Güncelleme Tarihi:
Biray Dalkıran’ın yönettiği ve Engin Altan Düzyatan’la başrolü oynadığınız ‘Cennet’ sizin ilk filminizdi. ‘Aşk Tutulması’ sizin ikinci, Tolgahan Sayışman’ın ise ilk filmi... Bu projede sizi çeken neydi?
Bundan önce ‘Cennet’ adlı filmde ‘kız’ karakterini oynadım. ‘Kız’, adı olmayan hastalığının semptomlarını (belirti) göremediğimiz 15 – 16 yaslarında bir akıl hastasıydı. Oyunun daha çok non – verbal (sözle değil mimik ve jestlerle yapılan anlatım) oyunculuğa dayalıydı. Filmin türü ise psikolojik dramdı.
‘Aşk Tutulması’ ise romantik – komedi türünde…
Evet… ‘Aşk Tutulması’ ise, bir romantik - komedi ve oynadığım ‘Pınar’ karakteri 27 yaşında bir iş kadını. Çok fazla işine konsantre gibi görünen; aslında pek fazla işine düşkün olmayan biri. ‘Pınar’, kendi içinde bir kaos yaşıyor çoğu zaman. Dışa dönük ama bir o kadar da içine kapanık bir kız. Duygusal, annesi ve babasına karşı şımarık, bazen ukala aslında deli dolu bir kız. ‘Cennet’ filmi ve canlandırdığım ‘kız’ karakteri’; ‘Aşk Tutulması’ ve ‘Pınar’ karakteri birbirlerinden çok farklı. Dolayısıyla ‘‘Aşk Tutulması’’ beni çok cezbetti.
“ ‘AŞK TUTULMASI’ BENİ HEYECANLANDIRDI”
Bir oyuncu farklı roller oynamayı ister. ‘Aşk Tutulması’ da sizi belki bu sebeple…
Aynen… Her oyuncu kariyeri süresince mümkün olduğu kadar farklı oyunlar ve karakterler canlandırmak ister. ‘’Aşk Tutulması’’ şimdiye kadar gerçekleştirdiğim oyunculuk performansımın çok dışında bir seçimdi. Ve farklı bir karakter oynamam için bir şanstı. Ayrıca uzun yıllardır ‘Türk Sineması’nda romantik - komedi çekilmiyor. Bu da beni ayrıca çok heyecanlandırdı.
Filmde bir kaza sonucu karşılaşıp, tesadüfen birbirine aşık olan iki insan... Siz hiç bu şekilde yani tesadüf sonucu aşık oldunuz mu?
Hayır, olmadım.
Kader mi bu tür tesadüfler? Yani o kaza olmasa…
Bir şeyin olacağı varsa o mutlaka olur. Tesadüfler aslında kader mi bilemem. Ama eğer o kaza olmasaydı belki de başka bir zamanda, başka bir şey vesile olurdu tanışmalarına.
“TAKIM SEVDASIYLA AŞKI KARIŞTIRACAK BİR ERKEK İLGİMİ ÇEKMEZ!”
Takımına düşkün, diğer yandan da aşık olan… Bu ikilem arasında kalan bir erkek... Gerçek hayatta böyle bir durumla karşılaşsanız tavrınız ne olurdu?
Takım sevdasıyla aşkı karıştıracak bir erkek ilgimi çekmezdi diye düşünüyorum.
‘Aşk Tutulması’ ile aynı anda vizyona giren birçok film var. İzleyiciler neden ‘Aşk Tutulması’nı tercih etsin?
Biraz önce de dediğim gibi insanlara uzun zamandır romantik - komedi türünde bir film sunulmadı. İnsanlar özlemiştir diye düşünüyorum.
Ayrıca ailece seyredilecek çok keyifli bir film oldu.
“AŞKTA KRİTERLERİM FARKLI!”
Filmin yönetmeni Murat Şeker “Kadın olsam takım tutmayan adamla beraber olmam” diyor. Siz ne diyorsunuz bu duruma? Takım tutmayan biriyle beraber olur muydunuz?
Takım tutup tutmaması beni hiç etkilemez. Benim kriterlerim farklı. Başka özellikleridir benim için önemli olan.
Bir erkek takımına gösterdiği ilgiyi, sevdiği - aşık olduğu kadına neden göstermiyor sizce?
Gösterip göstermediğini bilemem ama o da bir çeşit aşk. Tamamen tercih meselesi.
“ÖZCAN’LA YAŞADIKLARIMI HİÇBİR ŞEYLE KIYASLAYAMAM!”
Hazır konu aşktan açılmışken, nasıl gidiyor Özcan Deniz’le…
Özcan’la yaşadıklarımı şimdiye kadar yaşadığım hiçbir şeyle kıyaslayamam. Birbirimizle paylaşımlarımızın ikimiz için de çok önemli ve değerli olduğunu düşünüyorum.
Dusseldorf Heinrich-Heine Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğrenciydiniz. Oyunculuk için okulunuzu dondurdunuz. Sosyoloji eğitimi almış olmanız oyunculuğunuz için bir avantaj mıdır? Ne gibi avantajları var mesela?
Çok büyük bir avantaj hem de. Aslında oyuncunun bir karakteri başarıyla yansıtabilmesi için sosyolojik anlamda bir ön çalışma yapması gerekiyor. Karakteri incelemesi, onun özelliklerini ve farklı davranış biçimlerini analiz etmesi gerekiyor. Karakter ve durum analizleri yaparken sosyolojik bilgilerimden faydalanıyorum.
“BİR OYUNCU MUTLAKA KENDİ SESİYLE OYNAMALI”
İlk rol aldığınız ‘Hasret’ dizisinde kendi sesinizi kullanmanız sizin için bir risk değil miydi?
Bir oyuncu mutlaka kendi sesiyle oynamalı bence. ‘Yaprak Dökümü’ dizisinin ilk üç bölümünde aksanım yüzünden başka biri tarafından seslendirildim. Fakat kendimi izlediğimde duyduğum beni tatmin etmedi. Türkçe’mi düzeltmek adına ne gerekiyorsa yapmalıyım ve mutlaka kendim seslendirmeliyim diye düşündüm.
İstanbul’a ilk geldiğinizde iki kültür arasında bocalamalar yaşadınız mı? Nasıl atlattınız bu dönemi?
Zor atlattım. Almanya’da yaşadığım iki kültürden üçüncü bir kültür yaratmıştım kendime. Bu yüzden oradaki gençlerin mantalitesi (anlayış) her iki taraftan daha farklıdır.
Neye önem ve öncelik verir, orda gençler?
Daha çok sorgularlar, daha çok skepsis (kuşku) duyarlar. Çok fazla güvenmezler ama ayakları yere çok sağlam basar. Özgüvenleri çoktur, çünkü arkalarında onları destekleyecek ailelerinden başka pek fazla insan yoktur.
Destekleyecek çok kişinin olmaması insanı karşısındakilere karşı biraz mesafeli yapıyor sanki. Ne dersiniz?
Bütün bunlar insanı biraz katılaştırıyor. Buraya ilk geldiğimde çok fazla şeyi yadırgadım ve benimseyemedim. Çünkü Almanya’daki düzenden farklıydı her şey.
Mesela…
İnsan ilişkileri benim alıştığım gibi değildi. Düzen ve disiplin anlayışları, doğru ve yanlış kriterleri farklıydı. Bunlar bana ilk başta çok uzaktı.
Bu yüzden zorlandım açıkçası.
Üç yıldır Türkiye'de yaşayan biri olarak Türkçe’niz çok iyi. Bu kadar iyi konuşabilmeyi nasıl başardınız?
Almanya’da öğrenim gördüğüm ilkokulda dört sene Türkçe eğitimi aldım. Bu eğitimi çocuk yaşta almam çok efektif (etkili) oldu. Buraya geldiğimde aksanım vardı biraz. Ama üç sene içinde onu da düzelttim.
“YAPTIĞIM İŞLER BENİ BİR YERE TAŞIMALI!”
Size çok sayıda film ve dizi teklifi geliyordur. Bir dondurma markasının yüzü de oldunuz. Film, dizi ve reklam tekliflerinde seçimlerinizi hangi kriterlere göre belirliyorsunuz?
Çok iş yapmak değil, nitelikli iş yapmak daha önemli benim için. Çok farklı kriterler var mutlaka. Ama hep dikkat ettiğim en önemli nokta, sadece benim taşıyabileceğim işler değil beni de bir yere taşıyabilecek işler olması. Buna çok dikkat ediyorum. Şimdiye kadar yaptığım her şey beni fazlasıyla tatmin etti.