacak peruğun bulunamayan bir sineması olan ülkenin Berlin’de ‘Altın Ayı’ alıyor olması hiçbir şeyi değiştirmiyor benim için.
Sektörü bilen biri olarak Türk Sineması'nı Dünya Sineması'ndaki yerini nerede görüyorsunuz?
Dünya Sineması’nda yerimiz var mı? Öyle takip edilen, aman aman merak edilen bir sinema değiliz.
Ödül alan filmlerimiz işte bu noktada devreye girebilir diyeceğim.
Bu anlamda evet. Ödül alınmasının yararı bu zaten. Dünyayla buluşmayı, tanışmayı kolaylaştırması burada ödüllerin ama bizim sinemamızda hâlâ iyi peruk yapılamadığı sürece hiçbir şey değişmeyecek. Peruk burada sembol. Yani birbirimizden ayrı olmadığını anlatan bir sembol. O kadar film çekiliyor başıma uygun bir peruk bulunamıyorsa… BU sadece benim için değil yabancı oyuncular için de geçerli. O kadar emek veriliyor, yatırım yapılıyor. Yazık değil mi filmin böyle bir ayrıntıda, böyle bir sebeple faul vermesi?
Ülkemizde çekilen birçok filmde, bazı oyuncular birtakım kalıplara, aynı türdeki rollere mahkum ediliyor. Bunun nedeni nedir?
Bu daha çok, yönetmenlerin hayal gücünün kısıtlı olmasından kaynaklanıyor. ’Anayurt Oteli’ filminde hizmetçi rolünde oynadım diye sonrasında da 20 tane hizmetçi rolü geldi mesela.
Demek istediğim buydu; belli kalıplara, aynı tür rollere mahkum ediliyor derken…
Bre adam! Sen bir defa hizmetçi olarak gördüysen hep hizmetçi olarak mı düşüneceksin?
HAYAL KURMAKTA BİLE ÖZGÜRLÜKTEN YOKSUNUZ!
Nedir, bir oyuncuya, başarılı olduğu rolün ardından hep aynı roller teklif edilmesinin nedeni?
Hayal güçleri sınırlı, kısıtlı. Çünkü bin tane darbe yaşanmış bir ülkedeyiz. Sürekli sansür ve baskıyla büyümüş bir toplumuz, insanlarız. Onun için hayal kurmakta bile özgürlükten yoksunuz.
GÖREVİM POLİTİKACILARI ALKIŞLAMAK DEĞİL!
‘Sanat, aykırılıktır’ diyorsunuz.
Eleştirmektir anlamında aykırılık dedim. Yani sanatçının görevi eleştirmektir. Sorunlara, yanlışlara parmak basmaktır. Dolayısıyla benim görevim politikacıları alkışlamak değil doğruları, olaylarla ilgili gerçekleri yansıtmakla yükümlüyüm.
1983’te ilk filminiz ‘Şekerpare’de rol aldınız. Birçok filmde, dizide ve tiyatroda rol aldınız. Bunların içinde sizin için ayrı ve özel bir yeri olan çalışmanız hangisi?
‘Anayurt Oteli’ filmi… Çünkü sıra dışı bir karakterdi. Öldürülüyordu. Etkileyici bir karakterdi. O yüzden o filmin yeri…
KÃœLTÃœREL ALT YAPIMIZ YOK!
Ülkemizde sanata yeteri kadar ilgi gösterilmemesini neye bağlıyorsunuz?
Sanatla ilgilenmek kültürel altyapı demek. Öyle bir alt yapımız yok ki bizim. Gazetelere, televizyon programlarına bakınca görüyorsunuz. Olan bitenlere baktığımızda; daha kültürlü, daha üretken, daha düşünmeyi bilen bir ülke deÄŸiliz. EÄŸitimde bırakın seviyeyi, eÄŸitimin ulaÅŸamadığı yerlerimiz, ilçelerimiz, köşeerimiz var. Ä°nsanları düşündürmeye, sorgulamaya yönlendiren eÄŸitim yok.Â
FUTBOLCUYA VERECEĞİ İMKANLARI BANA TANIMAYAN BİR DEVLETİN NİYE SANATÇISI OLAYIM?
‘Devlet sanatçısı olmak istemem’ diyorsunuz. Neden?
Devlet Sanatçısı olmak istemem. Devletin sanatçısı olmaz. Çünkü sanatçı devleti eleştirmek için vardır! Devlet ne yapar; sanatçısına özel imkanlar sağlar. Futbolcuya vereceği imkanları bana tanımayan bir devletin niye sanatçısı olayım?
Hayat hikayenizi konu anlatan, İtalyan yazar Andreina Swich’in kaleme aldığı ‘Una Donna Turchese / Turkuvaz Bir Kadın, İtalya’da yayınlandı. Soru-cevap şeklinde kaleme alınan bu özel çalışmayı gerçekleştirirken yaşamınızla ilgili fark ettikleriniz neler oldu?
Röportajlarda anlattıklarınıza sınır koyamıyorsunuz bazen. Bu çalışmada şunun farkına vardım. Son halini okuduğumda bazı bölümlerin çıkarılmasını istediğimin… Ama konuştuğum ve çalıştığım insan çok güvendiğim bir kişi olduğunda…
TÜRKİYE’DE MAÇO BİR TOPLUM OLMAKLA BERABER GAY NÜFUSUNUN ÇOK KALABALIK OLDUĞU CİDDİ BİR GERÇEK!
Hülya Avşar’ın programında ‘Türkiye'deki erkeklerin yüzde 60'ı gizli gay!’ diye bir açıklama yaptınız.
Neden böyle bir açıklama yaptım? Çünkü Hülya Avşar, programda bana ısrarla, Ferzan’ın çektiği filmlerde gay temasını işlediğini söylüyor. Bunlar aslında bana değil ona sorulmalı. Gözlüyorum ve biliyorum, bunun için de söylüyorum. Türkiye’deki erkeklerin %60’i gizli gay diye… Türkiye’de maço bir toplum olmakla beraber gay nüfusunun çok kalabalık olduğu ciddi bir gerçek. Riyakarlığın olduğu bir ülkede bu bastırılan bir gerçek. E baksanıza; kadınlar öldürülüyor, transeksüeller, travestiler öldürülüyor.
Kadınlar deyince… Siz daha önce ‘Annemle Biz - Kanseri Yeneriz’ kampanyasıyla meme kanserine dikkati çekmiştiniz. Var mı bu tür bir sosyal sorumluluk ya da kampanya projesi?
Dediğiniz gibi o projede yer aldım ama verimli bir netice alamadım. Kampanyayı düzenleyenlerin beni yeterince kullanamadıklarını dolayısıyla orada gereksiz yere bulunduğumu düşündüm açıkçası. Ha tabii, başka kampanyada yer almam diye bir şey yok. Birinin yaptığı hatayı herkesin yapacağı genellemesini yapmak yanlış. İnandığım bir şey olursa tabii ki…
BÄ°RÄ°NÄ° SEVÄ°YORSAN, ONUNLA MUTLU OLMAK Ä°STÄ°YORSAN KARÅžINDAKÄ°NÄ° OLDUÄžU GÄ°BÄ° KABUL ETMEK ZORUNDASIN!
Hayatın size öğrettiği en önemli tecrübeler neler?
Hayatın bana öğrettiği en önemli tecrübelerden biri insanların değişmeyeceği! Sen değişmeyeceğin gibi başkaları da değişmez. O yüzden hayatta kimseyi değiştirmek için uğraşmayacaksın. Birini seviyorsan, onunla mutlu olmak istiyorsan karşındakini olduğu gibi kabul etmek zorundasın. Bunu öğrendim. Ki en önemli tecrübedir.
İnsanların çoğu, neden karşısındakini değiştirmek ister?
Kadınların karşısındakini değiştirmek gibi bir derdi var. Dolayısıyla bu onları en mutsuz eden şeylerden biridir.
Erkekler de deÄŸiÅŸtirmek istiyor.
Kadınlar kadar değil. Erkekler hayatlarını kafalarına göre, lay lay lom yaşıyorlar.
ERKEKLER DEĞİŞMEZ!
Sizce neden değiştirmek istiyor birçok kadın karşısındaki erkeği?
Çünkü kadınların o gücü var ya… O güçle her şeyi yapabileceklerine inanıyorlar. Çoğu şeyi yapıyorlar da. Ama bir şeyi yani bir insanı değiştirmeyi yapamıyorlar. Değiştirmiş gibi görüyorlar. Ama hayır, bir süre sonra o bastırılanlar tekrar su yüzüne çıkıyor. Erkekler değişmez. Birini seviyorsan onu olduğu gibi kabul edeceksin. Erkekler aldırmıyorlar ki, hayatlarını yaşıyorlar lay lay lom… Dolayısıyla ne adamı üz, ne kendini üz!
Aşk… Hem mutlu ediyor, hem üzüyor.
Ä°ÅŸte aÅŸk, bir insanı en fazla deÄŸiÅŸtirme kapasitesine sahip olmakla birlikte derinden deÄŸiÅŸtirmeyen ama yüzeysel olarak deÄŸiÅŸtiren, insana yürek çarpıntısı, heyecan, her ÅŸeye yeniden baÅŸlayacakmış duygusu veren tek olay.Â