Güncelleme Tarihi:
“1970’lerin sonunda liseyi bitirdim. Dönemin koşullarından, siyasi angajmanlarından, yaşam biçiminden dolayı bir anda yetişkinliğe geçilirdi kaçınılmaz olarak. İşte bu nedenle, dizginlerin gevşediği 1989’dan itibaren ‘gecikmiş’ bir gençlik evresi tecrübe ettik, gençlerle gençliğimizi yaşadık.
Küratör, yazar ve eğitmen Vasıf Kortun’un, Türkiye’deki güncel sanat üretimine odaklandığı serinin son e-yayını 20, kişisel hikâye ile tarihi değerlendirmenin iç içe geçtiği, bu ikisinin arasındaki sınırların bulandığı metinleri içeriyor. Tıpkı serinin önceki yayınları, '10' ve 'Ofsayt Ama Gol!’de olduğu gibi… Ancak Kortun’un metinlerini özel kılan bu anlayış, onun Türkiye’nin güncel sanat tarihine bakarken bireysel tecrübelere değinmeyi de ihmal etmemesi, tarihi daha anlaşılır ya da “okuyucu dostu” kılmanın ötesinde bir işleve sahip. 1980’ler sonunu ve 1990’ların büyük bir bölümünü, kendi deyimiyle “yörüngeden çıkanların” peşine düşerek geçiren Kortun’un konumu, yine kitabında referans verdiği Giorgio Agamben’in “güncellik” tanımıyla örtüşen bir niteliğe sahip. Agamben için güncellik, bir taraftan içinde olan zamana eklemlenen, diğer taraftan da onunla arasındaki mesafeyi koruyan bir duruma işaret eder. Güncel olan, tam da bu mesafeden dolayı “kendi zamanını daha iyi algılama ve kavrama kapasitesine sahiptir.” Bu tanıma göre güncel olmak, kendi zamanının arkeolojisini yapmak, bugün yaşanması imkânsız olanı bulmak için kazı yapmakla eşdeğerdir. Kortun’un 20’de yer alan yazılarında aktardığı tecrübeleri de, onun yörünge dışındaki konumunu belirginleştiriyor. Yazar, zamanının hem içinden hem de dışından konuşarak, bakışını görsel sanatların temas içinde olduğu alanlara doğru genişletiyor. İstanbul, ulusal kimlik, tarih yazımı, Soğuk Savaş sonrası yerinden oynayan taşlar da Kortun’un yörünge dışındaki konumundan tekrar değerlendiriliyor.
2003 ile 2017 arasında farklı mecralarda yayınlanan yazıların yer aldığı 20’nin odağında, “sanatın mekânsal bir pratikten ilişkisel bir pratiğe, mekânlara verilen bir tepkiden bağlamlara verilen tepkiye doğru bir geçişte olduğu” 1980’ler sonu ve 1990’lardaki sanatsal üretim var. Türkiye’de 12 Eylül 1980 darbesiyle beraber aydınların 'devletle kontratının feshi', 1989’dan sonra gelen 'geç gençlik evresinde' de bu fesihle bağlantılı ortaya çıkan özerkleşme, Kortun’un hem kendi zamanına mesafesinin hem de “güncelliğinin” beslendiği alan oldu. Yıkılan Berlin Duvarı’yla beraber “sınırların ortadan kalktığı bir dünya” ihtimali, tabii ki bir yanıyla neoliberalizmin sınır tanımaz iştahını haklı çıkarmak için kullandığı bir anlatıya kaynaklık ediyordu. Ancak iki kutuplu bir dünyanın ardından, farklı coğrafyalardaki dil benzerliğinin ortaya çıkacağı bir ortamın sağlanması, alışılmışın dışında işbirliklerinin gerçekleştirilebilmesi ihtimalleri, neoliberalizmin öngördüğünün haricinde bir 'güncel' manzara umudunu besliyordu.
Kortun’un küratörlüğünü yaptığı 3. Uluslararası İstanbul Bienali (1990) ve Anı/Bellek I (1991) sergileri, yeni gelişmeler ışığında güç dengelerinin yeniden yorumlandığı içerikleri ve hazırlık süreçleriyle sanattaki özerkleşmenin ete kemiğe büründüğü tecrübelerdi. Bienal hazırlığı sırasında Mimar Sinan Üniversitesi tarafından “makama çağrılan” Kortun’un bu davete icabet etmemesi, Almanya ve İsviçre gibi iki “merkez” ülkeyi umursamazlıkları dolayısıyla süreçten çıkarması, dikey güç ilişkilerinin yerine yatay mekanizma imkânlarının ortaya çıktığı bir zamanın dikkate alındığının göstergesi. Kortun’un kurucusu olduğu Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi, Proje 4L, İstanbul Güncel Sanat Merkezi ve SALT gibi kurumlar da bu tip olasılıkların araştırılmasına yönelik politikalarıyla hem Türkiye’nin hem de ilişki kurdukları farklı coğrafyalardaki sanat ortamında özgün bir konuma sahipler. Ancak Kortun’un 20’de bir araya getirdiği yazıları, bu olasılıkların hayata geçmesinde engel teşkil eden tarihi çerçeveyi sürekli irdelemesiyle de ayrıca özel. Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılda yaşayan Ermeni ressamları yok sayan bir sanat tarihi yazımıyla, İstanbul’un azınlık mirasını bir gösteriye dönüştüren turistik anlayış arasındaki bağlantı, şehre romantik yaklaşımı bir kez daha değerlendirmemize vesile olan bir pencere sunuyor. Güncel sanatın bu gibi tutarsızlıklara itiraz ederken ya da odaklanırken zararsız bir muhalif unsura dönüşmesi tehlikesi de Kortun’un yaklaşımını etkileyen unsurlardan. Ancak Dubai’leşerek bir canavara dönüşen İstanbul’dan, “1990’lardaki kazanımların 2000’lerde neoliberal küreselleşmeye teslim edilmesinden” bahsedilen bu yazılar, çıkışsız bir karamsarlığa da işaret etmiyor. Kortun, zamanının hemen dışındaki konumunu Türkiye’de güncel sanatın tarihine bakarken de yeni ihtimallerin belirebileceği bir alanı göstermek için temel yapıyor. Onun, 2017’de SALT’ın kurucu Araştırma ve Programlar Direktörlüğü görevinden ayrılırken yaptığı konuşma, rotasını bu ihtimallere çevirdiğini gösteriyordu: “Kurum, bir konum ve durum içerisinde var olur; kendi başına bir değeri yoktur. Bayatlar ve hakikat üretemez hâle gelirse gereksizleşir. Bu da dünyanın sonu olmayabilir; fetişleştirmeyelim. Önünde sonunda bu bir araç ve ortak derdimiz dirençli ve zinde olması. Kurumun geçmiş pratiğinden gelen artılar da, o pratik yeniden değerlendirildiği ve var edildiği sürece miras hanesine yazılmayı hak eder. Gerisi hikâye.”
20
Vasıf Kortun
SALT/ Garanti Kültür, 2018
266 sayfa, ücretsiz
(e-kitabın PDF’ine http://saltonline.org/tr/books adresinden ulaşabilirsiniz)