Güncelleme Tarihi:
Bir anda kıvılcım çakıyor kafamda.
Bavula birkaç kıyafet koyup evden fırlıyorum. Koşturmaca bittiğinde bir yolculukta buluyorum kendimi.
Veee iÅŸte doÄŸduÄŸum kent!
Dokuz aylık bir aradan sonra Adana’ya vardığımda, şehir merkezinden eve giden yoldaki görüntülerin, doğduğum kentin mevsimi kadar sıcak olması içimi ısıtıyor bir anda.
Evin kapısına geldiğimde, telefonla annemi arıyorum İstanbul’dan arıyormuşum gibi. ‘N’aber, ne yapıyorsun’ ve hoş beş faslından sonra kapının ziline basıyorum.
Annem ‘Kapı çalıyor bir dakika’ diyor.
‘Bak bakalım, telefonu kapatma, kim gelmiş, söyle bana’ diyorum.
Annem kapıyı açıyor.
Manzara ÅŸu:
Bir eli telefonla kulağında diğer eli kapı tokmağında…
Öylece kalakalıyor.
Beş on saniye kadar tanımaya çalışma bakışından sonra bir sevinç çığlığıyla ‘Aaa!’ şaşkınlığına bırakıyor bu durum yerini.
Sürprizim amacına ulaşıyor yani.
Ailemle sarmaş dolaş… Keyifli sohbet…
Geldiğimi duyan arkadaşlarım, kuzenlerim soluğu yanımda alıyor.
Sevgiyle sarılmalar, sıkı kucaklaşmalar…
Sohbetler, giderilen özlemler…
Keyifle yenen yemekler…
Evde bir bayram havası…
***
Kaçamak yaptığım o iki gün, bahara yakışan güneşin sıcaklığıyla yaşanıyor.
O ılıman hava sarıp sarmalıyor beni, içime hoş duygular işleyerek.
Güneş bir başka parlıyor Adana’da.
E malum sıcak şehir…
Dönüşümlü olarak iki günde arkadaşlar ve kuzenlerle dışarıya çıkıyoruz. Adana’nın ve o güzelim havanın tadını çıkarıyoruz.
Kah GazipaÅŸa’da bir cafede bir ÅŸeyler içerek kah Çukurova Ãœniversitesi’nin içerisinde yer alan, hani sizi getirip koysalar, Adana’da deÄŸil de bir deniz kıyısında olduÄŸunuz duygusunu veren, Seyhan Baraj gölü üzerine uzanmış tahta teras ÅŸeklinde, nezih bir ortamı olan ‘Kayıkhane’de güneÅŸin batışını izlerken sakız rakısının dibine vurarak…Â
Kuzenler, arkadaşlar, eş dost hep beraber oturduğumuz, gülüp konuşarak yenilip içilen sofralarda neler indirilmedi ki mideye?
Uzun zamandır yemediğim Adana yemeklerini öyle bir özlemişim ki…
Yüksük çorbası, içli köfteler, yaprak sarmaları, kebaplar…
Üstüne tatlılar, baklavalar…
Sonrasında da kahve ve çay eşliğinde kimi an kahkahalar atarak kimi an hüzünlenip duygulanarak geçmişi anmalar…
Gece geç saatlere kadar süren sohbetler sonrasında yapılan yastık kavgaları…
Kısacası ruhumu mutluluğa doyuran güzellikleri yaşadım bu iki günde.
Tadı damağımda kaldı tabii.
Ama ‘Her güzel şeyin bir gün sonunun geldiği’ gerçeği dikiliyor karşıma, o iki güzel günün sonunda.
Adana’nın sıcaklığı ve yaşananların tadı damağımda kalıyor ama aklımın kaldığı başka bir şey daha var bu arada.
Sadece aklım onda kalsa iyi!
O iki gün içinde ara ara beni dürten…
Tutkulu, kıskanç, çocuksu, arsız, asi, bencil, gizemli, deli dolu bir sevgiliniz olursa…
Kalbinizde nice duygu medeniyetleri biriktiren…
Onunla da onsuz da olmayan, uslanmaz bir aşığınız varsa…
Ne yaşarsanız yaşayın birbirinizden vazgeçemediğiniz…
Sizi üç saatte bir arayıp ‘Keyfine bak’ derken aslında ‘Çabuk gel hadiiii’ diye çağırıp durursa…
Birbirinizin menzilinden çıkamadığınız…
Sefasına, cefasına, her şeyine ama her şeyine rağmen aşık olduğum sevgilim beni çağırıyor!
Hem de nasıl bir tutkuyla…
Onun kollarına atılmak için gitmem hatta uçmam gerek!
Ve bu tutkulu, kıskanç, çocuksu, arsız, asi, bencil, gizemli, deli dolu sevgiliniz İstanbul’sa...
Nasıl koşmam, nasıl uçmam sevgilime!