Güncelleme Tarihi:
Yaşamında, kariyerinde belli bir aşamaya gelmiş kültür, bilim ve sanat insanları için bir ‘armağan kitap’ çıkarılması Batı’da esastır. Hatta öyle bir kitaba erişememek o yaşam, o kariyer için biraz da üzücüdür. Kitabı yayımlanınca insan ‘doktora’ derecesi almış gibi olur, başarısı tescillenir.
Genellikle ‘festschrift’ olarak anılan bu çalışmalar bizde de görülüyor son zamanlarda. Bu kitapların genellikle üç bölümü olur. Birinci bölümde kitabın öznesi olan kişi hakkında bilgi verilir, onunla, yaşamı ve çalışmaları hakkında yapılan söyleşi veya bir çalışma yer alır. İkinci bölüm genellikle o şahsın verimine dönük bilimsel araştırmalardır. Üçüncü bölümse o kişiye armağan edilmiş yazılardır.
Şimdi elimizde Türk edebiyat eleştirisi tarihinde de Türk kültür tarihinde de son 60 yılda çok önemli katkısı olan Doğan Hızlan hakkında yayımlanmış bir armağan kitabı var. Kitap ilgili akademik çevrelerin çok yakından tanıdığı Harvard Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü’nde, Prof. Cemal Kafadar ve Prof. Gönül A. Tekin’in yayımladığı Türklük Bilgisi Araştırmaları Dergisi’nin (Journal of Turkish Studies) bir özel sayısı olarak yayımlamış: Festschrift in Honour of Doğan Hızlan. Dolayısıyla büyük boy kitap hacminde bir dergi bu. Derginin/kitabın konuk editörü, yani yayına hazırlayanı Orçun Üçer. Türkçe yazılar var kitapta.
Üç bölümden müteşekkil bu armağan kitap. İlk bölümde Orçun Üçer’in hazırladığı biyografi ve ‘Doğan Hızlan’ın Yaşamı ve Eleştiri Anlayışı’ başlıklı yazı bulunuyor. Sonra Hızlan hakkında yazılan ‘anılar’ bölümü geliyor. Kısa, kimisi yeni kimisi eski yazılar bunlar. Ardından ‘Makaleler’ bölümüne geçiliyor. (Keşke bölümler arasında bir ‘perde’ sayfası, ayırıcı bir sayfa olsaydı.) Bu bölümdeki yazılar daha analitik, daha ‘bilimsel’ yaklaşımlı. Bazıları doğrudan Doğan Hızlan’la ilgili, bazıları bu tür kitaplarda daima olduğu gibi farklı konuları irdeleyen çalışmalar.
SIRADANLIĞIN ÇOK ÖTESİNDE
Hiç kuşku yok ki, Doğan Hızlan insan olarak da bir kültür insanı olarak da ilginç bir isim. Yakından tanıyanların ilk fark ettiği onun eski tabirle ‘nevi şahsına münhasır’ (türü kişiliğine özgü, başkasına benzemez, örneği yok) kişiliği. Giyim kuşamından, tutkularından, alışkanlıklarından kültürüne kadar uzanan geniş bir alanda Hızlan sıradanlığın çok ötesinde, kendisini ortalamadan çok ciddi farklarla ayıran birisi. Sıradanlığın gitgide hayatımızı daha fazla ördüğü ve örttüğü bir dünyada onun farklılığı iki anlama geliyor. Daha eski yıllarda, toplumun bunca ayrışmadığı dönemlerde Hızlan’ın tutumu bir ‘deklarasyon’du. Hızlan’ın kültürel ‘kod’larını açıklaması, ortaya koymasıydı. Bugünse tutumu daha çok bir ‘protesto’, bir ‘muhalefet’ anlamı taşıyor kanısındayım.
Daha önce hakkında yazdığım başka yazılarda da belirttiğim gibi, Hızlan kültürel yaklaşımını da aynı anlayışla oluşturdu ve sürdürüyor. Hayatın hoyratlığına, toplumun kabalığına, gündelik olanın gelip geçiciliğine karşı Hızlan iki tepkiyle direniyor. Birincisi, hayatı estetik bir sorunsal olarak görüyor veya estetiğin dışında kalan bir hayatı kabul etmiyor. İlk kez benim kullandığım o sıfatla Hızlan bir estet.
Estetik sadece kitapların, resimlerin, müziğin, şiirin alanı değildir. Gündelik hayatın da estetiği vardır, giyimin, yemenin içmenin, oturup kalkmanın, sohbetin, kısacası edebiyatla olduğu kadar ‘edep’le de kuşatılmış bir hayat tepkidir, muhalefettir, karşı çıkmadır: her şey kuralsızlaşmışsa kurala uymak bir protestodur!
Buna bağlı olarak da Hızlan sanatçı olmayı değil ‘eleştirmen’ olmayı seçmiş. Eleştiri sadece kırıp dökmek değildir. Eleştiri kurarak, yaparak da gerçekleştirilir. Tercih bir üslup sorunudur. Hızlan’ın şu tanımladığım çerçevede zaten ‘edep’ dışı bir eleştirel söylemi benimsemesi olanaksızdı. Onun yapıtını ve söylemini bu doğrultuda okumalıdır.
Gene bu nedenlerle Hızlan, edebiyat-kültür dünyasındaki yerini ‘işlevi’yle, daha doğrusu ‘işlevsel’ olmakla özdeşleştirmiş görünüyor: ‘yapan insan’ın izleyeceği başka yol da yoktur. Dergi çıkarmak, yayınevi yönetmek, gazetede yazmak, jürilerde bulunmak, daha benzeri bin türlü edimin içinde yer almak ‘yapma’nın, yaparak direnmenin yoludur. Yoksa, fildişi kule veya ipekböceği kozası da pekâlâ bir yaşama tarzı olabilir.
Hızlan’ın böylesi bir armağan kitabının yayımlanmasını adeta zorunlu kılan bir özelliği de şu: Şimdi artık belli bir dönemin belleği Doğan Hızlan, hatta tek belleği. Kendi kuşağı için bu doğal bir gerçek. Ama Hızlan’ın eskiye olan ilgisi, kendi kuşağından önceki insanlarla kurduğu ilişki onu şimdi eşsiz bir belleğe dönüştürüyor. Bir kültür köprüsü Hızlan bütün birikimiyle.
Elimizdeki kitap onun tüm bu yönlerini kuşatıyor diyemem. O türden bir analitik çalışma değil. İlk bölümde yer alan ‘anılar’ da Hızlan’ın belirttiğim niteliklerine odaklansaydı. Gene de Hızlan var o satırlarda.
Hızlan’ın zaman içinde bir ‘popüler figür’e dönüşmesini, bir ilgi odağı olmasını nitelikleri bakımından çok önemli görüyorum. Sonunda Hızlan belki sadece ‘papyonu’ ve onu kendisi yapan diğer özellikleriyle anımsanıyor ama o kadar da önemli değil bu ‘imaj’ meselesi, aksine yararlı bile görülebilir; onu derhatır ettiğimiz her seferinde Hızlan bize bütün ‘temsil ettikleriyle’ birlikte geliyor; bir kültür insanı, bir estet, bir seçmeci insan ve bir edebiyatçı olarak.
Çok kuraklaşan bir hayatta Hızlan bir kale duvarı, bir köprü başı olarak duruyor. Bu kitabı yayımlayanları, hazırlayanları yürekten kutlamak gerek.