Güncelleme Tarihi:
Geçtiğimiz günlerde, ‘Pes yani bu kadar da sorumsuzluk olmaz’ dediğim bir olay yaşadım. Bunu şaşkınlıkla karşılayadurayım, bu olayın (olayın ne olduğu önemli değil, önemli olan, ortaya çıkan sorumsuzluk) üstünden biraz geçince, sorumsuzluk konusunu düşünmeye başladım.
Farklı yönlerden düşünüldüğünde, insanoğlu (çocuk, genç, yetişkin hiç fark etmez) sayısız sorumlulukları olmasına rağmen maalesef onları yerine getirmiyor ya da hayatının birçok döneminde bazı sorumlulukları görmezden geliyor.
Bu ne kadar doğru ki?
Ve nereye kadar…
Bir insanın sorumluluk almak istememesi, yanlış bir tutum olmasının yanı sıra ayrıca bu acı bir şey aslında. Bu birey, sorumsuzluğun verdiği umursamazlıkla, hayatına istediği gibi yön veremeyecektir. Kendisinin hayatı yönlendirmesine değil de hayatın kendisini yönlendirmesine tanık olacaktır hep.
Sorumluluk almak istememek ya da verilen sorumlulukları yerine getirmemek… Bana göre bu, hemen hemen her konuda karşımıza çıkan yanlış eğitimden, yanlış eğitilmemizden kaynaklanıyor.
Daha küçücükken, düğmesini iliklemeye veya kendi başına bir şey yapmaya çalışan çocuğa annesi ya da babası “Dur çocuğum, sen yapma ben yaparım!” gibi sözlerle, iyilik yaptığını sanarak, farkında olmadan, sorumluluğunun bilincine varmaya çalışan çocuğun sorumluluk hakkını elinden alıyor. Bu durum etkisini, çocuğun gençliğinde ve yetişkinliğinde olumsuz olarak gösteriyor.
Bir başka neden de anne-babaların, ama özellikle de annelerin, erkek çocuklarına sorumluluk vermemeleri! En basit işleri bile yaptırmamaları, onları pohpohlamaları, o çocukta var olan sorumluluk duygularının başlamadan körelmesine neden olmakta.
Bu yanlışlığın sonucunda ise o insanlar; yetişkinliklerinde dağınık, savruk, umursamaz, arkadaş ilişkilerinde ilgisiz, evliliklerinde ise kavgalı ve mutsuz bir hayat yaşıyorlar, hatanın nerde olduğunu kendilerince sorgulayarak.
Hata, en baştan sorumsuzlukta olmasın sakın!
Bununla ilgili olarak geçtiğimiz günlerde bir tatil köyünde yaşadığım bir olayı aktarmak istiyorum. Sabah kahvaltısı yaparken yan masadaki küçük bir çocuğun bu konuyla yani sorumlulukla alakalı tanık olduğum bir manzaraydı bu.
Masada kahvaltı eden yabancı bir aile ve bu ailenin üç – dört yaşlarında olan sevimli bir kız çocuğu, olayın kahramanları.
Annesi, çocuğun tabağına birkaç zeytin, peynir, domates ve haşlanmış yumurta koydu. Çocuk yumurtanın kabuğunu soymak konusunda mücadele verdi. Soymaya çalıştı, başaramadı. Ama on dakika kadar soymak için mücadele etti.
Başaramayınca yumurtayı annesine uzattı. Annesi yumurtayı alıp, masaya vurdu. Yumurtanın çatlayan kabuğundan bir parça alarak, yumurtayı kızına uzattı. “Bu şekilde yapacaksın” diyerek…
Şimdi bu durumla karşılaşan bizim annelerimizi düşünün.
Bize iyilik olsun diye, o küçük kız gibi en baştan bizim on dakika kadar mücadele etmemize fırsat vermeden, yumurtanın kabuğunu soyup, önümüze koymazlar mıydı?
Biri iyilik olsun diye yumurtayı soyup, çocuğun önüne koyarken diğeri iyilikten çok mücadele etmeyi öğreterek o yaşta çocuğu hayata hazırlıyor.
Bu sorumluluğu çocuğa daha o yaşta veriyor ki, zorluklarla karşılaştığında ne yapacağını şaşırmasın ya da düştüğünde kendi kendine ayağa kalkabilsin diye. Sorumluluk ve eğitim başta olmak üzere kültürler arasındaki fark burada işte.
Hayatımızdaki sorumlulukları görmezden gelmek ya da üstümüze sorumluluk almayı istememek, bir şekilde hayatın kolayına kaçmak…
Ne hoş geliyor kulağa değil mi?
Başıboş bir hayatta sorumsuzca yaşamak.
Çoğu insan düşler bunu.
Hatta büyüdükçe, omuzlara çöken sorumluluklar arttıkça; sorumsuzca yaşadığı ‘çocukluk zamanlarına geri dönüş yapmayı ister birçok kişi.
Hadi varsayalım öyle oldu. ‘çocukluk zamanlarımızdaki gibi yaşıyoruz. Düşünmemiz, yapmamız gereken hiç bir şey yok diyelim.
Eeee...
Yaşama amacımız ne olacak o zaman?
Hayatta varoluşumuzun sebebi ne olacak?
Yukarıdaki belirttiğim bu nedenleri en aza indirgemediğimiz hatta yok etmediğimiz sürece, sorumsuz bir toplum olmanın dışında, sorumsuzluğun verdiği mutsuzlukla ortalıklarda dolaşıyor olacağız.
Yanılıyor muyum?